Batı medyasının Türk-Rus gerilimi beklentisi boşa çıktı

Batı medyasının Türk-Rus gerilimi beklentisi boşa çıktı
Erdoğan karşıtlığı üzerinden Türkiye’yi hedef alan yayınlarını yıllardır sürdüren genelde Batı, özelde Libya’da Hafter’i destekleyen Fransa’nın ana akım medyasında beklenen, hatta belki arzu da edilen bir Türk-Rus ittifakı değil çatışmasıydı.

İstanbul

Batı medyası bundan iki hafta öncesinden başlayarak Libya’nın Türkiye ile Rusya arasında yeni bir çatışma alanı olacağını yazıp çiziyordu. Fransız medyası da Erdoğan-Putin Zirvesi’ni kapsamlı haber ve analizlerle gördü. İki devlet başkanının İstanbul buluşmasını, Le Figaro “Türk-Rus tandemi Libya’ya yerleşiyor”, Le Monde ise “Putin ve Erdoğan İstanbul’da dünyanın jandarmalığını üstlendi” başlığıyla aktardı. Her iki gazete de aralarındaki sorunlara karşın iki ülke ilişkilerinin şaşırtıcı ölçüde geliştiğine dikkat çekti. 

Türkiye ve Rusya, 2015’te düşürülen Rus uçağı krizini de Suriye’de karşıt cephelerde yer almalarından kaynaklanan sorunları da aşmayı başarmış bulunuyor.

Le Figaro’ya göre, aslında “Orta Doğu’da başarılı olan bu yeni ikiliyi kültür ve tarihin birbirinden uzaklaştırması gerekiyordu. Ne var ki stratejik çıkarlar, ekonomi ve karşılıklı çekim, Vladimir Putin ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaklığının birçok uzmanın tahminlerinin de ötesinde uzun sürmesine yol açmış bulunuyor.” Gazetenin İsabelle Laserre imzalı haber analizi, bu başarıda “ABD’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan boşluğun ve zayıf, bölünmüş Avrupa’nın kendini hala bir güç olarak görmediği için boş bıraktığı alanın” rolü olduğunun altını çiziyor. Gazetecinin “bölge” ifadesiyle kastettiği aslında Suriye ve Libya ile sınırlı. Laserre, Erdoğan ve Putin’in birkaç yıl içinde Suriye iç savaşının başlıca aktörleri olduklarını, Suriye’de rejimi Putin’in, muhalifleri Erdoğan’ın desteklediğini, Libya’da da bu ikilinin Rusya’nın isyancı Hafter saflarında yer alan paralı askerleri nedeniyle karşı cephelerde saf tuttuklarını ama bu krizi de yönetmeye soyunduklarını anlatıyor.

Le Monde’un Marie Jégo ve Laure Stéphane imzalı analizinde, Türkiye’nin aslında Rusya’nın terörist saydığı YPG’yi Suriye’nin kuzey-doğusundaki hakimiyet bölgesinden çıkartmadığı için memnun olmadığına vurgu yapılıyor. Sanki Fransa daha ileri giderek onları “öz müttefik” ilan etmemiş gibi, bu sorunun varlığı sadece Rusya’ya fatura ediliyor. Analizde ayrıca rejimin Türkiye’nin yanı sıra, Fransa dahil Avrupa’yı da rahatsız edegelen İdlib'deki saldırılarına da işaret ediliyor. Putin’in Ankara’ya gelmeden önce gittiği Şam’da Esed ile konuyu ele aldığına değinen gazete, Rusya’nın özellikle Süleymani suikastından sonra Suriye’deki kazanımlarını kaybetmemek için rejimi ve büyük destekçisi İran’ı bölgede kırılgan dengeleri bozmamaları için dizginlemeye çalıştığının, bu açıdan Türk müttefikinin katkılarını çok değerli bulduğunun altını çiziyor.

Oysa Erdoğan karşıtlığı üzerinden Türkiye’yi hedef alan yayınlarını yıllardır sürdüren genelde Batı, özelde Libya’da Hafter’i destekleyen Fransa’nın ana akım medyasında beklenen, hatta belki arzu da edilen bir Türk-Rus ittifakı değil çatışmasıydı. Ama Türkiye ve Rusya, 2015’te düşürülen Rus uçağı krizini de Suriye’de karşıt cephelerde yer almalarından kaynaklanan sorunları da aşmayı başarmış bulunuyor.

Türk-Rus çatışması beklentisi

Batı medyası iki hafta öncesinden başlayarak bu defa Libya’nın Türkiye ile Rusya arasında yeni bir çatışma alanı olacağını yazıp çiziyordu. Fransa’nın resmi radyolarından France Culture’de geçen 26 Aralık’ta yayınlanan uluslararası basınla ilgili günlük program “Libya, Türkiye ile Rusya arasında gelecek muharebe alanı mı?” başlığını taşıyordu. Programı sunan Camille Magnard, bu başlığın o gün İspanyol El País’in yayımladığı “Libia, el nuevo campo de batalla entre Turquía y Rusia” başlıklı analizden esinlendiğini belirtmiş ve Türkiye Libya’ya asker gönderirse ileride iki ülke vatandaşı askerlerin sahada göğüs göğüse savaşma olasılığına dikkat çekmişti.

Bugün genelde Batı’nın özelde Fransa’nın bölgeye yönelik siyaseti, yüzyıl önce Osmanlı’yı olduğu gibi, Türkiye’yi de hasım, hatta düşman görüyorsa, Türk-Rus dostluğu ve işbirliği daha da büyük önem taşıyor.

Courrier International’de 7 Ocak’ta yayımlanan konuyla ilgili haber analiz de ne hikmetse benzer bir başlık taşıyordu: “Çatışma. Libya Putin ve Erdoğan’ın yeni oyun alanı.” Kaynak olarak İtalyan L’Espresso dergisinde Francesca Mannocchi’nin imzasıyla yayımlanan yazıyı gösteren gazete, tüm tarafların farklı pozisyonlarının yanı sıra, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekleyen ama isyancılarla da görüşerek arabuluculuk yürütmeye çalışan İtalya ile Hafter’e DEAŞ’la mücadelede etkin olduğu bahanesiyle destek veren Fransa arasındaki farklı konumlanmaya işaret ediyordu. Dergideki bilgilerden Libya’da hangi ülkenin, hangi ülkeyle karşı karşıya geldiği anlaşılıyordu ama ön plana çıkarılan, Türkiye’nin örneğin YPG/PKK’ya verdiği destek nedeniyle Fransa ile değil Suriye’de her şeye karşın işbirliği yaptığı Rusya ile çatışma olasılığıydı.

Siyaset ve tarih

Le Monde ayrıca 9 Ocak tarihli Tribune köşesinde “Les Pachas du Sultan” başlıklı kitabı “Sultan’ın Paşaları” adıyla Türkçeye de çevrilmiş olan Osmanlı tarihi uzmanı Profesör Bouquet’nin “Erdoğan ve Libya’da tarih politikası” (Erdogan et la politique de l’histoire en Libye) başlıklı bir yazısını yayımladı. Bouquet bu yazısında çok tartışmalı bir yaklaşımla, Erdoğan’ın Libya’ya asker göndermesini ülkenin 1912’ye kadar Osmanlı toprağı olmasıyla izah ettiğini ve bunun da “yayılmacılığını savunmak (ve iktidarını korumak) için tarihi araçsallaştırmak” olduğunu ileri sürüyor. Oysa bu kararın gerekçesini Libya’nın Osmanlı geçmişi oluşturmuyor. Bouquet’nin iddia ettiği gibi tarihte Osmanlı’ya ait olmuş her yerin bir gün yeniden Türkiye’nin parçası olmasını öngören “Erdoganizm” diye bir ideoloji de yok. Ama evet, yazdığı gibi, Yunanistan, Kıbrıs (GKRY), İsrail ve müttefiklerinin Akdeniz’e en uzun kıyıya (1577 km) sahip Türkiye’yi dışlayarak ve uluslararası hukuka aykırı biçimde bölüşmesine dur demek, öne sürdüğü gibi Erdoganizm’in olmasa da Türkiye’nin ulusal çıkarlarının gereği.

Bouquet yazısında Türkiye’deki muhalefetin iktidara yönelttiği “Libya’ya gidip ne yapacağız” sorusunu içselleştiriyor ve Erdoğan’a “yeni Osmanlıcı” sıfatını yakıştırıyor. Aynı yaklaşımı benimseyecek olursak, Fransa’nın Libya’da ne işi olduğunu sormak ve Libya’yı karıştırmış olan Sarkozy’den başlayarak, Hollande ve Macron’u “yeni kolonyalist” olarak damgalamak hakkımız. Ama kuşkusuz çok daha önemli olan şu sorunun yanıtını almak: Fransa’nın biri sağda, diğeri solda, biri ne sağda ne solda üç cumhurbaşkanı, ortak bir deniz sınırı ve tarihsel/kültürel ortaklığı bulunmayan bir ülkeye, oradaki meşru hükümeti değil de isyancı güçleri desteklemek amacıyla neden özel kuvvetlerini gönderir?

Fransa sadece Libya’da değil, eski kolonilerinin bulunduğu bölgelerde de askeri varlığını sürdürüyor. Doğu Akdeniz’de ise Yunanistan’la birlikte Türkiye’nin karşısında. Suriye’de Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan ayrılıkçı terör örgütlerini destekliyor. Fransa bu politikalarıyla yüzyıl öncesine dönmüşse, Türkiye’de Olivier Bouquet’nin tanımladığı gibi, “milliyetçi, anti-emperyalist” bir tepkiyle karşılaşması doğal. Ama yanıldığı bir nokta var: o da Kemalizm’e benzettiği bu eğilimin, yukarıda belirttiğimiz gibi, “Erdoganizm” adını verdiği ve pusulasının İslamcı olduğunu iddia ettiği ayrı bir ideoloji olmadığı gerçeği.

Bugün genelde Batı’nın özelde Fransa’nın bölgeye yönelik siyaseti, yüzyıl önce Osmanlı’yı olduğu gibi, Türkiye’yi de hasım, hatta düşman görüyorsa, Türk-Rus dostluğu ve işbirliği daha da büyük önem taşıyor. Kurtuluş Savaşımızın başarısında, Çarlık Rusya’sının Ekim Devrimi ile yıkılarak İtilaf Devletleri bloğundan çekilmesinin ve Bolşeviklerin desteğinin nasıl rolü olmuşsa, bugün de Erdoğan ile Putin arasındaki yakınlaşmanın bölgesel sorunların iki ülkenin çıkarlarına uygun olarak çözümüne katkıda bulunduğu aşikâr. Genelde Batı özelde Fransız medyasının, Suriye’de olduğu gibi, Libya’da da Türk-Rus çatışması beklentisini uzun süre dillendirmiş ve sonunda düş kırıklığına uğramış olması bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor.

[“Agur, ETA artık yok” (Aralık 2018), “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli” (2006) ve “Euskal Herria: İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” (1999) kitaplarının yazarı olan Akın Özçer emekli Dışişleri mensubudur]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.