Akif Emre'den: İran Üzerine Yanlışlar
Akif Emre'den: İran Üzerine Yanlışlar
Suriye'de yaşanan gelişmelerin etkisinin bu ülkenin hudutlarıyla sınırlı kalmayacağı çok açık. Olayların etkisi Türkiye'ye uzanmış, neredeyse bir "iç sorun" haline gelmiştir.
Gerçekten de Suriye ile girilecek bir hesaplaşma İran'sız düşünülemez; İran'la girişilecek bir hesaplaşma da İsrail ve ABD'siz düşünülemez. Sünni-Şii fay hattı, Ortadoğu'yu tam bir kaosa çekecek akıl ve basiret eksikliğiyle, insani ve vicdani hassasiyetler üzerinden derinleştirilmek isteniyor.
Suriye'ye kim adına müdahale edileceği, İran'ı neden ve kim adına karşımıza almamız gerektiği sorgulanmadan duygusal retorikle zaten hassaslaşmış olan toplumsal vicdanları harekete geçirmek en kestirme fakat en tehlikeli yoldur. İran savunuculuğu ithamına karşın uyarıları dillendirmekte ve tıpkı Suriye konusunda olduğu gibi, yapılan yanlışlara bir göz atmakta yarar var.
BİR: İran her şeyden önce -Amerikan karşıtlığı bir yana- sistem dışına çıkarak var olma savaşı vererek ayakta kalmaya çalışan bir ülke.
İKİ: İran, devrimin gerçekleştiği tarihten bugüne ABD'ye karşı ve bu ülkenin kontrolü dışında varolabilmek için stratejik ittifaklarını sonuna kadar korumak zorunluluğunu duymaktadır. İran'ın bölgedeki en önemli partneri Suriye ve Lübnan Hizbullah'ıdır. İran, 2006'da Hizbullah üzerinden İsrail'i Lübnan'da durdurmasaydı saldırıyı evinde karşılamak zorunda kalacağını çok iyi biliyor.
ÜÇ: İran her ne kadar İslam Devrimi ilkeleri üzerine kurulmuş olsa bile bugün bölgedeki diğer ülkeler kadar bir "ulusdevlet"tir. Ulus devlet refleksi ile kendi stratejik hesaplarını yapmaktadır. Bu nedenle İran'a yüklenen kutsiyetin uluslararası platformda, devrim sloganlarının aksine, pek geçerliliği yoktur.
DÖRT: İran için Suriye aslında Şii dayanışmasından çok stratejik bir ortaktır ve İran devlet politikası açısından İsrail'le mücadelenin önemli köşe taşıdır. Bu gerçekliğe bakarak İran'ın Suriye rejimiyle kurduğu stratejik ilişki Şiilerin Sünnileri kestikleri yönündeki propagandayı boşa çıkarır.
Ancak İran'ın stratejik hesaplarla Suriye'de katliamı durdurma yönünde hareketsiz kalması her şeyden önce devrimin başlangıç ilkeleriyle terstir. Devrim kendisiyle çelişmektedir. Hiçbir stratejik hesap masumların katledilmesini meşrulaştıramaz. BEŞ: Bu noktada Türkiye'deki savaş lobisi bilinçli bir şekilde kışkırtıcı bir rol üstlenerek Sünni-Şii gerilimi gibi çok hassas ve tehlikeli bir konu üzerinden siyasi hesap yürütüyor. Kaldı ki Suriye'deki katliamın sorumlusunun doğrudan İran olmadığı açık. ALTI: Bölge dışı güçlerin ne Suriye'ye müdahale etmek gibi bir niyetleri ne de -en azından kısa vadede- Esad yönetimini düşürmek gibi planları var. Ancak bölge ülkelerinin, açıkçası Türkiye'nin fiili müdahalesi ile ortamın olgunlaşması istenmektedir. Türkiye'nin müdahalesi demek İran'la kaçınılmaz biçimde karşı karşıya gelmek demektir. Zaten savaş kalemşorlarının ısrarla her vesile ile İran'ı hedef göstermeleri bunu açık ediyor. YEDİ: İran'la Türkiye'nin bölgede kapışması demek İsrail'in elinin son derece rahatlaması ve küresel sistemin bölgeyi yeniden dizayn etmesi demektir. Sonuçta kazanan taraf ne Türkiye ne İran olacaktır. Türkiye'nin, başkaları adına Suriye'ye karşı askeri müdahaleden uzak durması, dolayısıyla İran'la karşı karşıya gelecek adımlardan sakınması gerektiğini söylemek ne İran'ı ne de Suriye'yi savunmak demektir. Tekrarlamakta yarar var; İran olanca iddiasına rağmen bölgedeki diğer ulusdevletler gibi bir ulusdevlettir ve stratejik hesaplarını kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yapmaktadır. İran'ın ve Türkiye'nin en azından ulusal çıkarları, 1639'dan beri sakındıkları savaş durumundan uzak durmalarını gerektirir. İran'ın bölgedeki ulusdevletlerden farkı, ABD ve müttefiklerine rağmen, sistem dışında kalabilmesidir. Zaten sistemin tüm öfkesi de buradan kaynaklanmaktadır. İran'a sistem dışında kalmanın bedeli ödetilmek istenmektedir.
16.08.2011 Yeni Şafak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.