BASKILARA KARŞI ASİL DURUŞ
İnsan, yakın menfaatine karşı çok hırslı, aşırı meyyal ve aceleci yaratılmış, dünya hayatı ona çekici kılınmıştır.
İlerisi için daha güzelleri vaat edildiği hâlde onları beklemeye tahammülü yoktur. Müptelâsı olduklarının ilk sıralarında; mal, makam ve tüm câzibesiyle ?karşı cins? gelir.
Bunlar en kuvvetli sâiklerdir. Dünya hayatının en ağır imtihan konularıdır. Hâlbuki bunlar cennet nimetleri yanında oyun ve oyuncaktan ibarettirler. Pekmezi gören veya kokusunu alan sinek, nasıl derhal ona saldırır ve onda boğulursa; iradesi, inancı ve ahlâkî değerleri zayıf olan insan da, fıtraten tutkun olduğu bu imtihan konularında çok defa nefsine yenik düşer ve hüsrâna uğrayanlardan olur.
HZ. HÜSEYİN?E KIYABİLMEK
Mesela: Gözünü hırs bürüyen bu kişi bir politikacı ise; onun toplumuna verdiği zararı, bir sürüye dalan/saldıran iki aç kurt veremez. Yahut bu hâris adam mevki düşkünü ise, kendisine vaat edilen makam uğruna, tüm ümmetin sevgilisi Hz Hüseyin?in kanını akıtıp canına kıyabilir. Veya bu kişinin mala aşırı düşkünlüğü varsa, onun peşine takılır ve önce mûnis bir ?mescit güvercini? olmaktan feragat eder. Sonra, vadilere sığmayacak kadar artan malı kendisini o kadar meşgul eder ki, cuma namazlarına dahi gelemez, daha sonra da zekâtı vermeyi reddederek küfre ve dalâlete gark olur.
?BİZ ZATEN RABBİMİZE DÖNECEĞİZ?
Ve mesela: Tiranların bir numaralı örneği Hz. Musa dönemindeki Firavun?dur. Çok aşırı gitmiştir amma, onu uyarmak herkesin kârı değildir. Zira saltanatı onu o kadar şımartmıştır ki, kendisini ihtiyaçtan müstağnî görmüş ve ?Tanrı? olduğu zehabına kapılmıştır. Ancak, İlâhî bir plânla onun ocağında yetişen bir civan serpilip büyümüş, Hakkın elçisi olmuştur. Firavun?u uyaracak zât da işte; Allah?ın gücünden başka kuvvet tanımayan bu Peygamberdir, yani Hz. Musa? Hz. Musa Firavun?a; ?Ben Hakk?ın elçisiyim! Rabbime kulluk et!? deyince, Firavun: ?Senin Rabbin de kim? Sizin en yüce Rabbiniz benim? diyerek alenen Hakka isyanını ilan etmiştir. Bununla da kalmamış en meşhur sihirbazlarını halkın önüne getirerek Hz. Musa?yı ilzam ve mağlup etmek istemiştir. Ancak sihirbazların bir isteği vardır: Gösteride üstün gelirlerse ödüllendirilmek! Firavun da onlara: ?Evet! Eğer galip gelirseniz hem ödüllendireceğim, hem de yakınlarımdan olacaksınız? der.
Fakat netice umdukları gibi olmaz. Hak elçisi Hz. Musa galip gelir. Bu gösteri sonucunda Hz. Musa?nın Peygamber olduğunu anlayan sihirbazlar derhal; ?Biz Musa?nın Rabbine iman ettik? deyiverirler. ?Benden izin almadan mı? Ayaklarınızı-ellerinizi çaprazlama kesip sonra da şu ağaca sizleri astıracağım!? der Firavun. Küfür karanlığından henüz kurtulmuş olan bu taptaze müminlerin, ölüm tehdidine karşı verdikleri cevap oldukça ilginçtir. Hiç fütur etmeden şöyle derler: ?Önemli değil! (Bizi ölümle tehdit ederek korkutamazsın!) Biz zâten Rabbimize döneceğiz!?
Evet? Bu müminler Firavun?un korkunç tehdidine hiç aldırış etmezler. Bu nasıl çelik bir irade ve nasıl bir imandır? Böyle sağlam bir imanı bugünün -biz- müminlerine de nasip et yâ Rab!
RABBE İNANANLARIN DURUŞU: ASİL DURUŞ
Hz. Yusuf da, sosyal statüye sahip güzel bir kadınla imtihan edilir. Bulunduğu makamı kadınlık câzibesiyle tahkim eden bu sevdalı dilber, ortamı hazırlamış ve Hz. Yusuf?a; ?haydi gel!? diyerek, reddi müşkül bir davette bulunmuştur. Bununla da yetinmemiş, ?Ya dâvetime uyarsın, ya da seni zindanda çürütürüm!? diyerek onu ağır bir ceza ile de tehdit etmiştir. Hz. Yusuf da: (Hâşâ! Davet ettiğiniz şeyden) ?Allah?a sığınırım.? ?Bana zindan, bu çirkin davetten daha güzeldir.? (Böyle bir davete uymaktansa zindana girerim.) cevabını verir.
İşte Rabbine gerçekten inananların duruşu böyledir! ?Asil Duruş? dediğimiz de budur. Böylesi ağır imtihanlarda ancak; asil duruş ve güçlü iman sahipleri başarılı olurlar. Bunlar Hakkın rızasına odaklanmışlardır. Dünya metaı onları bağlamaz. Zira ilâhî rızaya kavuşanlar, bütün arzularına zaten kavuşacaklardır. Bu seçkin insanlar, tarihin yüz akıdırlar. Ve ?Hak? eksenlidirler. Hakk?ın pervanesi olmuşlardır.
Böyleleri, dalkavukluğu asla sevmez ve çekinmeden en celâlli cihan padişahının hatalı uygulamalarına karşı çıkar. ?İtiraz mı edersin? Benden korkmaz mısın bre paşa!? diye gürleyen padişaha da; ?Padişahım! Allah korkusu gönlümü öyle kuşatmıştır ki, sizden gelecek korkuya yer yoktur.? derler.
Onların gönlüne Allah korkusundan başka korku girmez. Tehditlere asla boyun eğmezler. ?Ekmeğini keserim? diyen Nemrut bozuntularına da ?Elinden geleni esirgeme! Âlemlerin Rabbi beni rızıklandırır.? derler. Aslında bunlar bu davranış örneklerini, Hz. Peygamber?in (SAV) arkadaşlarından almışlardır. Nitekim bir sahabî Halife Hz. Ömer?in üzerindeki elbisenin hesabını sormuş ve ?Bunun hesabını vermedikçe sana itaat etmeyiz? demişti. Ne mutlu, uyarılarıyla yöneticisine yön verme cesareti gösteren böyle kahramanlara!
HZ. YUSUF, KADININ TUZAĞINDAN KURTULDU AMA!..
Zira bu sarsılmaz duruş, herkesin kârı değildir. Bir insan veli olsa bile ayağı kayabilir, dünya metaına meyledebilir ve dili sürçebilir! Nitekim Hz Yusuf, Allah?ın rahmeti ile o kadının tuzağından kurtulmuştu amma, zindandan kurtulan (saraydaki işine geri dönen zindan) arkadaşına: ?Benim adımı efendinin (Mısır padişahının) yanında an! (Benim durumumu ona söyle! Belki insaf eder de buradan beni çıkarır) demişti de, bir sultandan medet umduğu için yedi sene daha kalmıştı zindanda! Burada İlahî bir nükte ve biz zayıf insanlara çarpıcı bir ders vardı! Tabii ders alan kaldı ise!
GÜNÜMÜZE DÖNERSEK?
AKP; yaklaşık on sene önce Türkiye?yi yönetmek üzere iktidara yürürken; dürüstlük, ahlâk ve maneviyât hırkasına bürünmüş ve öncelikle üç kötülüğü ortadan kaldırmayı vaat etmişti. Bunlar: Yoksulluk, yolsuzluk ve demokrasinin önündeki yasaklardı. Halkımız da bu vaat ve söylemlere inandı ve AKP?yi üst üste üç defa iktidara getirdi. Hem de oylarını artırarak! AKP iktidarları süresince Türkiye?nin kazanımlarının neler olduğu geniş bir araştırma konusudur. Ancak konumuz, bunu irdelemek değildir. Maksadımız, AKP?nin yaptığı yanlışlar karşısında, uyarı görevini yapmayanlara şöyle bir dokunuvermektir.
Umarım bir safdil çıkıp ?AKP yanlış yapmadı ki!? deme ahmaklığını göstermez! Çünkü bu iktidar döneminde sayıya gelmez hatalar yapılmış ve çok çamlar devrilmiştir. Annan Planı ve KKTC?nin getirildiği nokta, sözde Kuzey Irak yönetimi, Kürt açılımı sonunda gelinen nokta, AB?nin zorlamasıyla idamın kaldırılması, karşılıklı rızaya dayalı zinanın suç olmaktan çıkarılması, tutuklulukların uzayıp gitmesi ve adaletin hızla güven kaybına uğraması, aile reisliğinin muallâkta bırakılması ve bunlara dayalı olarak boşanmaların ve ahlâksızlığın hızla yaygınlaşması, ABD?nin BOP planına, Sayın Başbakan?ın fiilen ortak olması, ?Deniz Feneri? davasında görüldüğü üzere, iktidar yakını bazı kişi ve kurumların adlî ve idarî yönden soruşturulmalarının ?kefâlet? zırhı ile veya hukuka büründürülmüş bazı müdahalelerle önlenmesi ve dostluk, ailevî boyutlara ulaşmışken, savaş aşamasına ulaşan Libya ve Suriye ilişkileri? ilk akla gelenlerdir.
TARAF BASIN İKTİDARIN SUÇ ORTAĞIDIR
Başta mukaddesatçı (!) bilinenler olmak üzere; uyarı görevini yapmayan basın iktidarın suç ortağıdır.
Bir çırpıda sıralanıveren bu büyük yanlışların suç ortağı, özellikle mukaddesatçı (!) bilinen basındır. Çünkü bunlar, yanlışa ses çıkarmamış, hatta doğru göstermiştir. Mesela; KKTC?de Annan planı halkoyuna sunulurken, bu gazetelerden bazılarının manşetten verdiği müjdeli (!) haberlere göre; Kıbrıs Türk halkı ?evet? derse, üzerine yağmur gibi yardım yağacaktı. KKTC Dünya devletlerine tanıtılacak, komşularımızla ?sıfır problem?le / kardeş gibi yaşayacaktık! Uzun süreli tutukluluklar adalete ve hukuka uygundu. Çünkü bunlar terör örgütü kurmakla bunu hak etmişlerdi! Kısaca AKP iktidarının yaptıkları bütünüyle haklıydı ve doğruydu! Tartışmaya gerek bile yoktu. Anayasa değişiklikleri için, mezardakilerin ruhlarından bile yararlanılmalıydı! Çünkü demokrasi için bu değerdi ve gerekliydi! Zira bir ?Hocaefendi? böyle buyurmuştu! Diğer bir kısım basın da, maliyecilerin takibine uğramaktan korktuğu için dik duramamış, susmakla yanlışlara ortak olmuştur.
Ancak uyarı görevi olanlar şu veya bu zaafları nedeniyle susturulsalar da artık kralın çıplak olduğunu, birazcık basireti olan herkes görüyor olmalı. Sonuç olarak; yöneticisinin kamuya ait yanlışını örtbas edenleri veya yanlışını da doğru sayarak onları ?Rab? makamına yükseltenleri Allah affetmeyecektir. Çünkü bunlar şirke düşmektedirler. (Bkz: Tevbe, 31)
İLAHİYATÇILAR, KANAAT ÖNDERLERİ, DANIŞMANLAR ? UYARMA MEVKİİNDE
Şu var ki uyarı meselesi sadece basına ait bir görev değildir. Bilim adamlarımız, milletimizin yüksek maliyetler ödediği vekilleri, danışmanlar ve kanaat önderleri de yöneticileri uyarma mevkiindedirler. Lâkin bunların sesleri de son derece kısıktır. Sanki dilleri tutulmuştur. Oysa yüzlerce ilâhiyatçı-hukukçu profesörümüz ve bunların bir misli de toplumbilimcimiz vardır. Keza ekonomi profesörümüz de çoktur. Ve bunlar bizim kanaat önderlerimiz ve kılavuzlarımızdır. Yolumuzu aydınlatması gereken kandillerimizdir. Gözümüz onların üzerindedir.
?HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR?
Bilim adamı, iktidarların yanlışları karşısında susarak dilsiz şeytan konumuna düşemez, düşmemelidir. Milletvekili milletine vekâlet etmekle görevlidir. Vekil veya müsteşar, kendisini o makama getirenleri veli nimeti olarak görür ve işlenen cürümleri görmezlikten gelirse, atama makamının kulu haline gelir. Liderlerinin her sözünü mutlak doğru kabul edenler, onları ?Rab? edinmiş olurlar. Zira bunlar iradelerini liderlerine ipotek etmişlerdir. Allah rızasını umanlar ise, yeri gelince makamlarını ve mallarını fedaya hazır olmalıdır. Ancak bu takdirde asil duruşlarını korumuş olurlar. Aksi halde yanıltıp peşlerine düşürdükleri halkın eli, dünyada ve ahirette sahte rehberlerin yakalarında olacaktır.
Ancak unutulmamalıdır ki, ?hamil-i kart yakınımdır? türünden kollamalarla, hak etmediği ve lâyık olmadığı makama ve servete konanlardan, velinimetleri konumundaki güç sahiplerini uyarmaları beklenmemelidir. Çünkü bu gibiler, iktidarın sadece nimetlerine talip olmakla, daha işin başında iradelerini onlara devretmişlerdir. Kendilerine lütfedilen makam veya servet karşılığında, iradelerini beyan etme ehliyetleri ellerinden alınmıştır. Gerçi böylece iktidarın hışmına uğramaktan kurtulmuşlardır amma, mazeretleri aslâ Hak nezdinde geçerli değildir. Halkı yanıltmaktan dolayı sorgulanacaklar ve cezalandırılacaklardır.
ALLAH DOĞRULARLA BERABERDİR
Öz eleştiri veya otokritik denilen bu sistem (ki kastım uyarı ve istişaredir) kamu yönetiminden, cemaat veya tarikatlara kadar bütün yönetim kademelerinde işletilmelidir. Aksi halde bir süre sonra dokunulamaz/eleştirilemez ve sorgulanamaz ?ağabey?lere, şeyhlere, liderlere veya ?hocaefendi?lere -Allah korusun!- perestiş dönemi başlar. Hâlbuki masum olan, sadece Peygamberlerdir. Esasen kendisinden ve icraatından emin olan lider, ölçülü ve bilimsel eleştirilerden rahatsız olmaz. Bilakis teşvik eder!
Dünya menfaatlerini kaybetme korkusuyla susanlar, asaletlerini ve şahsiyetlerini tümüyle kaybetmişlerdir. Bu durumda (yani uyarma makamında bulunanlar ilgilileri uyarmıyorlarsa) iş milletin tamamına düşer: Kendi içinden liderini bulup Çanakkale?de ve Kurtuluş Savaşında gösterdiği asaleti tekrar gösterecektir! Hedefine ulaşması için samimiyetle arayışa geçmesi yeterlidir. Zira bu durumda Allah?ın yardımı yetişecektir. Çünkü Allah doğrularla beraberdir.
RAMAZAN DÖNMEZ
Egemen Millet'in Sesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.