Devlet, İktidar ve Adalet
Bugün ele aldığımız üç konunun aslında her biri başlı başına üzerinde uzun uzun konuşulacak ve yorumlanacak konular. Ancak olduğunca kısaltarak bu üç ana unsurun birbirini tamamlayıcıözelliğini ortaya koymaya çalışacağız.
Devlet; ferdi, tabii ve siyasi unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar sırayla "nüfus, ülke ve hakimiyet"tir. Nüfus, devletin, birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir devlet düşünülemez. Bir devletin var olmasıiçin nüfusun az veya çok olmasının önemi yoktur.
Devletin ikinci gerçek unsuru ülkedir. Bir devletin var olması için yalnız nüfus yeterli olmayıp, bu nüfusun yeryüzünün belli bir bölgesinde, yerleşmiş olması da lazımdır. Ülke toprağının küçük veya büyük olması, toplu, yahut ayrı parçalardan meydana gelmesi de önemli değildir. Önemli olan ülkenin belli ve sabit olmasıdır. Çünkü belli ve sabit bir ülke olmadıkça devlet hakimiyetini tam olarak kullanamaz.
Devletin üçüncü gerçek unsuru hakimiyettir. İnsan toplulukları düzenli ve istikrarlı bir teşkilat kurmadıkça ve teşkilat o nüfusu belli sınırlar içinde bağımsız olarak idare etmeye başlamayınca devletin varlığından söz edilemez. Bu bakımdan bir devletin var olması için nüfus ve ülkenin var olması yanında hakimiyet de şarttır. Hakimiyet bir toplumun kendisini bizzat idare etmesi, emredici kurallar, yani kanunlar koyması ve bunların gerek kendi içinde ve gerekse dışarıya karşı tatbikini sağlamasıdır.
Bu üç unsurun tabii bir sonucu olarak "devletin şahsiyeti" ortaya çıkmaktadır. Bu düstur ile,bir ülkede, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı olarak yaşayan bir milletin veya milletler topluluğunun meydana getirdiği siyasi bir varlık olan Devlet içinde ayrı devletler olamaz.
İktidar; yönetme gücünü elinde bulunduran kişi ya da kişiler. İktidar kavramı hayatın her alanınıkapsayan şemsiye bir kavramdır. Aile, topluluk, toplum, devlet, iş kısacasıinsanlar arasındaki her türlü ilişkinin düzenlenmesi dolaylı veya doğrudan?iktidar? kavramıyla bağlantılıdır.
Bu düzenleme aynı zamanda bir ?güç?unsuru içermektedir. Kavram olarak: güçler arasındaki mücadelede üstün gelen gücün diğer güçler üzerinde belirleyici olması; ?toplumu, insanları yönetme gücünü, bir davranışı yönlendirme kabiliyetini elinde bulundurma? imkanına sahip olma hali demek olan ?İktidar? sözcüğü, daha çok toplum ve devletle bağlantılı olarak kavramsal anlamını kazanmaktadır.
?İktidar? üstün yaptırma gücü, bütün otoritelerin üzerinde otorite olma gücü anlamını kazanmaktadır. Devletle özdeşleşerek, devletin özü olan bir nitelik kazanmaktadır. İktidar, devleti kuran ve yaşatan güç olarak da tanımlanabilir.
Yeryüzünde iktidar olmayı içermeyen hiçbir düşünce ve sistem yoktur. Yine iktidar olmuş hiçbir sistem yoktur ki yaptığı yasal, siyasal, sosyal bütün düzenlemelerde, kendi varlığını korumayıöncelikli amaç edinmiş olmasın.
İktidarı belirleyen güç ise, milletin hür iradesidir. Buna Milli irade de deniliyor. 2002 Genel seçimlerinden bu yana AKP yönrtimi tarafında sıkça kullanılan ve istismar edilen ?milli irade? kavramı millet tarafından sandıktan çıkan seçmen kararı olarak da algılanıyor.
AKP yönetimi bunu öyle bir lanse ediyor ki, sanki sandığa giderek oy veren halk iktidara getirdiği partiye devleti yıkıp yeniden kurma yetkisi bile vermiş! Oysa böyle bir milli irade kavramı söz konusu dahi olamaz. Eğer iktidara büyük bir oy çoğunluğuyla gelmişolan her siyasi parti kendi ideolojisi doğrultusunda devleti ve Cumhuriyeti yıkıp yeniden yapma hakkına sahip olsaydı, Bugün Cumhuriyet ve demokrasiden bahsedemezdik.
Özünde milli irade Cumhuriyeti kuran iradedir. O irade halkın bütününü kapsadığı gibi, aynı zamanda millet olma iradesini de temsil eder. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmak üzere 23 Nisan 1920 günü iradesini ortaya koyan Türkiye halkı aynı zamanda Türk milleti olma iradesini de o gün göstermiştir.
?Milli irade? tabiri, tarihi çoğunluğun azınlığa tahakküm ettiği, siyasi iktidarın her kurumu ele geçirdiği ve yaşamın her alanını düzenlemeye soyunduğu, insanların yaşam biçimlerine müdahale ettiği dönemlerdeki içeriğinden farklı anlaşılmak zorundadır. Çünkü Cumhuriyetin temel nitelikleri çoğunluğun azınlığa tahakkümünü sınırlamaktadır.
Bu sınırlamalarla kastedilen, katılımcı demokrasidir, çoğunluğun azınlık üzerinde egemenlik kurmasının önlenmesidir; nasıl yaşayacağını, hangi inanca sahip olacağını, hangi ahlak kuralını benimseyeceğini, kişilere dayatmaya kalkışmasının önüne geçmektir.
Demokrasilerde seçim sandığıkuşkusuz vazgeçilmezdir. Ancak demokrasi, sadıktan sandığa oy vermekle sınırlıbir rejim değil bir yaşam biçimidir. Demokratik hukuk devletinde, siyasi iktidar, parlamentodaki çoğunluğu ne olursa olsun hukuk kurallarını hiçe sayamaz.
Siyasi iktidarlar, demokratik sivil toplum örgütleri ve muhalefetin eleştirilerinden elbette hazmetmek zorunda değildir. Ancak çoğulcu demokrasilerde, bu eleştirileri hoşgörüyle karşılamak zorundadırlar. Siyasi iktidarlar, bindikleri demokrasi dalını kendi elleri ile kesemezler. ( Demokrasinin bütün nimetlerinden istifade ederek iktidara ulaşanlar, daha sonra demokrasiyi yok sayamazlar)
Demokratik hukuk devletinde, düşünme, düşündüğünü ifade etme ve basın özgürlüğü vazgeçilmezdir.
Adalet; Öncelikle adalet, karşılıklı insan ilişkilerini düzenleyen toplumsal düzenin ana yapı taşıdır. Adalet kavramıtemelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. Öte yandan, adalet insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir.
Ayrıca adalet manevi olarak da insanın bir erdemidir; Çünkü insan, eğer davranışı adil olarak kabul edilen toplumsal bir düzenin normlarına uyuyorsa adildir. Peki, toplumsal bir düzenin adil olduğunu söylemek gerçekte ne anlama gelir? O şu demektir: bu (toplumsal) düzen, insan davranışlarını herkesi tatmin edecek şekilde düzenlemiştir. Yani herkes, o düzende mutluluğu bulabilir.
Adalet arzusu, insanın mutluluk için duyduğu ebedi arzudur. O, insanın yalıtılmış bir şekilde, yani yalnız başına bulamayacağı, bu nedenle bir toplum içinde aradığı bir mutluluktur. Yani adalet, kısaca toplumsal mutluluktur. O, toplumsal düzen tarafından garanti edilmiş bir mutluluktur. Bu bağlamda, adaleti mutluluk olarak tanımlayan Eflatun, sadece adil insanın mutlu ve adil olmayanın da mutsuz olduğunu ileri sürer. Burada adaletin mutluluk olduğu yönündeki ifade, aslında bir çatıoluşturmak için kullanılmıştır. Çünkü mutluluk kavramı insan yaşamının her safhasında ulaşmak istediği nihai hedeftir.
Çocuksun, aileden yetirince ve eşit ilgi görüyor musun? Öğrencisin, eğitimde fırsat eşitliğine sahip misin? İşarıyorsun diğer işsizlerle iş bulma konusunda şansın nedir? Çalışıyorsun, çalışma koşulların elverişlimi? İş güvenliğin yeterince sağlanıyormu? Ücretini zamanında ve hakkın olanı alabiliyor musun? Emeklisin, çalıştığının karşılığınıemeklilikte ne derecede alabiliyorsun? Ev hanımısın, ekonomik ve sosyal güvencen nedir? Ne kadar özgürsün? Örnekler alabildiğine çoğaltılabilir. İşte bu soruların cevabı ne kadar mutlu olduğunu ortaya çıkaracak bu mutlulukta ne kadar adaletli bir yaşamın varlığını belirleyeceği için ?Mutluluk=Adalet??dir
Sonuç;
Millet olmanın ve millet olarak bir arada yaşayabilmenin anahtarı ve teminatı Devlet olmaktadır. Devleti aykata tutacak ve milli iradeyi hakim kılacak güç ise İktidarın gücüdür. İktidar, devletin nüfus,ülke ve hakimet unsurlarına sahip çıkmak ve bir arada tutmakla (millet ve toprak bütünlüğü) mükelleftir. Güçlü bir devlet yapısı için devletin temel taşları olan idealler ve anayapısı demokratik hukuk devletini ihdas etmişanayasa üzerinde tüm milleti kucaklayacak, mutlu kılacak Adil (Adaletli) bir İktidardır.
İbrahim Halil SİPAHİ
Araştırmacı Yazar
15.12.2013/adanapost.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.