Bedirhan Gökçe: 'Üç ayda şöhret olmadım'

Bedirhan Gökçe: 'Üç ayda şöhret olmadım'
Şiir denilince akla gelen birkaç isimden biri olan Bedirhan Gökçe ile keyifli bir haftasonu sohbeti gerçekleştirdik.Türkiye\'de şiirle az çok bağlantısı...


Şiir denilince akla gelen birkaç isimden biri olan Bedirhan Gökçe ile keyifli bir haftasonu sohbeti gerçekleştirdik.

Türkiye\'de şiirle az çok bağlantısı olan herkesin yakından tanıdığı adı şiirle özdeşleşmiş bir isim Bedirhan Gökçe. \'Şiirlere ruh katan adam\' tabiri tamda özdeşleşiyor kendisiyle. Sesiyle, vurgularıyla, samimi ve içten tavırlarıyla 21 yıldan bu yana hayatımızın içerisinde olan, radyoculuk konusunda profosyonelliğin evresine çikmiş başarılı bir sanatçıyla karşılaştık kendisiyle görüştüğümüzde. Bu günlere gelirken geçmişte yaşadığı zorluklardan şiirin hayatındaki yerine, siyah kuşak karateci olmasıdan şiirlerinde işledıği konuların özelliklerine kadar birçok konuda sohbet etme imkanı bulduk kendisiyle

Yaşanılan bazı zorluklar sabırla ve çalışma azmi ile birleşti mi insanı geleceğe hazırlıyor. Peki, Bedirhan Gökçe sanat hayatı ile önceki hayatı arasında böyle bir kırılma noktası olduğunu düşünüyor mu? Eğer düşünüyorsa bu bilince ne zaman vardı?

Şimdi 20 sene öncesinin Türkiye'sine gittiğimiz zaman çok az insanın böyle hayali vardır. O günün şartlarında böyle bir hayali kurman bile hayaldir. 21 sene oldu ben radyo programcılığına başlayalı. Onun daha evvelinde açılan sınavlar vardı. Zaten TRT'den başka kurum yok, özel bir radyo yok, hiç bir şey yok. Sadece TRT var girebiliyorsan TRT'ye giriyorsun. O zaman da bugün olduğu gibi bir fikir var. Torpili olan giriyor, torpili olan kazanıyor diye. Sonra TRT'nin bir seslendirme sınavı açtığını duydum. Sınava girdim herkes torpil olmadan kazanamazsın demeye başladı ve ben sınavı kazandım.

Daha sonra kendime olan güvenim yerine geldi ve sınavdan sonra dublaj, film seslendirmesi falan yaptım ama dublajın benlik işler olmadığını anladım. Ardından 1992-93 senelerinde özel radyolar açılınca böyle bir şeye girme isteği hissettim. Aynı anda devlet memurluğu görevini yapıyordum. Radyoların kendilerine göre deneme sınavları oluyordu ona girdim ve kazandım.

Bu işin çok kırılma noktasını yaşamamamın nedeni şöhretimin yerel başlamış olmasıdır. Radyo programı ardından televizyon programı derken Ankara'da tanınmaya, şöhret olmaya başladım. Ankara'dan çıkınca başka bir yerde seni kimse tanımıyordu. Sonraları yerel, bölgesel, ulusal bir geçişim oldu. Bu yüzden şimdiki yarışma programlarından çıkanlar gibi 3 ayda şöhrete sahip olmadığım için hayatımda öyle bir kırılma noktası olmadı. Çünkü yavaş yavaş geçtim oraları ama bir yerden sonra bir seçim yapman gerekiyor. Ya memuriyete devam edeceksin ya da bu işe devam edeceksin. Bende memuriyeti bırakıp kendimi bu alanda ilerletmeye karar verdim.

Ardından teklifler gelmeye başladı. Kanal 6 televizyonu vardı o zamanlar. Haberleri seslendirmeye sevgili Hulki Cevizoğlu beni çağırdığı zaman dedim ki bu benim işim. Bir kırılma noktası varsa eğer 1996 senesinde memuriyetten istifa edip artık basın yayın camiasının da çalışacağım dedim ve öylede devam ediyorum.

Peki, memuriyeti bıraktığınız için hiç pişmanlık duydunuz mu?

Bir gün bile pişmanlık duymadım. Çünkü benim yaradılışımda da böyle bir şey var ben tavır olarak da yapı olarak da memuriyet yapacak bir insan değilim. Benim hayatımın çizgisinde kendimi ifade etme, insanlara bir şeyler anlatma ezgisi olduğu için geriye dönüp te 'keşke' demedim.

Para kazanamadığımız dönemler oldu, basında çok sıkıntılı dönemler oldu, krizler yaşandı, ekonomik sıkıntılar yaşadığımız dönemler yaşandı ama yine de keşke memuriyetten ayrılmasaydım demedim.

TRT?de çaycı olarak çalıştığınız üzerine bilgiler var. Bu doğru mu?

TRT?de çaycı olarak çalıştığım bilgisi yanlış bir bilgidir. Ben TRT'de çaycı olarak çalışmadım. Öğrencilik yıllarımda hayatı kazanmak adına hem çalışmak hem de okumak zorundaydım çünkü bir devlet memuru babanın çocuğuydum. Bir devlet dairesinde çalıştım. Belik de onunla TRT'yi karıştırıyorlar. Ben TRT'ye direk seslendirme sınavını kazanarak girdim. Öyle çaycılığım falan hiç olmadı.

Geçmişe dönüp baktığınızda iyi bir radyo programcısı olacağınızı düşünüyor muydunuz?

Ben radyoda da bu kadar tutacağımı, iyi bir radyo programcısı olabileceğimi düşünmüyordum zaten. Çünkü önümde bu işi sorabileceğim bir tane ağabeyin yok, ablan yok, danışabileceğin kimse yok. Ben tamamen deneme yanılma yoluyla kendi kendime öğrendim bu işi.

Ben kabına sığmayan, normal olmayan bir çocuktum ama bir gün şiir okuyarak Türkiye'de bir yerlere geleceğimi, Türkiye'nin beni konuşacağını, şiir denildiğinde akla gelen bir kaç kişiden biri olacağım hiç aklımın ucundan geçmezdi. Bu Allah'ın bir lütfu tabi ki ama bende bunun üzerine istikrarla çalıştım. Bugünkü gençlerde olmayan bir şey varsa istikrardır. Genç kardeşlerime ya da basın camiasında yeni başlamış olan kardeşlerime benim tavsiyem istikrarlı olsunlar ve çok çalışsınlar. O emek bir gün karşılığını muhakkak bulacaktır.

Ben 1993'ten 1996'ya kadar her gece 22.00 ile 01.00 arası yayın yapıyordum ve sabah 8'de devlet dairesinde mesaide oluyordum. Bu herkesin yapabileceği bir iş değil. Aynı zamanda 'karate' hocasıydım o dönemlerde ve ders veriyordum öğrencilere ve vücut bitmeye başladı artık. Hem karate dersi ver, hem devlet dairesinde çalış, hem de gece 3 saat boyunca aralıksız yayın yap ve çok az uyku çok fazla çalışmakla bu günlere geldim. Bugün hayat bize bir standart sunduysa o günlerin semeresidir.

Sonraki süreçlerde de geriye dönüp baktığımız zaman, o günlerle bu günleri örtüştüremiyorsun bile. Sanki aradan 20 yıl değil de 100 yıl geçmiş gibi. Her şey birden bire kendiliğinden gelişti diyebilirim bu konuda.

Şiirlerinizin genelinde bir aşk acısı ve hüzün hâkim. Bedirhan Gökçe'nin geçmişte yaşadığı bir aşk acısı mı var şiirlerine yansıyan?

Bir tane dersek öbürlerine ayıp olur (gülüyor). Aşk acısı yaşamamışsan aşk şiiri yazamazsın, parasız kalmamışsan parasızlığı yazamazsın, ötekileştirilmemişsen ezilmişliği anlatamazsın.

Bir insanın neler yazdığını görürsen onun neler yaşadığını anlarsın zaten. Bunun haricinde her şeyi kendin yaşamanda gerekmiyor. Bazen yanındaki birisinin, eşinin, dostunun hayat hikâyesi de seni etkileyebiliyor ama hepimizin bir potada eriyerek dökülmesi hali gibi geliyor bana yazdıklarım.

Bunlar olmadan şiir yazamazsın. Terk edileceksin, ayrılık yaşayacaksın, hüzünleneceksin ki birde radyo programcısısın başka türlü nasıl anlayacaksın ayrılmış adamın halinden. Bunları yaşayacaksın ki sende ona anlatacaksın ben yaşadım böyle atlattım, zamanla şöyle geçti diye dinleyicinin yarasına merhem olabilesin. Bugüne kadar hayatımda olan herkese sonsuz saygı duyuyorum ve geçmişe dönüp baktığımda 'Keşke' dediğim pek bir şey yok diyebilirim.

Bu işe başlamadan önce kendinize örnek aldığınız birisi var mıydı? Ya da kimleri dinlerdiniz?

Şimdi böyle deyince TRT'de ki ağabeylerimiz, ablalarımız biraz bozulabilir ama ben hakikaten 'Orson Welles'i örnek aldım kendime. Amerika?da çok etkin bir sesi olan, gece radyo yayını yapan ve şiir okuyan bir adamdır 'Orson Welles'. Benim çok iyi bir İngilizcem yok ama bu adam öyle güzel konuşurdu ki; ses tonu, vurgusu, anlatımı, kendi İngilizcesiyle okuduğu şiirler beni çok etkiliyordu.

Tam o sıralarda da 'Günaydın Vietnam' diye bir sinema filmi başladı ve sinema filminde bir radyo programcısının askerler üzerinde, toplum üzerinde ne kadar etkili olduğunu, neler yapabileceği görünce ben böyle bir şey olmalıyım dedim. O adam 'İyi Geceler Amerika' diye yayına başlardı benim sloganımda da ondan esinlenerek 'İyi Geceler Ankara', ulusal olunca da 'İyi geceler Türkiye' demeye başladık.

İş hayatınızla alakalı bir sönünüz var. Kendi deyiminizle 'Gece oturup gündüz yatmak' neden sizin için bu kadar önemliydi?

İnsanın afyonunun patladığı dediğimiz bir zaman dilimi var. Benim afyonumum patlaması akşam saatlerindedir. Benim verimliliğim, yazmam, okumam, çizmem hep gece olmuştur. Gece çalışan bir beyin performansım var ve normalin 2 veya 3 katına çıkıyor geceleri bende ama bakıyorum ki bu bir tesadüf müdür? Hep gece yazdığım yazılar, gece yazdığım şiirler, gece okuduklarımın aklımda kalıyor olmasından dolayı anlıyorum ki ben gecelerin adamıyım.

Şimdi memuriyete bakıyorum hiç benim işim değil. Evrak getir, evrak götür, şu evrakı takip et bunu her hangi birisi de yapar diyordum ama benim şuan yaptığım işi herkes yapamaz. Ben memuriyetten ayrıldım diye devlet batmadı. Birisi geldi ve o evrakları getirip-götürmeye devam etti.

Çocukluktan itibaren askerlikte dâhil hep en geç yatan ben olmuşumdur. Erken kalkmak gündüz iş yapmak bana göre değil, benim dünyam geceler. Dua etim böyle bu şekilde Allah da kabul etti. Ardından haberleri de 3 sene falan okuduktan sonra haberlerinde benim işim olmadığını anladım ve onu da bıraktım.

Peki, Ankara mı? İstanbul mu?

Ben hep şu şekilde yorumluyorum bu soruyu; Ankara benim evim, İstanbul işyerim. Her fırsatta Ankara'ya giderim çünkü ailem orada, çocukluğum orada, geçmişim orada, hayatım orada, sevdalarım orada, hikâyelerim orada. Geçmişe dönük birikmiş ne varsa hepsi Ankara'dadır benim için.

Ben sonradan geldim İstanbul'a. 'Radyo Tatlıses'e gelmiştim 2000 senesinde ama her ay, her hafta, bulduğum her fırsatta gitmişimdir Ankara'ya. Onun için Ankara benim için bir sevdadır ve bunu Ankara'yı sevmeyenler anlayamaz.

Kendinizi en çok yakıştırdığınız alan nedir? Radyoculuk mu? Seslendirme mi? Televizyon programcısı mı? Yoksa şair mi?

Bedirhan Gökçe profesyonel anlamda bir radyo programcısıdır. 21 sene hiç bırakamadığım ve bırakmayı da düşünmediğim bir iş. 21 sene az bir zaman değil. Devlet memurluğuna devam etseydim emekli olurdum herhalde ama bakıyorum ki zaman geçtikçe daha bir profesyonelleşiyorsun, daha bir yerine oturta biliyorsun her şeyi.

Radyoda ki kitlem hep üniversiteli. Bu kitle 20 sene önce de aynıydı şimdi de aynı. Onun için ben kendimi birinci sırada radyo programcısı olarak nitelendiririm. İkinci sırada ise televizyon programcısı ve sahne adamı. Özellikle sahne benim için çok önemlidir. Radyoda ki performansımla sahnede ki performansım çok farklı olsa da kendimi bulduğum bir yerdir sahne benim için. Bunun nedeni de seni seven insanlarla yüz yüze geliyorsun ve binlerce, on binlerce insanın gözlerinin içine bakarak gece karanlık bir kuyuda okuduğun şiirleri paylaşıyorsun.

Herkesin kendine göre bir şiir tanımı var. Bedirhan Gökçe'ye göre şiirin tanımı ve hayatındaki yeri nedir?

Şiir benim için bir hayat biçimi, bir yaşam biçimidir. Özellikle şimdi Facebook'ta ve Twitter'da paylaşırken yılların birikimini paylaşıyorsun aslında.

Şiir 'Darası alınmış söz'dür. Benim dünyamda da ben çok konuşan ve gereksiz konuşan insanları sevmem. Şiir nasıl bir şeyin özetini anlatıyorsa, asıl tohumunu veriyorsa insanlar konuşurken sohbet ederken de böyle bir şey olsun istiyorum.

Hayatınızın şekillenmesinde, söylemediklerinizi söylemenizde ve insanların hayatında da okuduğunuz şiirlerle yer bulmanızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Çok güzel bir duygu. Zaten memuriyeti yapamayacağımı anlamamın birinci sebebi buydu. Benim sözlerim vardı. Funda Arar şarkısında diyor ya 'Hayat belki hep son sözü söyler ama benimde cümlelerim var'. Benimde cümlelerim var insanlara anlatmak istediğim, insanlarla paylaşmak istediğim.

Diğerlerinden artı bir tarafım varsa eğer, benim çocukluğumda, beni yetiştiren ağabeylerimin bir tarafı sağcı, bir tarafı solcuydu ve bundan dolayı da ben hep ortadaki olayları görme şansına sahip oldum. Ben aileden dolayı ikisini de gördüğüm için kimseyi ötelemedim mesela. Sen sağcısın, sen solcusun diye kimseyi ayırmadım ve herkesi olduğu gibi sevdim, olduğu gibi kabul ettim ve insan tarafını önemsedim. Bunu paylaşmak istedim insanlarla. Herkes kendi mahallesini biliyor, kendi çevresini biliyor ama ben diyorum ki bak karşı mahalle var. Gitmesen de görmesen de orada bir yer var sonuçta.

Ben 2 hafta önce Hakkâri?ye gittim konsere ve Türkiye'de Hakkâri?ye giden tek sanatçıyım ben. Bunu oraya gidince anladım. Sınırın öbür tarafı İran. Silahların gölgesinde bir yer orası. Bir sanatçı oraya gitmez ama ben diyorum ki gitmediğin yer senin değildir.

Ben bu ülkenin her tarafına giderim ve gitmediğim yer kalmamıştır herhalde. Demek istediğim İstanbul'da kalıp 'Kuruçeşme'de sahne almak başka bir şey, Hakkâri?de, Şırnak'ta, Batman'da o insanların içresinde sahne almak başka bir şey. Bu yüzdende kendi insanımla ötekileştirmeden, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Alevi, Sünni, sağcı, solcu ayrımı yapmadan insanları Hallac-ı Mansur gibi bağırıma basmışım. Ben ülkemi seviyorum, ülkemin insanlarını seviyorum ve gittiğim her yerde de insanlar beni böyle seviyor.

Radyo'da her zaman söylüyorum burada da söylüyorum. Ben para biriktirmedim. Ben insan biriktirdim. Herkesinde bunu önemsemesini isterim. Para bir şekilde birikir ama insan biriktirmek çok önemli bir şeydir.

Siyah kuşak karateci olduğunuzu biliyoruz. Şairlik ve siyah kuşak arasındaki bağlantı şairin deyimi ile 'Biraz kül, biraz duman' ifadesi tam olarak sizi yansıtıyor mu?

Dövüş sporu yapıyor olman senin kavgacı bir tavrının olduğunu göstermez. Ben futbolu hiç sevmedim halende sevmem. Ben bu dövüş tavrını beğeniyordum. Bizim çocukluğumuzun yılları birazda zorlu yıllardı. Ayakta kalabilmen adına bu mücadeleyi vermen lazımdı. Biz 'Bruce Lee'lerin, ' Muhammed Ali' döneminin çocuklarıyız. O dönem böyle olması gerekiyordu ve iyi ki de yapmışım. Karateden de çok büyük felsefe aldım. Mehmet Çelik hocamın ellerinden öperim bize bir hayat felsefesi verdi.

Ben şiir okuyorum karate nasıl olur diye hiç düşünmedim. Örneğin ben her sene polis akademilerine konserlere gidiyorum orada da polislerin içerisinde birçok şair var. Polisle de şairin ne alakası var o zaman o şekilde baktığınızda. Bu yürek bambaşka bir şey. Şiiri insanın kendi iç dünyasında bir şeydir. Bu zamana kadar şiir ile karate benim dünyamda hiç çatışmadı. Hatta daha karizmatik oldu diyebilirim. Karizma dediğin şey nedir ki zaten? Her şeyden bir parça olan bir şeydir karizma.

'Biraz kül, biraz duman' tam olarak benim diyebilirim bu yüzden. Bu dünya fani önemli olan öbür taraf. Burada ağalar gibi gönderilipte öbür tarafta maraba gibi karşılanmak çok kötü bir şey. Ben Allah'a hep dua ediyorum. Bana nasıl ki bu dünyada bir saygınlık verdin öbür tarafta da o saygınlıkla karşılanmayı nasip et.

HAMZA İNÇ

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.