BAE- Suudi ekseni Suriye'de neyi hedefliyor?

BAE- Suudi ekseni Suriye'de neyi hedefliyor?
Suudi Arabistan'ın başını çektiği bloğun, Suriye rejimiyle diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme kararı, öncelikli olarak İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırma amacı taşıyor.

BAE- Suudi ekseni Suriye'de neyi hedefliyor?

Suudi Arabistan'ın başını çektiği bloğun, Suriye rejimiyle diplomatik ilişkileri yeniden tesis etme kararı, öncelikli olarak İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırma amacı taşıyor.

İSTANBUL - NECMETTİN ACAR

Suriye’de geçen yılın son günlerinde yaşanan birtakım gelişmeler, Ortadoğu’daki bölgesel aktörlerin Suriye politikalarında önemli bir değişimin ilk işaretleri olarak görünüyor. Önce 17 Aralık'ta Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in Şam ziyareti, bu ziyaretten kısa bir süre sonra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in Şam’da büyükelçiliklerini yedi yıl aradan sonra yeniden açmaları, 2019 yılının ilk günlerinde Moritanya Cumhurbaşkanı Velid Abdülaziz’in Şam’a resmi bir ziyaret gerçekleştireceğini açıklaması ve Arap Baharı’nın başladığı dönemde Arap Birliği’nden çıkarılan Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne alınacağına dair yapılan açıklamalar, Suriye’de taşların yerinden oynadığının birer işareti. Tüm bu gelişmelerin Trump’ın, ABD askerlerinin Suriye’den çekileceğini ilan ettiği döneme rastlaması yakın gelecekte bölgesel güçlerin Suriye politikasında anlamlı değişimlerin göstergeleri niteliğinde.

Arap Baharı öncesi Ortadoğu bölgesi, İran liderliğindeki Şii “direniş ekseni” olarak isimlendirilen blok ile Suudi Arabistan liderliğindeki “Vehhabi/statükocu” blok arasında yoğun rekabete sahne olmuştu. Her iki bloğu birbirinden ayıran en temel husus, ABD ve bölgedeki en önemli müttefiki olan İsrail tarafından tanımlanan statükoya karşı aldıkları temel tavırla ilgilidir. İran liderliğindeki blok, ABD ve bölgedeki en önemli müttefiki olan İsrail tarafından tanımlanan statükoya karşı koymayı temel dış politika gündemi olarak kabul ederken, Suudi Arabistan liderliğindeki blok bu statükoyu kendi rejim güvenliği için hayati kabul edip savunmaktadır.

Arap Baharı sürecinde yaşanan gelişmeler, Suudilerin Sünni dünyasındaki bu etkinliğini sarstı. Bu süreçte, Türkiye ve Katar’ın yakınlaşması Suudi liderliğindeki Vehhabi/statükocu Sünni bloğu ortasından çatlattı ve alternatif bir demokrasi yanlısı Sünni bloğun oluşumuna zemin hazırladı. Özellikle Türkiye ve Katar’ın bölgedeki Müslüman Kardeşler hareketi gibi geniş toplumsal tabana sahip yapılar ile kurduğu yakın ilişkiler ve oluşan bu yeni bloğun, bölgesel statüko hakkındaki politikalarının benzeşmesi dolayısıyla, İran ile sıcak ilişkiler kurabilme ihtimali, Suudi liderliğindeki Vehhabi/statükocu bloğu zayıflattı.

Arap Baharı sürecindeki kamplaşma 

Suudi liderliğindeki bloğun Arap Baharı sürecinde takip ettiği dış politika, ABD ve bölgedeki en önemli müttefiki olan İsrail tarafından tanımlanan statükoyu korumak ve İran, Suriye, Lübnan Hizbullahı ve Filistinli direniş örgütlerinden oluşan “direniş eksenini” yıkma gayesine yönelik oldu. Bu yüzden Suudi liderliğindeki bu blok, Arap Baharı’ının başlangıcından itibaren Yemen, Bahreyn ve Mısır’da rejim değişikliğine karşı tüm güçleri ile direnerek, takip ettikleri “devrim karşıtlığı” politikasının aksine Suriye’de “rejim değişikliği” politikası takip etti. Bu politikanın asıl hedefi, Suriye’yi özgürleştirmek, Suriye’de insan hakları ve demokrasiye dayalı bir düzen kurmak değil, Arap Baharı ile birlikte İran’ın artan bölgesel nüfuzunu sınırlamak ve İran’ın liderlik ettiği bloğu yıkmaktı. Çünkü İran’ın, 2003 ABD işgali sonrası Irak’ta, Arap Baharı sürecinde Bahreyn ve Yemen’de artan gücüne ilaveten Levant’ta yükselen profili ve artan jeopolitik ağırlığı bölge politikalarında Suudi liderliğindeki bloğun dışlanmasına yol açtı, İran’ın bu şekilde bölgede savaş ve barış kararlarını etkileme kapasitesinin artması ve “Bereketli Hilal”in İran tarafından kontrol edilmesi, Suudilerin çevrelenme hissini derinleştirdi.

Arap Baharı sürecinde İran’ın Levant bölgesinde artan etkinliği, Suriye iç savaşında oynadığı rol ile yakından alakalıdır. İran, bu süreçte Esed rejimine sağladığı aktif askeri/ekonomik/diplomatik destekten ötürü Suriye denkleminin önemli bir aktörü oldu. Ayrıca Suriye iç savaşında tecrübe kazanan ve savaşma yetenekleri gelişen İran’a bağlı milis güçlerinin gelecekte İran çıkarları için başka alanlarda da kullanılabilecek olması, Suudi Arabistan açısından ciddi bir tehdit kaynağıdır. İran’ın Arap Baharı sürecinde bölgedeki jeopolitik ve ideolojik kazanımları, Suudi Arabistan için üç ana tehdidi bünyesinde barındırmaktadır;

İran’ın, Levant’daki artan nüfuzuna dayanarak, Hamas ve Hizbullah gibi yapıları kontrol ederek İsrail karşıtı askeri bir kampanya başlatabilme, bölgedeki ihtilafları sıcak çatışmaya dönüştürebilme ve dolayısıyla Arap politikalarını radikalleştirebilme kabiliyetinin artması; İran’ın, Irak’tan sonra Suriye’de tam kontrol sağlaması, Lübnan’ın da İran nüfuzuna düşmesi, dolayısıyla tüm “Bereketli Hilal”in İran denetimine girmesi anlamına gelecektir. Bu şekilde İran’ın Ortadoğu’da hegemonya kuracak tüm kaynaklara kolayca ulaşabilecek olması; İsrail’e karşı lider askeri güçleri (Hamas, Hizbullah) destekleyerek Filistin davasında etkili bir aktör olmak suretiyle bölge genelinde İsrail karşıtı halklar arasında yumuşak gücünü konsolide edebilme, Suudi liderliğindeki Vehhabi/statükocu blok ile bölge halkları arasındaki uçurumu derinleştirebilme kabiliyeti.

Riyad'ın dış politikasında yeni yönelim

Tüm bu tehditleri dengelemek için Suudi liderliğindeki Vehhabi/statükocu blok, Arap Baharı’ının Suriye’ye sıçradığı ilk günden itibaren hem siyasi hem de silahlı muhalefete destek olarak Suriye’de İran yanlısı Esed rejimini devirmek için tüm imkanlarını seferber etti. Arap Baharının başlangıcında Suriye rejimine yönelik uygulanan diplomatik baskı ilerleyen süreçte ülkedeki hem siyasi hem de silahlı muhalefete yönelik etkin bir desteğe doğru evirildi. Suriye’nin Arap Birliği’nden çıkarılması, ülkedeki büyükelçiliklerin kapatılarak diplomatik ilişkilerin askıya alınması, Suriye’de rejimi devirmeye matuf uluslararası müdahale çağrılarının yapılması, bu diplomatik baskının unsurlarıdır. Bu diplomatik baskıların Suudi liderliğindeki bloğun hedeflerini gerçekleştirme konusunda (Esed rejimini devirme) yetersiz kalması yeni arayışlara sebep oldu. Bu yüzden Suudi Arabistan, Suriye muhalefetini yeniden yapılandırarak Suriye’de kendisine yakın bir muhalefet bloğu oluşturmaya çalıştı, bölgede uzun zamandır yürüttüğü vekalet savaşında zaman zaman Suriye’ye kendi birliklerini göndermek suretiyle Bahreyn ve Yemen’de olduğu gibi doğrudan müdahale etme niyetini açıkça dile getirdi. Bu dönemde Suudi liderliğindeki bloğun ana hedefi Suriye’de kendisine yakın ılımlı bir Sünni hükümet kurulmasını temin ederek Suriye’yi İran’ın etki alanından uzaklaştırmaktı. Eğer Suriye’yi İran etkisinden kurtarmayı başaramaz ise Suriye iç savaşının İran açısından maliyetini artırarak İran’ı yıpratmak ve İran’ı bir süre Körfez bölgesinden uzak tutmak Suudi liderliğindeki bloğun ikincil hedefi oldu.

İçinde bulunduğumuz dönemde, son haftalarda bölgede meydana gelen bazı gelişmelere de bağlı olarak, Suudi liderliğindeki bloğun Suriye politikasında anlamlı bir değişim gözlemlemekteyiz. Sudan, Bahreyn ve BAE’nin Suriye rejimi ile kurmaya başladıkları yakın ilişki, Suriye’nin tekrar Arap Birliğine alınması yönündeki girişimler, bu değişimin en önemli göstergeleridir. Sayılan ülkelerin Suudi liderliğindeki bloğun çekirdek aktörleri olduğu ve bölgesel meselelerde (İran ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi, Katar’a karşı uygulanan ambargo, Kızıldeniz’de yeni bir bölgesel örgüt kurulması, Kaşıkçı cinayetinde Suudileri aklama çabaları) tereddütsüz bir şekilde Suudi Arabistan’ın peşine takıldıkları göz önüne alınırsa yeni dönemde değişen Suriye politikasının, bu ülkelerin bireysel kararlarından ziyade, Suudi liderliğindeki bloğun Suriye’ye dönük yeni bir girişimi olduğu kolayca anlaşılacaktır. Bu politika değişiminin temel gayesi ise Esed rejimi ile yakın ilişkiler kurarak Suriye’de Suudi liderliğindeki bloğun etkisini artırmak ve Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmaktır. Suriye politikasındaki bu değişimin dört temel sebebi bulunmaktadır:

Esed rejiminin hem uluslararası toplumun kayıtsızlığından faydalanarak hem de Rusya ve İran desteği ile ülkede, Arap Baharının ilk yıllarında kaybettiği kontrolü büyük oranda tekrar kazanması; İran'ın Esed rejimine sağladığı aktif destek sonucu Suriye siyasetinin aktif bir gücü olmasının yanı sıra bölgede kontrol ettiği savaş tecrübesine sahip milis güçleri sayesine Lübnan ve Yemen’de etkili bir güç olmaya devam etmesi; Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonları ve içinde bulunduğumuz günlerde hazırlıkları yapılan Fırat’ın doğusuna yönelik askeri operasyon sayesinde Suriye’de artan etkisi; ABD’nin Suriye’de askerlerini çekmesi ile başta Kuzey Suriye olmak üzere bölgede oluşacak olan güç boşluğu, bu güç boşluğunun Suudi liderliğindeki bloğun bölgesel rakipleri (Türkiye, İran) tarafından doldurulma ihtimali.

Suudi liderliğindeki blok ile kurulan bu yakınlık Suriye rejimi açısından da birtakım faydalar barındırmaktadır. Öncelikle Esed rejimi bu şekilde kendi rejiminin meşruiyetini bölgedeki ülkelere kabul ettirmiş olacak, Suriye’de Suudi yanlısı muhalefet hareketlerinin rejim üzerinde kurduğu baskıdan kurtulacak, özellikle de iç savaş boyunca rejimin tükenen askeri/endüstriyel kapasitesi ve ülkede yıkılan altyapı petrol zengini ülkelerin desteği sayesinde yeniden ayağa kaldırılabilecektir. Çünkü ne Rusya ne de İran, hele petrol fiyatlarında dramatik düşüşlerin olduğu şu günlerde, Suriye’de çöken altyapıyı tekrar ayağa kaldıracak ekonomik imkanlara da motivasyona da sahip görünmüyor. Bu açıdan Suudi liderliğindeki bloğun Esed rejimine sağlayacağı destek son derece hayatidir. ABD Başkanı Trump’ın, Suudi Arabistan’ın Suriye’nin yeniden inşasına destek olacağını ilan etmesi bu alanda Suriye rejimi ile Suudi liderliğindeki blok arasında bir fikir birliğinin olduğunu da göstermektedir.

Riyad'ın Suriye politikasında ABD etkisi 

Esed rejimi ile yakınlaşmanın Suudi liderliğindeki blok açısından da önemli kazanımları olacağı öngörülebilir. Öncelikle ABD yönetimi Suudileri İran’ı sınırlama konusunda sürekli teşvik etmekte. Suudi liderliğindeki bloğun Yemen’de, İran’ı sınırlamak için yürüttüğü savaş, aradan geçen bunca zamana ve harcanan tüm kaynaklara rağmen, kayda değer bir başarı elde etmekten uzak. ABD yönetimi, Yemen operasyonuna başından beri karşı olmuş, bu operasyonun zaten zayıf olan askeri/endüstriyel kapasitelerini iyice tüketerek, Suudi liderliğindeki bloğu İran’ı çevreleme konusunda zayıflatacağını savunmuştu. Üstelik -Suudilerin aksine- ABD açısından Yemen, stratejik konumu açısından Suriye ile mukayese edildiğinde önemsiz bir bölge olarak görünüyor. ABD açısından Suriye’de İran’ın sınırlanması, Yemen’de İran etkisinin azaltılmasından daha önemli. Özellikle Kaşıkçı cinayeti sonrası yıpranan imajını düzeltmek için ABD desteğine şiddetle ihtiyaç duyan Suudiler, ABD tarafının “Yemen’i bırak Suriye’ye bak” şeklindeki telkinlerine boyun eğmek zorunda kaldı, kendileri için önemli bir alan olan Yemen’de politika değişikliğine giderek barış görüşmelerine razı olup tüm enerjisini Suriye’ye yöneltmeye karar verdi.

ABD açısından Riyad'ın Suriye’de oynayacağı rol ile İran’ı sınırlandırması İsrail’in güvenliği için de son derece önemli. Ayrıca İran ve Türkiye’nin, Suudi liderliğindeki bloğun girişimleri ile Suriye’de sınırlanması “asrın barış planı” olarak isimlendirilen ve Filistin sorununa çözüm olarak sunulan projenin gerçekleşmesi için de hayati önemde. Ortadoğu’daki siyasal gerçekliğin, herkes tarafından kabul edilen, veciz bir tanımına göre “Mısır’sız savaş olmaz Suriye’siz barış olmaz.” Eğer Filistin sorununa yönelik, İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını önceleyen, bir çözüm dayatılacak ise Suriye’nin desteğine mutlak surette ihtiyaç olacaktır. Bu yüzden Suudi liderliğindeki bloğun Suriye’de İran etkisini sınırlamak için ülkede, yedi yıl aradan sonra, kontrolü büyük oranda tekrar ele alan Esed rejimi ile yakın iş birliğine ihtiyacı bulunmaktadır.

Suudi liderliğindeki bloğun Suriye’ye yönelmesindeki temel etmenlerden birisi de Suriye’nin bölgede en önemli rakipleri olan Türkiye ve İran’ın iş birliği yapmasına olanak sağlayan bir alan olarak ortaya çıkmasıdır. İran, tüm ülkeyi büyük oranda tekrar kontrolü altına alan Esed rejimi üzerinde bir etkinliğe sahipken Türkiye ise hem Suriye’ye düzenlediği askeri operasyonlar hem de ülkeye dönük insani yardımları sayesinde Suriye halkı üzerinde ciddi bir nüfuz sahibi olmuştur. Her iki aktörün Suriye’de sergilediği bu iş birliğinin bölgedeki diğer alanlara (Filistin sorunu, Körfez bölgesi) sirayet edebilme ihtimali Suudi liderliğindeki blokta tedirginliğe yol açmıştır. Bu yüzden kuzey Suriye bölgesinde ABD’nin çekilmesi sonrası oluşan güç boşluğu Suudi liderliğindeki bloğun iştahını kabartmış görünüyor. Suudiler Esed rejimi ile kuracakları yakınlıktan da yararlanarak ABD’nin çekilmesini takip eden süreçte “sahipsiz” kalacak olan kuzey Suriye’deki YPG unsurlarının yeni patronu olmaya heveslenmektedirler. Böylece kuzey Suriye’de yuvalanan bu terör yapılanmaları sayesinde hem İran’ı hem de Türkiye’yi baskı altında tutabilirler. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu süreçte, ABD askeri desteğinden daha düşük maliyetli birtakım ülkelerden (örneğin Fransa - Mısır) petro-dolarlar sayesinde askeri destek satın alarak bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmeye çalışacaktır.

[Doktorasını YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişikler bölümünde “Suudi Arabistan’ın Güvenlik Algısı ve Dış Politikasının Değişimi” hakkında yazdığı tezle tamamlayan Dr. Necmettin Acar Ortadoğu’da bölgesel güvenlik ve dış politika konularında çalışmaktadır]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.