Çin-ABD ihtilafı ve uluslararası sistemin revizyonu

Çin-ABD ihtilafı ve uluslararası sistemin revizyonu
Uluslararası gündemin başlıca tartışma konusu haline gelen ticaret savaşları söylemi, karşılıklı tarifelerle tarafların birbirini sınırlaması anlamından daha çok, uluslararası güç dengeleri açısından bir revizyon dönemi niteliği taşıyor.

Çin-ABD ihtilafı ve uluslararası sistemin revizyonu

Uluslararası gündemin başlıca tartışma konusu haline gelen ticaret savaşları söylemi, karşılıklı tarifelerle tarafların birbirini sınırlaması anlamından daha çok, uluslararası güç dengeleri açısından bir revizyon dönemi niteliği taşıyor.

Uluslararası gündemin başlıca tartışma konusu haline gelen ticaret savaşları söylemi, karşılıklı tarifelerle tarafların birbirini sınırlaması anlamından daha çok, uluslararası güç dengeleri açısından bir revizyon dönemi niteliği taşıyor. Özellikle son birkaç haftadır ABD ve Çin arasındaki ihtilafların merkezine Çin’in teknoloji devi Huawei firmasının yerleşmiş olması, iki ülke arasında yaşanan gerginliğin dünyayı bir teknolojik soğuk savaş sürecine sürükleyeceği endişelerine yol açıyor. Çin’in son on yılda, özellikle yapay zeka, robotik ve yüksek hızlı cep telefon ağları gibi alanlarda sergilediği teknolojik ilerlemeler, Pekin'in Batılı gelişmiş ülke şirketlerinin geleceğin teknolojilerinde doğrudan rakibi konumuna yükselmesini sağladı. Bu noktada Trump yönetiminin dikkatleri Huawei firmasının üzerine çekmiş olmasının en önemli sebebi de ABD’nin Çin’in yükselişine karşı kurguladığı genel stratejisini örtme manevrasıdır.

Çin’in halihazırda uyguladığı ekonomik ve siyasi modelin ABD ve diğer Batılı rakipleri ile paralellik göstermemesi bir yandan bildiğimiz anlamda liberal küresel düzenin sonunu getirirken diğer yandan da ABD’nin Çin’in bu hırslı yükselişine karşı bir strateji üretmesine sebep olmuştur. ABD’nin genel stratejisinin temel belirleyicilerinden biri Çin’in mevcut teknolojik ilerlemesinin arkasında Batılı teknolojinin olduğudur. ABD’ye göre bu teknoloji Çin tarafından hukuk dışı yöntemlerle ele geçirilmektedir. Uzun süredir özellikle ABD ve Avrupa medyasında sadece Huawei değil diğer Çinli küresel şirketlerin de haksız rekabet ile teknolojik üstünlüğü ele geçirme çabası içinde olduğuna dair haberler çıkmaktadır. Aslında bir bakıma ortaya çıkan durum uluslararası sistemde baskın güç olan ABD ile henüz yeşermekte olan potansiyel meydan okuyucunun erken dönem restleşmesidir.

ABD ve Çin’in yeni pozisyonları

ABD açısından düşünüldüğünde Huawei firmasına uygulanan bir takım engellerin özellikle akıllı telefon pazarı açısından haklı sayılabilecek yönleri mevcut. Bu konuda iki önemli argüman öne çıkıyor. Birincisi, ABD’li firmaların Çin pazarına girerken ve girdikten sonra yaşadıkları haksız rekabet. ABD’nin iddiasına göre Çinli firmalar ABD’nin serbest ticaret modelinden sınırsız bir şekilde faydalanırken ABD’li firmalar ise Çin’de belirli sınırlamalar altında çalışıyor.

Örneğin, Çin’deki akıllı telefon pazarında Android platformu yüzde 73,5 oranında pazar payına sahip. Android platformu Google tarafından sağlanıyor olsa da Çin’de Google servislerinin kullanımı yasak olduğu için Çinli akıllı telefon üreticileri Google servislerine alternatif olarak kendi servislerini kullanmaktalar. Örneğin Çin’de herhangi bir markanın sattığı Android platformunu içeren bir cihaz, Google’ın uygulama marketini veya haritasını içermiyor. Aynı şekilde Apple ürünlerinin satışında da Çin’in yerel hukukuna göre bazı yazılım kısıtlamaları bulunuyor. Apple’ın görüntülü konuşma uygulaması Çin’den alınan Iphone’larda kısıtlı olarak kullanılabiliyor. Bu durum da açık bir şekilde Çin’in son dönemde özellikle Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında vurguladığı karşılıklı kazanç, dünya ile entegre olma ve beraber barışçıl gelişme söylemleri ile çelişmekte.

Konuya ABD açısından bakıldığında ortaya çıkan ikinci argüman ise kullanıcı bilgilerinin güvenliği konusundaki belirsizliklerdir. Amerikan firmalarının güvenlik açıklarından doğan sorunlarda ya da kullanıcı bilgilerinin kötü amaçlı kullanımı gibi durumlarda göreceli de olsa hukuksal olarak şeffaflık söz konusuyken, Çin’de bu hakların ne ölçüde savunulabileceği konusu belirsiz. Bu noktada neden diğer Çinli akıllı cihaz üreticileri değil de Huawei sorusu akıllara gelecektir. Ancak, Huawei’in sadece akıllı cep telefonu üreticisi olmadığı, asıl işinin telekomünikasyon altyapısı ve ekipmanları sağlayıcısı olduğu ve dünyanın 60 büyük GSM operatöründen 50’sine hizmet verdiği düşünüldüğünde ABD’nin kaygılarının kabul edilebilir seviyede olduğu anlaşılacaktır.

Çin açısından ise iki ülke arasındaki bu ihtilafta en önemli sorun Huawei‘in küresel marka değerinin aşınmasıdır. Huawei firması son dönemde dünya akıllı telefon pazarındaki hızlı yükselişi ile gündeme geldi. Firma 2018 yılında akıllı cihaz satışlarında Apple’ı geçerek Samsung’un ardından ikinci sıraya yerleşti. Bundan önce ise Huawei 2012 yılında Ericcson firmasını geride bırakarak dünyanın en büyük telekomünikasyon ürünleri sağlayıcısı olmuştu. Firma 180 bin çalışanı ile dünya genelinde 170 ülkede faaliyet göstermektedir. Ayrıca Fortune Global listesinde 72. sırada yer almaktadır. Günümüzde Çin’in küresel anlamda kabul edilen tek markası konumundadır. Yaşadığımız çağ bilgi çağı olarak değerlendirildiğinde ve günümüzde en büyük değerin bilgi ve bilgiye erişim olduğu göz önüne alındığında ABD-Çin ticaret geriliminde Huawei firmasının merkezde olması daha anlamlı bir görünüme kavuşmaktadır.

Bunun yanı sıra dünyanın en büyük telekomünikasyon çözümleri tedarikçisi olan Huawei, Kuşak Yol Girişimi içerisinde de önemli bir rol üstlenmektedir. 2015 yılında Çin Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu ve Çin Ticaret Bakanlığı’nın Kuşak Yol Girişimi’nin hedeflerini ifade ettikleri ortak deklarasyonda "uluslararası fiber optik kablolarla ülkeler arası iletişimin çok daha hızlı bir duruma getirilmesi ve Çin ve diğer ülkeler arasındaki teknoloji standartlarının senkronize edilmesi” maddeleri Huawei’in hem su altı fiber optik hem de 5G’deki küresel girişimlerinin, kısmen Çin’in ulusal Kuşak Yol Girişimi politikalarına dayandığını göstermektedir. Kuşak ve Yol Girişimi, havaalanları, otoyollar, demiryolları, petrol ve gaz boru hatları, lojistik merkezleri gibi birçok altyapı projesini içerirken, tüm bu projelerin birbirileri ile uyumlu çalışabilmeleri ve sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için modern iletişim ağlarına ihtiyaç duymaktadır. Huawei bu iletişimin ve senkronizasyonun sağlamasında önemli bir rol üstlenmektedir.

Örneğin, Huawei’in 2018 yılında İngiliz Global Marine firması ile birlikte gerçekleştirdikleri ortaklık ile birlikte Huawei Barış Kablo Projesi’ni üstlenmiştir. Proje 12 bin km’lik su altı yüksek hızlı internet kablo sistemini içermektedir. Proje tamamlandığında Pakistan, Güney Afrika, Kenya, Somali, Cibuti, Mısır ve Fransa’yı birbirine yüksek hızlı enformasyon ağı ile bağlamış olacak. 2020 yılının ilk çeyreğinde tamamlanması planlanan proje, Çin, Afrika ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak yeni bilgi otoyolu olarak tanımlanıyor.

ABD-Çin ihtilafı ve ikili ilişkilerin geleceği

Çin’in Amerika’nın en büyük ticaret ortağı ve en büyük tedarikçisi olma konumu, Trump’ın getirdiği vergilerin ardından zemin kaybetme eğilimine girmiştir. ABD'nin 2019’un ilk 3 ayında Çin’den ithalatı 2018’in aynı periyoduna göre yüzde 14 azalmıştır. Bu durum ABD dolarının Çin yuanı karşısında değer kazanmasına, yani Çin ürünlerinin ucuzlamasına rağmen gerçekleşmiştir. Bu düşüşten en fazla faydalanan ülkeler ise Meksika ve Asya Pasifik ülkeleri olmuştur. Asya Pasifik ülkelerinin bu durumdan yararlanması Trump yönetiminin stratejik ajandası açısından önemlidir. Özellikle düşük maliyetli tüketim ürünlerindeki üretimin Vietnam, Malezya ve Tayland’a yönelmesi, üretim coğrafyasında güney yönünde kayma yaşandığını göstermektedir. Mayıs ayında yayınlanan ASEAN+3 Bölgesel Ekonomik Görünüm raporuna göre, Vietnam mobilya ve tekstil, Malezya sıvılaştırılmış gaz ve Tayland otomotiv sektörlerinde hem yatırımcı çekecek hem de gelişim kaydedecektir. Bu sektörler dahilinde gerçekleşen yatırımlar dolaylı olarak ilgili enformasyon teknolojileri ve elektronik üretimlerini de tetikleyecek.

Bu ülkelere ek olarak Hindistan da üretim potansiyeli açısından önemli ülkelerin başında gelmektedir. Hindistan halihazırda yüzde 7,1’lik büyüme oranı ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi konumundayken, IMF verilerine göre 2024 yılında büyüme hızı yüzde 8’e ulaşacak. Özellikle Hindistan’ın güneydoğusunda yeni kurulan Andhra Pradesh şehri gerek akıllı şehir konseptinde geliştirilen mimarisi ve alternatif enerji kaynaklarını kullanması, gerekse de büyük ölçekli ticari ve meskûn yapılanması ile özellikle elektronik ve otomotiv sektörlerinde üretim merkezi olmaya aday şehirlerden. Apple’in üretimini gerçekleştiren Tayvanlı Foxconn firması Pradesh’de sadece Iphone üretimi için 300 milyon dolarlık yatırım planladığını açıkladı. Yine Huawei’in network ekipmanları alanında doğrudan rakibi olan ABD’li CISCO firması şehrin 22 bin 500 km uzunluğundaki fiber ağlarını kuran firma konumunda. Önümüzdeki dönemlerde Asya Pasifik bölgesinde Amerikan yatırımlarının artacağı öngörülebilir. Trump’ın hamleleri sürekli vurguladığı “Hint-Pasifik” stratejisi ile uyumlu görülmektedir.

Huawei ve uluslararası sistemin revizyonu

Huawei etrafında dönen tartışmalar iki ülke arasındaki ihtilafta buz dağının sadece görünen bölümüdür. ABD’nin Huawei’e getirdiği yasaklamaların arkasında çok daha büyük jeopolitik ihtiraslar bulunmaktadır. Trump’ın tek taraflı olarak tarifeleri yükselterek Çin’i doğrudan ABD ile müzakere etmeye zorlamasının sonucu başarılı olursa, DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) davasında olduğundan çok daha hızlı ilerleme kaydetmiş olacaklar. Anlaşmanın, bir uygulama mekanizmasına sahip olduğu bile söyleniyor. Bu sayede Çin’in taahhütlerine bağlı kalması, tarifeleri yeniden biçimlendirme tehdidi altında değerlendirilecek.

Bu noktada ABD’nin korkusu, Çin’in, diğer ülkelerin ticari çıkarlarını değil, aynı zamanda askeri ve güvenlik araçlarını da manipüle etmek için Kuşak Yol Girişimi çerçevesinde oluşturduğu telekom altyapısı projelerini kullanabileceği ihtimalidir.

Dünya’nın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükselmiş olan Çin’in bunu kabul etmeyeceği açıkken Trump yönetiminin Çin’e karşı ticaret dengesi sağlamak amacı ile bu tarifeleri uygulamış olması kısa vadeli çözümleri ve 2020 ABD başkanlık seçimlerini düşündüğünün de bir göstergesi. Amerika’nın tek taraflı politikaları kısa vadede kendi adına fayda sağlıyormuş gibi görünse de uzun vadede uluslararası sistemin meşruiyetini sorgulanır hale getirecektir. Örneğin İtalya, geniş kapsamlı gözetim mekanizmalarıyla, Dünya Bankası gibi daha geleneksel kalkınma kredileri veren kurumlar yerine Çin’in Kuşak Yol Girişimine yönelmektedir. Ayrıca İngiltere, Huawei ile 5G konusunda iş birliği yapma konusunda ABD’nin uyarılarına rağmen devam edeceğini açıklamıştır. Bunun yanı sıra, İngiltere, incelemeler sonucunda Huawei sistemlerinde herhangi bir casusluk içeren yazılım boşluğu görmediklerini belirtmiştir. Öte yandan aynı iddialar Huawei’in rakipleri için de dile getirilmektedir. Tüm bunlar aslında mevcut uluslararası sistemin meşruiyetini zorlarken, bir revizyon gerekliliğini de ortaya çıkartmaktadır. Bugün ticaret savaşları adı altında yaşananlar revizyon yapılırken kimin elinin daha güçlü olacağı ile ilgilidir.

Durumu Çin açısından değerlendirdiğimizde ise tarihsel bir süreklilik durumuyla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Nitekim teorik çerçevesini Mao'nun belirlediği Çin’in küresel düzen algılayışı ve küresel stratejisinin günümüzde de devam ettiği açıkça görülmektedir. Kısaca Üç Dünya Teorisi olarak adlandırılan sisteme göre dünyadaki ülkeler büyük güçler (o zaman ABD ve Sovyetler Birliği), çevre ülkeler (büyük güçlere bağımlı) ve gelişmekte olan direnen ülkeler (büyük güçlere karşı) olmak üzere üç kategoriye ayrılmış ve bu güçlerin mücadelesi şeklinde kabul edilmiştir. Mao’nun bu teorisinin üzerinden 45 yıl sonra bugün Çin, direnen ülke konumundan büyük güç konumuna yükselmiştir. Doğal olarak 1839-1949 yılları arasında batılı emperyalist güçlerin ve Japonya’nın müdahalelerine ve kontrolüne maruz kalmış ve bu dönemi “aşağılanma yüzyılı” olarak nitelendiren bir toplumun, dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükseldikten sonra ABD’nin veya herhangi bir diğer gücün yaptırım şeklindeki uygulamalarını kabul etmesi beklenemez.

Ancak Çin’in ABD ile rekabetinde nasıl bir tavır takınacağı uluslararası sistemin bekası açısından önemlidir. Çin, Trump’ın sert hamlelerine aynı sertlikte karşılık verirse her iki tarafın ve bununla birlikte iki ekonominin büyüklüğü göze alındığında tüm dünya ekonomilerinin zarar gördüğü bir kaos tablosu ile karşı karşıya kalabiliriz. Çin mevcut uzlaşması tavrını korur ve özellikle Kuşak ve Yol Girişimi’nin jeopolitik hırslar içermeyen bir ekonomik kalkınma projesi olduğuna tüm dünyayı ikna edebilirse uluslararası sistemi revize eden bir süper güç durumuna yükselecektir.

[Murat Öztuna ECNU Şangay Üniversitesi’nde siyaset teorisi alnında doktora çalışmalarını sürdürmektedir]

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.