Batı medyasında tezvirat harekattan önce başladı
Batı medyasında tezvirat harekattan önce başladı
Tarihsel olarak Türkiye konusunda bagajları bulunan Amerikan medyası, gelinen noktada, hukuki bir sınır veya gazetecilik ilkesi tanımaksızın, Türkiye karşıtı mesajların hedef kitleyle paylaşılabildiği bir zemine saplanmış durumda.
ABD Başkanı Donald Trump, 9 Ekim’deki açıklamalarından birinde, eski Başkan Barack Obama’nın PKK’yı Türkiye sınırına getirerek “ölümcül bir hata” yaptığını belirtti. Bu açıklamayla birlikte PYD-YPG-SDG isimleri üzerinden Türkiye’ye söylenen “bunlar PKK değil, farklı oluşumlardır” yalanı bir kez de ABD başkanı tarafından ifşa edilmiş oldu. Trump gerçeği söyleyerek, Obama döneminde Türkiye karşıtı bir düzleme oturtulan Amerikan politikasının, Suriye’de terör örgütü PKK ile işbirliği içinde olduğunu da ifade etmiş oldu.
- Barış Pınarı Harekatı başladı
- Türk savaş uçakları Barış Pınarı Harekatında 30 kilometre derinliğe girdi
- MSB: Barış Pınarı Harekatı'nda sadece teröristler hedef alınmaktadır
- Karargah'ta sabahın ilk saatlerine kadar yoğun mesai
- 'Barış Pınarı Harekatı'nda şimdiye kadar 109 terörist etkisiz hale getirildi'
- Tel Abyad'ın batısındaki El Yabse ve Tel Fander köyleri terörden arındırıldı
- Barış Pınarı Harekatı'na 'yerli ve milli' damga
- Barış Pınarı Harekatı'na ilişkin paylaşım ve haberlere soruşturma
Şu anki şartlarda bakıldığında, Batı medyasındaki yayınların arka planında iki gerekçe var gibi görünüyor. Birincisi, çok geniş bir arka planı bulunan Türkiye karşıtlığı; ikincisi ve şu anda sanki daha yoğun şekilde öne çıkan gerekçe ise PKK-YPG-PYD üzerinden yapılan planların zarar görmesi.
Obama dönemine yapılan atıf, şimdilerde Amerikan medyası üzerinden yürütülen PKK yandaşlığı kampanyasının başlangıç noktasını da oluşturuyor. Tarihsel olarak Türkiye konusunda bagajları bulunan Amerikan medyası, Obama dönemiyle birlikte iyice Türkiye karşıtı bir söylemi içselleştirdi. Gelinen noktada, Amerikan medyası herhangi bir hukuki sınır veya gazetecilik ilkesi tanımaksızın, Türkiye karşıtı mesajların hedef kitleyle paylaşılabildiği bir zemine saplanmış durumda.
Son bir haftada yapılan haberler, yazılan analizler ve paylaşılan görseller, adeta bir mafyanın tüm elemanlarının toplu şekilde “hakikate ateş ettiğini” gösteren bir manzarayı teşkil ediyor. Gerçek olabildiğince çıplak olmasına rağmen, onu görüp anlamak yerine, asparagas haberler aracılığıyla ateş etmeyi tercih etmiş durumdalar. Gazetecilik adına kabul edilebilecek bir durum olmasa da hem ABD medyası hem de zaten ondan bir adım önde koşma pratiği olan Avrupa medyası, eski alışkanlıkları konusunda yeni bir rekor denemesi peşindeler. Bu yüzden olsa gerek Türkiye karşıtı içeriklerde büyük oranda artış var. Bu tercihin bir uzantısı olarak Türkiye’nin operasyona başlama kararını da bu çerçevede aktardılar. Yaklaşımlarının odağını “DEAŞ ile mücadele sekteye uğrayacak”, “DEAŞ geri gelecek”, “müttefikimiz Kürtler katlediliyor”, “Türkiye’nin Kürtlerle savaşı” gibi başlıklar oluşturuyor.
Tarafsızlığın kaybedilişi
Avrupa ve ABD medyasındaki Türkiye karşıtlığının kökenleri epey geçmişe gidiyor. Bu karşıtlığın ekonomik, siyasi, dini ve tarihi kökenleri var. Bir terör örgütüne karşı uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak ve meşru müdafaa kapsamında yapılan operasyon karşısında gösterilen tepkinin aşırılığı, ancak normalin kaybedilmesiyle açıklanabilir. Hâlbuki Batı medyasının tam olarak buna ihtiyacı var.
Batı medyasının giderek daha da agresifleşeceğini, gerçeklikten tamamen koparak fantastik bir kara propaganda aygıtına dönüşeceğini öngörmek zor değil.
Bir terör örgütü olarak PKK, uzun bir zamandır Avrupa ülkeleri, BM, AB ve ABD’nin terör örgütleri listesinde bulunuyor. Bu gerçeğe rağmen Batı medyasının Türkiye karşıtı cephede buluşarak genel yayın politikalarını PKK-YPG-PYD savunuculuğu bağlamında şekillendirmesi iki açıdan sorunlu: Birincisi, bu tutumlarıyla gazeteciliğin evrensel hukuk kurallarıyla uyumlu ilkelerinin dışına çıkmış oluyorlar. Türkiye’nin uluslararası hukukun kendisine tanıdığı haklardan hareketle bir terör örgütüne yönelik gerçekleştirdiği operasyonu normal şartlarda desteklemeleri gerekirken aksine bir pozisyon almış durumdalar. Aralarında kamu kurumları da bulunan ilgili medya kuruluşlarının, kendi ülkelerinin de bu örgütü terörist olarak tanıdığını yeniden hatırlaması gerek. ABD Başkanı Trump’ın bizzat “PKK” adını kullanarak atıfta bulunduğu bir örgütten bahsediyoruz.
İkincisi, gazeteciliğin öngördüğü tarafsızlık ilkesi gereği Türkiye’nin tezlerinden de bahsedilmesi gerekirken, Batı medyası bir koro halinde ezberlenmiş sloganları, üstelik terör örgütü PKK lehine seslendiriyor. Bunu yaparken mültecilerin geri dönüş imkanını göz ardı ediyor. PKK tarafından işlenen çocuk, kadın, yaşlı cinayetlerini görmezden geliyor. PKK ve Suriye’deki uzantısı PYD-YPG’nin 10-15 yaşlarındaki çocukları zorla ailelerinden kopararak teröristleştirdiğine değinmiyor. Marksist-Leninist bir ideolojiye sahip PKK’nın ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirerek yüzbinlerce Kürdü ve Arabı sürgün ettiğini, bu insanların çoğunun da Türkiye’de mülteci olarak yaşadığı bilgisini aktarmıyor. Sivillere ait evlerin ve tarım arazilerinin teröristler tarafından yıkıldığından ve çiftçilerin hayvanlarına zorla el konulduğundan da bahsetmiyor. Batı medyası normali unuttuğu için, habercilik yapmak yerine, PKK-PYD-YPG üyesi teröristleri DEAŞ ile mücadele üzerinden mitleştirmenin peşine düşmüş durumda. 2015’ten bu yana ajandaları böyle şekillenmiş halde. Haber metinlerindeki dayanaklarını açıklarken de “Ortadoğu’da İsrail’den sonra ikinci müttefikimiz, seküler Kürtler PYD-YPG” ifadelerinin öne çıktığı görülüyor. Dolayısıyla arka planda bu tür bagajlar olunca, Batı medyasına yansıyan haberler de tarafsızlığını yitirmiş propaganda içeriklerine dönüşüyor.
Bayatlamış iddialar
Bu bağlamda Türkiye karşıtı içeriklere bakıldığında, belirli önyargıların pişirilip pişirilip öne çıkarıldığı göze çarpıyor. Türkiye ne zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket etse, Batı kamuoyunun önemli bir bölümü bu durumu genel olarak kendi aleyhine görerek ona göre pozisyon alıyor. Yakın dönemdeki her pozisyon alışında da benzer iddiaların manşetlere taşındığı söylenebilir. Bu iddiaların ilkini DEAŞ bağlamında üretilen yalan haberler oluşturuyor.
Türkiye terör örgütü DEAŞ ile sahada çarpışarak onu El-Bab ve Cerablus’ta yenen tek ülke olmasına ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı açıklamalarından dolayı örgütün hedefinde olduğuna dair pek çok yayın bulunmasına rağmen, aynı iddiaların Batılı yayın organlarında düzenli bir şekilde tekrarlanması, Türkiye’ye karşı önyargılı bir bakış açısının varlığını gösteriyor.
İddiaların ikincisini, Türkiye’nin sivilleri hedef aldığı yalanı oluşturuyor. PKK tarafından üretilen yalan haberlerin paylaşılmasıyla dolaşıma sokulan bu türden içerikler de ilgili haberlerde kullanılabiliyor. PKK daha önce farklı coğrafyalarda gerçekleşen çatışma veya şiddet olaylarında ölen ve yaralanan insanlara ait fotoğrafları, sanki TSK operasyonunda gerçekleşmiş gibi sosyal medya hesaplarından paylaşarak Türkiye karşıtı propaganda yapma çabasında. Normal şartlarda kısacık bir araştırmayla ilgili görsellerin gerçekte ne olduğuna ulaşmak son derece kolayken, bu zahmete katlanma gereği duymayan bazı yayın organları PKK propagandasının gönüllü alıcısı ve dağıtıcısı konumunu kabulleniyorlar. Halbuki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde çalışan ilgili birimler ve Anadolu Ajansı bu görsellerin sahte olduğunu ve gerçekte nerede ve ne zaman çekildiğini çok hızlı bir şekilde ortaya çıkararak kamuoyuyla paylaşıyor.
Üçüncü ana iddiayı oluşturan ise “Türkiye Kürtleri hedef alıyor” yalanı. Haberlerde ve köşe yazılarında terör örgütü PKK, YPG, PYD demek yerine “Kürtler” ismi bilinçli olarak kullanılıyor. Türklerle Kürtler arasındaki bin yıllık kardeşliği baltalayabilmek için tercih edilen bu kullanım biçiminin gerçekle hiçbir alakası yok. Bunun en temel kanıtını ise bizzat PKK tarafından Suriye’den sürgün edilen yaklaşık 400 bin Kürdün Türkiye’de yaşaması oluşturuyor.
Aynı şekilde Diyarbakır’da HDP il başkanlığı önüne giderek çocuklarını geri isteyen annelerin oturma eylemi, Türkiye’deki Kürtlerin PKK’ya karşı tepkisinin ve aradaki mesafenin göstergesidir. Kürtlerin başta AK Parti olmak üzere farklı siyasi partilere yüksek oranlarda oy vermesi ve PKK ile savaşarak yurtlarını koruyan 80 bin korucunun varlığı, Batı medyasında zikredilen “Türkiye’nin Kürtlerle savaşı” yaklaşımının tam bir iftira ve kara propaganda olduğunun kanıtıdır. Bu söylemin yoğun şekilde tekrarlanmasının arka planında ise aslında bu bin yıllık kardeşliğin sahada elde ettiği başarılar ve ortaya koyduğu medeniyet bilinci bulunuyor. Bu kara propagandanın hedefi, ayrıştırıcı bir kavramı sürekli tekrar ederek, asırlar boyunca toplumsal bilince işleyen kardeşlik duygusunu zedelemektir.
Medya sorumlu olmalı
Bu haberleri yazan ve yayımlayan medya kuruluşlarına bakıldığında, Batı merkezli kamu yayıncılarının da özel kuruluşların da ortak bir dil kullandığı görülüyor. Aralarında BBC, AFP, New York Times, AP, Reuters, CNN ve DW gibi ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa kökenli medya gruplarının yer aldığı pek çok yayın organının benzer tonda ve benzer argümanlarla Türkiye aleyhine içerik üretmesi güncel durumla açıklanabilecek türden bir durum değil. Bu yüzden mevcut yayınları ve siyasi yaklaşımları irrasyonel, ideolojik bir ajandanın uygulanması olarak değerlendirmek mümkün. Bu bağlamda öne çıkan medya içeriklerinin nasıl bir söylem üzerinden şekillendiğini de hatırlatmakta yarar var.
Mesela AP haber ajansı ilk günden bu yana harekâtı “işgal” olarak tanımlıyor ve haberlerinde bu kavrama yer veriyor. Wall Street Journal gazetesi harekâtı “Kürtlerin topraklarının ele geçirilmesi” şeklinde aktarıyor. CNN ise operasyonu “saldırı” olarak tanımlayıp PKK-YPG yerine “Kürtler” ifadesini kullanmaya devam ediyor. NBC News’ün haberinde olduğu gibi, DEAŞ’ın bu süreçten faydalanarak saldırılarına yeniden başladığına dair haberler öne çıkartılıyor ve sık sık “DEAŞ’a karşı mücadeleye Türkiye zarar veriyor” propagandası yapılıyor. Bu konudaki en “kaçık” yorumları yapanların başında ise David Ignatius geliyor.
Aralarında Foreign Affairs’in de yer aldığı (daha kıdemli gibi görünen) yayın organları ise Türkiye’nin 40 yıldır mücadele ettiği terör örgütü PKK’ya karşı yürütülen harekâtı “Erdoğan’ın siyasi kariyeri” veya “Saray’ın geleceği” gibi yorumlarla sunma çabasındalar. Hedefleri operasyona gölge düşürmek ve itibarsızlaştırmak. Yani Batı medyası yapabileceği tezviratın tamamını sergilemek konusunda ısrarcı.
Şu anki şartlarda bakıldığında, Batı medyasındaki yayınların arka planında iki gerekçe var gibi görünüyor. Birincisi, çok geniş bir arka planı bulunan Türkiye karşıtlığı; ikincisi ve şu anda sanki daha yoğun şekilde öne çıkan gerekçe ise PKK-YPG-PYD üzerinden yapılan planların zarar görmesi. Nitekim Batılı ülkeler, Kürtlerin içinden koparabileceklerini düşündükleri bir terör örgütüne siyasi, sosyal ve ekonomik olarak on yıllardır yatırım yapıyor. DEAŞ üzerinden kurguladıkları mitleştirme faaliyetiyle, bu süreci belirli bir toprak parçasında somutlaştırma konusunda yol aldıklarını düşünüyorlardı. Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtı tam da böyle bir zaman diliminde tüm kurguyu ve yalanlarla tasarlanmış haberleri darmadağın etti. Kabullenemedikleri şey, PKK’nın yenilgisinden ziyade, yaptıkları yatırımın boşa çıkmış olmasıdır. Bu yüzden Batı medyasının giderek daha da agresifleşeceğini, gerçeklikten tamamen koparak fantastik bir kara propaganda aygıtına dönüşeceğini öngörmek zor değil.
[İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır aynı zamanda Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.