Astana Süreci, İdlib ve İstanbul Zirvesi
İSTANBUL - Prof. Dr. Cengiz Tomar
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Türkiye öncülüğünde Rusya, Almanya ve Fransa liderlerinin katılımıyla gerçekleşen zirve uzun zamandır ilk defa, soğuk kış aylarının yaklaşmakta olduğu bu günlerde, Suriye krizinde siyasi bir çözüme ulaşabilmek adına ümit verici bir gelişme olarak kaydedilmeli. Suriye’de yedi yılı aşkın süredir vuku bulmakta olan (futbol tabiriyle) “minyatür kale dünya savaşında”, siyasi çözüm yolunda, Türkiye’nin de istediği bir şekilde önemli bir adım atıldı. Zirve zaman ve mekân açısından içinde pek çok sembol barındırmakta. Zirvenin (Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan ilk köprü ve darbe girişiminin en önemli direniş noktalarından biri olan) 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü tam karşıdan en iyi şekilde gören ve o gece Kuleli Askeri Lisesi’nden çıkan darbecilere karşı büyük bir direnişin gerçekleştiği Çengelköy sırtlarından yapılması, herhalde FETÖ’cüler ile ABD’ye verilen önemli bir mesajdı. İkinci sembolik nokta ise Osmanlı’nın son sultanı VI. Mehmed Vahideddin’in köşkünde yapılması ve Vahideddin’in elân Suriye’nin başkenti Şam’da Selimiye camii haziresinde medfun bulunmasıydı.
Zirvenin satır aralarını ve kazanımlarını okumadan evvel, savaşın serencamını ve nereden nereye geldiğini, “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” vecizesi uyarınca hatırlamak, Türkiye’nin bu toplantıdaki kazanımlarını tebarüz ettirmek açısından önem taşıyor.
Arap Baharı ve Suriye iç savaşı
“Arap Baharı” adı verilen süreç çerçevesinde 2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaşta, Rusya ve İran başından beri Suriye’de Esed ailesiyle temsil edilen Baas rejiminin yanında konumlanırken, Türkiye ABD öncülüğündeki Batı koalisyonuyla birlikte rejime karşı özgürlük ve onurlu bir hayat isteyen muhalefetin yanında yer almıştı. Süreç içerisinde, Irak ve Suriye üzerinden Hizbullah’a karadan ulaşma ve İsrail’i taciz etme imkânını elinden bırakmak istemeyen İran ile yüzyıllardır “sıcak denizlere inme” kızıl elmasının Doğu Akdeniz’deki son ağacını, yani üslerini kaybetmek istemeyen, rejimin hâmisi Rusya’nın 2015’de doğrudan savaşa müdahalesi, oyun değiştirici bir hamle olarak savaşın yatağını başka bir yöne sevk etmekteydi. Sahada bütün bunlar olurken, önce Türkiye’yi Suriye’ye müdahale için teşvik ve taltif eden “kadim stratejik müttefikimiz” ABD, kimyasal silahlarla ilgili İsrail’in endişelerini giderdikten sonra, Esed giderse İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) tarzı bir yönetimin geleceğini de hesap ederek, Türkiye’yi ortada bırakmakta; Avrupa Birliği de mültecilerle ilgili sözlerini tutmayarak Türkiye’yi yarı yolda yapayalnız terk etmekteydi. ABD’nin bu tutumu bize meşhur Arap atasözü “er-Refik kable’t-tarik” (yoldan önce yoldaş) sözünü hatırlatırken, Suriye meselesinde Rusya ile durumumuz ise 9. yüzyılın meşhur Arap şairi Buhturî’nin “Yol boyunca sana eşlik eden refikin, yol bittiğinde olur en iyi arkadaşın” dizesini aklımıza getirmekteydi.
Kore’de birlikte savaştığımız, NATO şemsiyesi altında Afganistan, Somali, Bosna-Hersek ve benzeri pek çok yerde birlikte askeri harekatlar düzenlediğimiz sâbık stratejik dostumuz, Kıbrıs harekâtında, Irak’ta olduğu gibi bizi yine ortada bırakıyor, DEAŞ’a karşı sözde mücadele adı altında, Türkiye’nin bekası için varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü PKK’nın Suriye şubesiyle birlikte çalışıyordu. Burada DEAŞ sadece bir mazeretten ibaretti ve Rusya’nın Suriye’nin batısındaki (Faydalı Suriye) hakimiyetine karşılık, su, enerji kaynakları ve tarım açısından çok önemli olan, Batı Suriye’de yaşayanların boğazını sıkabilecek durumdaki Suriye’nin doğusunu, PKK ile birlikte işgal ediyordu. Fakat burada söz konusu olan sadece Kürt bölgeleri değildi; Rakka ve Deyrizor gibi Arap bölgelerini de PKK’nın işgal idaresine veriyordu. Böylece Rusya, İran ve Türkiye’ye baskı yapacak bir unsuru elinde tutmanın yanı sıra, İran ve Hizbullah’a karşı İsrail’i koruma altına alıyor, bir taşla kuş katliamı yapmaya çalışıyordu. Hatta eski dostumuz ABD’nin yıllardır yetiştirip serpilttiği FETÖ’nün seçilmiş ve meşru hükumete karşı darbe teşebbüsünden de çok memnun olduğu ve akim kalmasından dolayı inkisar-ı hayale uğradığı, teşebbüs esnasında ve sonrasında yapılan resmî açıklamalardan aşikâr oluyordu.
Türkiye’nin oyun değiştiren hamleleri
Türkiye’nin bütün oyun değiştirici hamleleri de bu darbe teşebbüsünden sonra geldi. Ordusunun muvazzaf subaylarının ve pilotlarının neredeyse yarısını kaybeden Türkiye, bu teşebbüsten 40 gün sonra Fırat Kalkanı harekâtını başlatarak ABD’nin Akdeniz’e uzanan PKK kuşağına ilk darbeyi vurdu. Ardından 2016 sonunda Rusya ile birlikte Astana barış sürecini başlattı. 2017 yılında ise Suriye’de “Gerilimi Azaltma” bölgeleri ve bunlardan Türkiye için stratejik olarak en önemlisi durumundaki İdlib’de gözetim noktaları kurarak güvenli bölgeler oluşturulmasını sağladı. 2018 başında, bütün tehditlere rağmen yaptığı Zeytin Dalı harekatıyla da PKK’nın en batıdaki kantonunu berhava etti. Eylül’de yapılan Tahran zirvesinde Suriye konusunda tüm istediklerini almakla birlikte Türkiye, (cumhurbaşkanımızın kameralar önünde de sergilediği ısrara rağmen) İdlib konusunda kabul ettiremediği ateşkes ve güvenlikli bölge talebini, on gün kadar sonra Soçi’de Putin’e kabul ettirdi.
Nihayet zaman ve mekân açısından pek çok sembol içeren İstanbul zirvesinde, Suriye meselesinde daha önce Rusya ve İran’a kabul ettirdiği pek çok ilkeyi İstanbul’da, AB’nin lokomotifi Almanya ve Fransa ile birlikte tüm dünyaya ilan etti. Her şeyden evvel, ABD’nin PKK vasıtasıyla Suriye’yi bölme planına karşı ülkenin bütünlüğü teyit edildi. Suriye’deki sorunun ancak görüşmeler ve siyasi bir çözümle sonuçlanabileceği ilan edildi. Zirveye katılan devletlerin “bütün terör örgütleriyle ortak mücadele ve komşu ülkelerin ulusal güvenliğine zarar vermeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemleri reddetme kararlılıklarını ifade etmeleriyle”, ABD desteğindeki PKK açıkça hedefe konuldu. Türkiye’nin İdlib konusundaki tezlerini içeren Soçi mutabakatı memnuniyetle karşılandı. İnsani yardım, mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşü, bütün tarafların katılacağı serbest seçimlerin yapılmasını sağlayacak bir anayasa oluşturmak amacıyla anayasa komisyonunun kurulması gibi, Türkiye’nin desteklediği bütün tezler kabul gördü. Bu uluslararası mutabakatın Suriye’de Türkiye lehine önemli sonuçları olacaktır ve bu sonuçları çok yakında görmeye başlayacağız.
Türkiye Suriye ve Ortadoğu konularında kendisinin de içinde bulunduğu Kuzey cephesine Almanya ve Fransa’yı da dahil ederek büyük başarı kazanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beden dili, ses tonu, Macron’la kol kola dolaşması, uluslararası boyutta etkili bir kamu diplomasisi örneği oldu. Bölgeyi bölmeyi amaçlayan ABD’nin İran’la mücadele için oluşturduğu Güney cephesinin en önemli unsuru olan Suudi Arabistan’ı Kaşıkçı olayıyla cürm-ü meşhud (suçüstü) yaparak köşeye sıkıştıran Türkiye, İran’a yaptırımlar hususunda ABD ile ayrışan Almanya ve Fransa’yı da yanına alarak Suriye’de bir PKK devletçiği kurmaya çalışan ABD’ye (yine futbol tabiriyle) bir gol daha atmıştır.
Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: Kılıç düştüğü yerden kalkar.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.