Allah ne güzel!..
Onun karşısında bir başka güzellik de, insanın, kendini günde birkaç defa sıfırlayıp, mutlak kemâlin O'na ait olduğunu vurgulamasıdır. Evet, insan Allah'ın azameti karşısında 'ben... ben... ben...' diyeceğine, mârifet-i sâni adına açılan menfezlerden içeri girerek, asıl büyüklüğün O'na, küçüklüğün ise kendine ait olduğunu ilân etmelidir.
Yine insan, kendisine ihsan edilen maddî ve mânevî şeyler karşısında 'Ben kim, bu ihsanlara lâyık olmak kim? Şayet O'nun sonsuz lütfu olmasaydı, ben bunlara sahip olamazdım.' diye düşünmeli, hatta böyle düşünmeye kendini şartlandırmalıdır. Burada Üstad Hazretleri'nin 'Allah'ın en büyük ihsanı insana mazhar olduğu lütufları hissettirmemesidir.' sözünü hatırlamak yerinde olur zannediyorum. Evet, bu belki de en büyük bir mazhariyettir. Keşke insanlar bunun şuurunda olabilselerdi!..
Bazı hadislerde 'Ahirette bütün nebilerin gıpta ile bakacakları topluluklar'dan bahsedilir. İhtimal bu topluluklar, peygamberâne bir azim ve kararlılıkla hizmet eden ve yaptıkları hizmet karşılığında hiçbir beklentiye girmeyen kişilerdir. M.Âkif, Çanakkale şehitleri için 'Yine bir şey yaptım diyemem hatırana.' der. Aynen öyle de, din-i mübin-i İslâm için büyük büyük işler yapanlar 'Yine bir şey yapamadık Senin için.' demelidirler ki, hadiste bahsedilen topluluk içine girebilsinler.
Müslümanlıkta tevazu, mahviyet ve hacalet esastır. İslâm'a göre insan kendi acizliği ve fakirliğini anlayabildiği ölçüde seviye kazanır. Hemen her toplum içinde zenginlik, makam, ilim, güzellik, soy vb. şeyler büyüklük vesilesi olarak kabul edilen şeylerdendir. Tevazu ise bunlara rağmen insan hayatına hâkim olması gereken bir ahlâk-ı âliyedir. Yani yukarıda saydığımız şeylerle tevazu birbirine rağmen işleyen, biri diğerine engel olan iki unsurdur. Fakat Müslümanlık açısından önemli olan, insanın iradesi ile bunu aşmasıdır. Tıpkı Nebiler Sultanı Hz. Muhammed (sallahu aleyhi vesellem) gibi. O kovulmuş olduğu Mekke'ye seneler sonra muzaffer bir komutan olarak girerken, tevazuundan mübarek başları, binitinin eğerinin kaşına değecek kadar aşağılardaydı. Hatta denilebilir ki O, 23 yıllık insanı gurura, kibire, büyüklenmeye sevk edebilecek hâdiselerle dopdolu hayatında tevazu ve mahviyete ters bir davranışta bulunmadığı gibi, bunlar O'nun tevazu ve mahviyetinin artmasına sebep teşkil etmiştir. İşte bu bizim 'kendini sıfırlama' diye ifade ettiğimiz husustur. Zaten insan Allah'ın kulu değil midir? Allah'ın kulu olma lütfundan rahatsızlık duyma olur mu? Büyükler, Hakk'a kulluğu en büyük pâye saymışlardır. Allah Rasülü'nün 'kul peygamberliği' tercihi bizlere ne önemli bir örnek teşkil eder!
Hâsılı, kendini Allah'ın yüklediği misyonun dışında farklı farklı makamlarda gören insan, bana göre İslâmî esasları tam kavrayamamış, psikolojik açıdan da rahatsız biridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.