Dinsel dogmatizm ve jeopolitik gerçeklik arasında Yüzyılın Anlaşması

Dinsel dogmatizm ve jeopolitik gerçeklik arasında Yüzyılın Anlaşması
Trump yönetiminin Yüzyılın Anlaşması olarak nitelendirilen barış planını şekillendiren ekip, Filistin - İsrail sorununu siyasi açıdan değil Ortodoks Yahudi bir dogmatizm temelinde ele alıyor.

Dinsel dogmatizm ve jeopolitik gerçeklik arasında Yüzyılın Anlaşması

Trump yönetiminin Yüzyılın Anlaşması olarak nitelendirilen barış planını şekillendiren ekip, Filistin - İsrail sorununu siyasi açıdan değil Ortodoks Yahudi bir dogmatizm temelinde ele alıyor.

İSTANBUL - Gökhan Çınkara

Bölgesel ve küresel düzlemde önceki ABD başkanlarından stil ve içerik bakımından bir hayli farklı olan Trump doktrini, Ortadoğu üzerinde de yaklaşım ve strateji itibarıyla radikal ve bunları gerçekleştirme ve işlevselleştirme yönüyle de tarihsel, moral ve toplumsal değerlerden kopan bir gerçekliğe sahip. Başkan Trump ve ekibi, Ortadoğu özelinde özellikle İsrail-Filistin sorununu çözmeye dönük yaklaşımında benimsediği genel politik değer setlerinden bağımsız değil. Trump başkanlık adaylığı sürecinden itibaren İsrail’e ve Filistin’e olan özel ilgisini değişik ortamlarda dile getirirken, adaylık sürecinde hem İsrail’i hem de Filistin’i ziyaret etme imkanı buldu. Trump, İsrail-Filistin sorununu nihai çözüme kavuşturacak kişinin kendisi olduğunu sürekli vurguladı.

Bu meseleyi yakından takip eden entelektüeller ve karar alıcılar Trump’un planının içeriğini öğrenemeden, sorunun çözümü için diplomatik müzakereleri ve politika önerilerini yürütecek ekibiyle tanışma fırsatı oldu. Ekip, Trump’un başdanışmanı ve damadı Jared Kushner, 1997’den itibaren Trump şirketlerinde çalışan ve şimdi de Trump’ın özel temsilcisi olarak görevlendirilen Jason Greenblatt ve ABD’nin İsrail’e atadığı büyükelçi David Friedman’dan oluşan üçlü bir takımdan müteşekkil. Bu bahsedilen ekibin ve Başkan Trump’a yakın olan birçok nüfuzlu neo-con Yahudi’nin ortak bir kimlik aidiyetinden bahsetmek mümkün görünüyor. Bu HABAD-LUBAVITCH adlı Yahudi bir dinsel grup olarak karşımızda duruyor.

Tarihsel kökleri 1775’te Litvanya’ya uzanan bu dinsel grup, Yahudiliğin geleneksel-kültürel değerlerini mistik bir bağlamda yorumluyor. HABAD aslında İbranice Huhma (Hikmet), Binah (Anlayış) ve Da’at (İlim) kelimelerinin kısaltılmasından oluşuyor. HABAD son yılların en hızlı genişleyen ve büyüyen Yahudi dinsel akımı olarak görülmekte. Bin’i aşkın lokasyonda ve ABD’de neredeyse tüm üniversitelerde öğrenci kulüpleri ve sosyalleşme evleri olan, interneti ve sosyal medyayı oldukça aktif kullanan, takipçileri genellikle gençlerden oluşan bir grup olarak nitelendirilebilir. HABAD özünde Yahudi-Ortodoks bir dini grup olsa da, geleneksel ortodoks gruplardan metodolojisiyle ve yaklaşımıyla ayrılıyor. ABD Yahudi Cemaati’nde süregiden kimlik bunalımı ve krizi, üniversite kampüsünde mobilize olan Yahudi gençlerin HABAD’la karşılaşmasıyla farklı bir boyuta evriliyor. Yahudi milenyum gençliği aslında iki opsiyonla karşı karşıya: ya genel nüfusa entegre olup asimilasyonu seçecek ya da bunun tam zıddı olarak ortodoks bir yaşantıyı benimseyerek genel-geçer normlardan ayrıştığını ve Yahudi kimliğinin ayırıcı özelliklerini ve sembollerini görünür kılacak. HABAD ise bu gençlere üçüncü bir yol sunduğu için başarılı oldu denilebilir. Bahsettiğimiz milenyum/y-kuşağından oluşan, orta/üst sınıfa ABD Yahudi kimlik krizine orta yolcu bir tez olarak şunu diyor: gelenekçi olma, gelenekten de kopma. ABD’de epeyce yaygınlaşan HABAD, İsrail’de ise sayısı milyonları bulan Sovyetik Yahudilerin reform ve ortodoks sinagogları arasında bir tercih yapmaya soğuk bakan tavırlarına üretilmiş iyi bir cevap olarak sivriliyor. Bu toplumsal arka planı ilerleten bir faktörü ve dinamiği vurgulamamız gerekiyor, Yahudilerde güçlü ve canlı olan Mesih beklentisi ve onun türevi denilebilecek karizmatik-dini liderlik etrafında birleşme ve kurumsallaşma geleneği özellikle Yahudilerin deneyimlediği büyük travmalardan sonra bu toplumsal realite daha görünür hale gelmiş denilebilir. İşte tam da bu faktörü ve dinamiği ilerleten bir figür olarak 20.yy Yahudi dindar dünyasının en karizmatik kişileri arasında ilk sıralarda yer alabilecek olan Rebbe Menahem Mendel Schneerson’un kurucu bir figür olarak HABAD-LUBAVITCH hareketi üzerindeki etkisi oldukça önemli. Schneerson'un hem İsrail’de hem de ABD’de kurduğu politik ilişkiler ağı ve genel Yahudi nüfusa yönelik kucaklayıcı yaklaşımı, Yahudi dindarlar ve dindarlaşmaya meyilli olan toplumsal sektörlerde kendisine ve öğretilerine yönelik ilgiyi kitlesel bir biçimde arttırdı. HABAD hareketi ise arkasında orta/üst sınıf ABD Yahudi Cemaati’nin politik ve finansal nüfuzunu internetin yaygınlaşmasıyla başka bir boyuta taşıdı denilebilir.

Anlaşma, tarihsel ve jeopolitik gerçeklikten uzak

Yüzyılın Anlaşması’nı tasarlayan ekibin bu tür bir dinsel yorumu benimsemiş olmaları aslında onların Filistinlilere ve gelecekte kurulması planlanan Filistin devletine yaklaşımlarını da şekillendirmekte. Bu noktada vurgulanması gereken temel mesele orta-sınıf sağcı ABD Yahudiliği’nde dini yorumlama biçimi olarak HABAD’ın kurumsal ve retorik düzeyde yükselen bir toplumsal trende sahip olduğudur. HABAD’ın İsrail’e bakışı hangi değerler ve kavramlar üzerinde yükselmekte sorusu oldukça anlamlı. HABAD İsrail’i toplumsal-siyasal argümanlardan ziyade ilahi yönlendirmenin esas olduğu dinsel bir dogmatizmi temel almakta. Bu tutum ise bir başka analiz yazımızda ayrıntılarıyla işlediğimiz Evanjelik Cumhuriyetçi elitlerle HABAD’ın toplumsal tabanı arasındaki politik ittifakı kolaylaştırıyor. [1]

Kushner, Greenblatt ve Friedman’ın İsrail’e yaklaşımı tarihsel ve jeopolitik gerçekleri temel almaktan uzak olduğu görülüyor. Akıl-ötesi bir bağla (super-rational bound) İsrail’e yaklaşım aslında bizlere “Yüzyılın Anlaşması”nın zihinsel arkaplanı ve mekaniğini göstermesi açısından oldukça önemli. HABAD merkezli yorum, vurguladığımız gibi, İsrail’i politik bir varlık olarak görmüyor, Tanrı’nın seçtiği halkına güvenerek vaadettiği ilahi merkezli topraklar (Eretz Yisrael) olarak algılıyor. HABAD’ın bu dinsel konumlanışının aktüel bir yansıması olarak Başkan Obama döneminde imzalanan İran Anlaşması oldukça ilgi çekici bir örnek. HABAD elitleri, ABD’nin İran’la yaptığı anlaşmaya politik bir kavram geliştirmeyeceklerini fakat bu anlaşmanın İsrail halkının yaşamını tehlikeye atması nedeniyle kendilerinin bu tehdidi tüm güçleriyle engelleyeceklerini ifade ediyorlardı. Bunu da Tevratik bir referansa “pikuah nefeş” ilkesine yani hayat kurtarma yükümlülüğüne gönderme ile gerekçelendiriyorlardı. Ayrıca HABAD hareketi, Rebbe Schenerson’un 1967 Savaşı sonrası işgal edilen Batı Şeria topraklarından İsrail kuvvetlerinin geri çekilmemesi gerektiği öğüdüne oldukça önem verdiklerini eklemek lazım.

Yüzyılın Anlaşması her ne kadar içeriği gizli tutulsa ve kamuoyuyla paylaşılmasa da yukarıda bahsetmeye çalıştığımız dinsel ve psikolojik motivasyonların anlaşmanın ne gibi değerler ve yaklaşımlar üzerinde yükseleceğinin ipuçlarını veriyor. Foreign Policy dergisi Jared Kushner’a ait olduğu ileri sürülen bazı e-postaları ortaya çıkardı. Bu e-postalara göre Kushner, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’nın faaliyetlerini durdurmayı ve sayıları beş milyona yaklaşan Filistinli mültecinin, “mülteci statüsünü” iptal ederek, Filistinlilerin müstakbel Filistin devletine geri dönüş hakkını tamamen ortadan kaldırmayı hedeflediğini içeriyordu.

Yüzyılın Anlaşması aslında İsrail’in merkez siyasetinin İsrail’e dönük gelecek perspektiflerindeki endişe ve korkuları teskin hedeflerini de taşıdığı da söylenebilir. Bunlar ise esas olarak İsrail’in ulus-devlet sınırları dahilinde Yahudi nüfusun çoğunlukta olduğu bir demografik yapı, Yahudi kimliğinin her geçen gün derinleşen politik, toplumsal, jeopolitik ve dinsel krizleri ve kontrol edilmesi zor ve istikrarsızlaştırıcı nitelikleri olan ve İsrail’de yaşayan Filistinlileri de içerecek topyekün bir toplumsal mobilizasyon olarak düşünülebilir. İsrail’de mevcut iktidar bileşenleri, bu majör toplumsal ve jeopolitik gerçekleri göz önüne alarak, kendi iç politik sisteminde düzenlemelere gitmekteler. Aslında Yahudi Ulus Devlet Yasası da özünde bu tür bir endişe sarmalına dönük bir 'rahatlatıcı' tedbir olarak görülebilir.

Filistin cephesindeki bölünmüşlük ve artan baskılar

Filistinliler ise yılları aşan ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan devletsizliklerinin, yeni dönemde nasıl bir istikamete gideceğini anlama çabasındalar. Bir yanda uluslararası sistemin temsil kurumlarındaki belirsizlik ve etkisizleşme, küresel aktörler arasında sert jeopolitik ve ticari yarış ve ABD’nin politik kültürünün geleneksel evrensel vizyon ve liberal değerlerden uzaklaşarak, kültürel, dini, tarihsel referansların, söylem ve pratik eksenlerin temel belirleyicisi olduğu bir döneme tanıklık ediyoruz.

Filistinliler ise iktisadi ve askeri güçten yoksun olmanın, hak sahibi oldukları coğrafyada yaşayamamanın ve jeopolitik ve politik olarak ikiye bölünmüşlük (Batı Şeria ve Gazze) arasında basınç altında olmanın verdiği bir psikolojik durum altındalar. Filistin Ulusal Yönetimi Lideri Mahmud Abbas’ın yakınlarına Yüzyılın Anlaşması’na dönük bir tavır olarak, “bir hain olarak ölmek istemiyorum” sözünü sarfettiği biliniyor. Öte yandan Suudi Arabistan ve Mısır’ın başını çektiği bölgesel aktörler ise Trump Doktrini’nin bir uzantısı olan Yüzyılın Anlaşması’nın hayata geçirilmesi için İsrail ve diğer aktörler arasında müzakerelerin hızlandırılması ve nihai anlaşmaya hazırlık yapılması ısrarındalar. Son olarak Hamas ve İsrail arasında ateşkese dönük bir anlaşmanın olabilirliği üzerinde Mısır’ın girişimleri oldukça dikkat çekiyor. Mısır aslında Yüzyılın Anlaşması’nı kronikleşen iktisadi sorunlarına bir çözüm olarak görüyor. Son yıllarda önemli doğal gaz kaynaklarını barındırdığı tespit edilen Doğu Akdeniz üzerinde jeopolitik ve enerji nüfuzunu genişletmek Mısır ve İsrail için öne çıkan dış politika başlıkları. Mısır, Gazze’de politik etkinliğini arttırmasıyla Kuzey Sina’yı ticari bir merkez haline dönüştürme ve Gazze nüfusunu da burası için işçi kaynağı olarak tasarlamakta. Mısır’ın Yüzyılın Anlaşması’yla Gazze’ye Refah ve El-Ariş kentlerini içeren 720 kilometrekarelik alanı bırakarak, Gazze’yi Akdeniz’le bağlayacağı da söylenmekte. Buna mukabil Filistinlilerden “Alan C” içerisinde yer alan Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 12’sini İsrail’e bırakmalarının isteneceği vurgulanıyor. Böylece birçok yerleşim bölgesini İsrail muhafaza etmiş oluyor. Buna mukabil İsrail’in de Negev’de Nahal Paran bölgesinden Mısır’a toprak vereceği ve Mısır’ın Ürdün’e bağlantı sağlayacak bir tüneli kazmasına müsaade edileceği de ifade edilmekte. Filistin Lideri Abbas ise tüm bu planların içerildiği Yüzyılın Anlaşması’na kapıyı tamamen kapamışa benziyor.

Küresel aktörlerin planları sonuç vermeyebilir

Filistin Ulusal Hareketi’nin karizmatik ve tartışmalı kurucu figürlerinden Hacı Emin El-Hüseyni 1948’de İsrail’in resmi bir ulus devlet olarak ilanından sonra, Filistin’i aynı düzeyde özellikle uluslararası kamuoyunda bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınmasını temin etmek için diplomatik uğraşlar veriyordu. İşin ilginç yanı dönemin Ürdün kralı Abdullah, Ürdün Parlementosu’na Filistin’de bağımsız bir devletin kuruluşu için zamanlamanın uygun olmadığını bildirdi. Kral Abdullah Hacı Emin El-Hüseyni liderliğindeki Genel Filistin Hükümeti’ni tanımadığını, meşru olmadığını ve Filistin topraklarının Ürdün’e ilhak edilmesi gerektiğini söylüyordu. Bugünden 70 yıl öncesinin Filistin ve bölgesel aktörleri arasındaki açmazına yerinde bir tarihsel örnek olan bu olay aslında ilişki setlerinin ve yaklaşım stillerinin Filistinlilere yönelik olarak pek de değişmediğini gösteriyor.

Filistinliler bölgesel jeopolitik içerisinde sıkışmış, birbirinden ayrı iki bölgeye coğrafi ve politik olarak bölünmüş, yeni lider arayışının yükseldiği ve hem İsrail’e hem de Arap devletlerine karşıtlık üzerinden yükselen yeni tip Filistin milliyetçiliğine şahit oluyorlar. Gazze’de toplumsal ve iktisadi açmaz baş gösterirken, Batı Şeria’da genişleyen yerleşimler ve bölge ülkelerinin politik nüfuz alanlarını genişletme denemeleri öne çıkıyor. Toplumsal, iktisadi ve askeri belirsizlikler Filistin’de otonom bir politik birim olarak devleti kurmayı her geçen gün güçleştiriyor fakat Filistinlilerin 70 yıllık dış politika arenasında manevra yapabilme yetenekleri küresel aktörlerin bölge için tasarlanan kapsamlı planlarının hesap edildiği kadar net sonuçlar doğurmayacağını hatırlatıyor.

[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/abd-saginin-yeni-hali-evanjelik-siyasetin-ve-elitlerin-yukselisi-/1224575

[Kudüs İbrani Üniversitesi Truman Center’da ve Brandeis Üniversitesi Schusterman Modern İsrail Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak bulunan Gökhan Çınkara İsrail, Filistin siyaseti, Yahudi dünyası ve Ortadoğu toplumları ve siyaseti konularında akademik çalışmalar yürütüyor]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.