ABD'nin İran'ı çevreleme stratejisi ve riskler

ABD'nin İran'ı çevreleme stratejisi ve riskler
ABD'nin ve Körfez'deki müttefiklerinin İran'ı kuşatma stratejisi, Tahran'ın yıllardır izlediği yayılma politikası nedeniyle coğrafi olarak geniş bir sahayı ilgilendiren riskli bir hamle niteliği taşıyor.

ABD'nin İran'ı çevreleme stratejisi ve riskler

ABD'nin ve Körfez'deki müttefiklerinin İran'ı kuşatma stratejisi, Tahran'ın yıllardır izlediği yayılma politikası nedeniyle coğrafi olarak geniş bir sahayı ilgilendiren riskli bir hamle niteliği taşıyor.

Trump yönetiminin İran’a yönelik çevreleme faaliyetlerini hızlandırması, kurulan çok yönlü siyasi ve ekonomik baskıların yanı sıra bölgeye yapılan tahkimatla askeri açıdan da gözdağı vermesi, Körfez’de yeni bir savaşın patlak verebileceği endişelerine yol açtı. ABD’nin ve Körfez’deki müttefiklerinin İran’ı kuşatma stratejisi, İran’ın yayılma politikası nedeniyle coğrafi olarak geniş bir sahayı ve Fars-Arap ihtilafının kökenleri dikkate alındığında ise uzun bir tarihi geçmişi ilgilendiren riskli bir hamle niteliği taşıyor.

Farslarla Arap toplumu arasında tarihi köklere sahip bir husumet bulunduğu konuyla ilgilenenler için bilinen bir gerçek. İslam öncesi dönemde İran’ın Arap yarımadasının doğusunu ve bugünkü Yemen topraklarını işgal ederek Arap kabilelerini sıkıştırdığı ve bu yüzden de Farslara yönelik tarihsel bir korkunun kolektif Arap hafızasında var olageldiği bilinmektedir. İran’ın tarihinde Pers ve Sasani imparatorluklarından sonra üçüncü kez bu derece büyük bir yayılma siyaseti izlediğini söylemek yanlış bir tespit olmaz. İran İslam Devrimi (aynı zamanda devrimin ihracı üzerinden kendini ayakta tutma politikası izlediği için) üç aşamalı bir siyaset geliştirdi. Bunlardan en önde geleni Orta Doğu ülkelerindeki Şii azınlıkları (Yemen, Kuveyt, Suudi Arabistan vb.) ve bazı ülkelerdeki Şii çoğunluğu (Irak, Bahreyn vb.) ideolojik motivasyonla mobilize ederek kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektir. Diğeri, Fars kökenli milletlere (Afgan, Hazara, Tacik, Ermeni) yönelik Aryan milliyetçiliği üzerinden kurduğu yakınlık siyaseti olarak kodlanabilir. Üçüncüsü de Sünni ülkelerde “İrancılık” olarak bildiğimiz, protest bir İslam toplumu savunusu temelinde şekillenen taraftar toplama siyasetidir. İran seksenli yıllardan beri, hangi hedef ülke veya topluma hangi siyaset uygun düşüyorsa onu uygulamakta ve nüfuz elde etmeye çalışmaktadır.

Devrimin önderi Ayetullah Humeyni, Kum merkezli İran Şiası ile irtibatlı olan Arap dünyasındaki Şii unsurlar vasıtasıyla örgütlenme politikasını yürürlüğe koydu. Humeyni nasıl İran’daki molla sınıfını politize edip ideolojik bilinç kazandırmış ve 2500 yıllık monarşiyi bu yolla ortadan kaldırmışsa, aynı metodla Orta Doğu’daki Arap Şia’sını da politize ederek ideolojik formatta örgütlemeyi ve monarşileri tehdit etmeyi amaçladı. Bu doğrultuda 1982 yılında Lübnan’da Hizbullah kurduruldu. Hizbullah’ın amacı İsrail’e karşı bir direniş cephesi oluşturarak Filistinli örgütlerden daha fazla İsrail karşıtı bir güç merkezi oluşturup Arap dünyasının da sempatisini toplamaktı. Hizbullah bu yolda başarılı da oldu. 2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal girişimi Hizbullah tarafından başarılı bir şekilde püskürtüldü ve İran’ın bölgedeki gücü de bir kez daha kanıtlandı. İran Hizbullah, İslami Cihad ve benzeri örgütler üzerinden İsrail düşmanlığını sıklet merkezi yaparak kendisine düşman olması muhtemel Müslüman unsurları pasifize etmektedir. Bu strateji 1979’dan beridir başarılı olmaktadır.

Ülke dışındaki savunma hattı

Humeyni’ye karşı ABD ve Suudiler başta olmak üzere Körfez ülkeleri Saddam Hüseyin’i fonlayıp silahlandırarak İran’ın üzerine sürseler de, Şah döneminin ordu mensuplarının önemli bir kısmını tasfiye etmiş olmasına rağmen Humeyni rejimi, sekiz yıl süren savaşta başarılı bir şekilde kendini savundu ve Irak’a üstünlük kurabilmeyi başardı. Hatta bu dönemde silah sıkıntısı çeken Humeyni rejimi, Hizbullah’ın Lübnan’da kaçırarak rehin aldığı Amerikan vatandaşları karşılığında gizlice ABD’den silah sevkiyatı yapmayı başardı. Reagan yönetimi Saddam’dan ve diğer Körfez ülkelerinden habersiz olarak rehineler karşılığında İran’a silah satmak zorunda bırakıldı.

Suriye’de iç savaşın başlamasının akabinde Hizbullah’ın İsrail’e odaklanan tehdit algısı Suriye’deki muhalif gruplara kaydı; hatta deyim yerindeyse Hizbullah’ın tehdit algısı değişti. Hizbullah’ın kuvvetleri Esed rejiminin Şam’da ayakta kalabilmesi için 2012 yılından beri savaşıyor. Tehdit algısının değişiminin arkasındaki asıl güç kuşkusuz İran’dı. Nitekim bölgede Hizbullah’ın varlığı İran’ın varlığı olarak okunmakta, ülke dışında operasyonlar yapan Kudüs Güçleri’nin lideri Kasım Süleymani sık sık Suriye’de görünmektedir. Askeri gücünün yanı sıra Hizbullah, yönettiği belediyeler ve meclisteki temsilcileriyle de ülke siyasetinde belirleyici aktörlerden biri haline gelmiş durumda.

ABD’deki neo-con yönetim 2003 yılında Irak operasyonunu yaparken zihinlerinde Saddam sonrası İran’a rakip olabilecek demokratik bir Şii Irak oluşturmak vardı. Fakat işler hiç de o yönde gelişmedi ve İran süreç içinde Irak’a ABD’den daha başarılı bir şekilde nüfuz etti. 

İran’ın Arap Şiasını kontrolü sadece Hizbullah ile değil, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan, Yemen ve Irak’ta da kendini göstermekte. Irak’ta 2010 yılındaki seçimlerden İyad Allavi liderliğindeki Irakiyye Koalisyonu birinci çıkmasına rağmen hükümet, İran’ın devreye girmesiyle Nuri el-Maliki liderliğindeki Dava Partisi’ne kurduruldu. Maliki’nin aşırı İran yanlılığı ve Sünni kesimi dışlayıcı politikaları, Sünni kesimlerde büyük infiale yol açarken sonuçları bakımından da ülke için felaket oldu. Sünni siyasetçilere yönelik suikastların ve tutuklamaların artması, Sünni kabilelerin devletten dışlanması, Sünni devlet memurlarının Baasçılıkla suçlanarak bürokrasiden tasfiyesi, en sonunda DEAŞ gibi bir tehdidin yükselerek bölgenin kan gölüne dönmesine yol açtı.

ABD’deki neo-con yönetim 2003 yılında Irak operasyonunu yaparken zihinlerinde Saddam sonrası İran’a rakip olabilecek demokratik bir Şii Irak oluşturmak vardı. Fakat işler hiç de o yönde gelişmedi ve İran süreç içinde Irak’a ABD’den daha başarılı bir şekilde nüfuz etti. Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi, Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu, Ketaib Hizbullah, Asaib ehl el-Hak gibi irili ufaklı pek çok Şii fraksiyon, İran’ın Irak üzerindeki siyasetine hizmet eder şekilde hareket edegeldiler. DEAŞ’a karşı yürütülen savaşta kritik rol oynayan Haşdi Şabi milisleri de eklendiğinde, bu grupların Irak’ı bir bakıma “İran’ın kalkanı” haline getirdiği söylenebilir.

İran’ın devlet dışı aktörleri yönlendirmede ciddi bir deneyim kazandığı da ifade edilmeli. Örneğin Irak’ta Mukteda Sadr’ın Mehdi Ordusu grubunun İran’a karşı sesini yükseltmeye başlaması ve daha müstakil bir yol izlemeye çalışması üzerine, grubun içindeki farklı fraksiyonlara destek vererek Ketaib Hizbullah ve Asaib ehl el-Hak isminde yeni grupların ortaya çıkmasına neden oldu ve Sadr’ın hareketini zayıflattı.

ABD İran’ın nüfuzunu sınırlandırmayı hedefliyor

İran’ın yakın işbirliği içinde olduğu ve desteklediği diğer bir önemli devlet dışı aktör de Yemen’deki Ensarullah hareketidir. 1992 yılında kurulan Ensarullah, Yemen’de isyan eden Zeydi toplumunun temsilcisi konumundaki Husi klanının siyasi ve askeri örgütlenmesinin adıdır. Zeydilik, Şiiliğin farklı bir alt kolu olup On İki İmam Şiasından da büyük ölçüde farklıdır. Fakat İran’ın genel anlamda Şiilik üzerinden gittiği, Zeydiye mezhebi ile On İki İmam Şiası (Caferiye) arasında mezhepsel bağ oluşturarak bunu siyasi düzleme taşımaya çalıştığı düşünülmektedir. Ensarullah tıpkı Hizbullah benzeri bir örgütlenme stratejisi izlemiş, vakıf tarzı sosyal dayanışma ve yardımlaşma, hatta eğitim kurumu şeklinde yapılanmıştır. Ensarullah liderlerinden Husi ailesinin ileri gelenlerinin 1970’li ve 1980’li yıllarda İran’da ideolojik ve dini eğitim aldıkları iddialar arasındadır.

Suudilerle yakın işbirliği içinde olan Yemen’in sabık devlet başkanı Ali Abdullah Salih’in Zeydi topluma yönelik dışlayıcı politikaları neticesinde ilk kez 2004 yılında Hüseyin Husi önderliğinde ayaklanan Husiler, süreç içinde İran’dan ve Hizbullah’tan aldıkları destekle 2014’te başkent Sana’yı ele geçirmeyi başardılar. Hatta bunun üzerine Aden’e kaçan Devlet Başkanı Mansur Hadi, Ensarullah’ın Aden’i de ele geçirebileceği endişesiyle 2015’te Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda kaldı. Bugün Ensarullah’ın Suudi Arabistan’a Yemen’den fırlattığı roket ve füzelerin İran tarafından temin edildiği ve bu füzelerle Babu’l Mendeb boğazını geçmeye çalışan Suudi tankerlerinin vurulduğu ifade edilmektedir. Husi/Ensarullah yanlısı medya ve yayın organlarının İran ve Hizbullah yardımıyla faaliyet göstermesi, Ensarullah militanlarının Hizbullah yetkililerince eğitilmeleri, Hizbullah ile Ensarullah arasında hem ideolojik ve hem de lojistik anlamda işbirliğinin bulunduğunu göstermektedir.

ABD’nin İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırma çabalarının Hizbullah, Ensarullah ve Haşdi Şabi gibi silahlı devlet dışı aktörler üzerinde odaklanacağı, tarafların muhtemel müzakeresinde de öncelikle ele alınacak konunun bu silahlı gruplar olacağı öngörülebilir. 

2014 yılında başkent Sana’nın Husiler tarafından ele geçirilmesinin akabinde İranlı parlamenter Ali Reza Zekani’nin “Bağdat, Beyrut ve Şam’dan sonra dördüncü Arap başkentinin de İran’ın güdümüne girdiğini” ifade etmesi, İran’ın bölgedeki yayılma stratejisinin boyutları ve bu doğrultudaki kazanımlarını göstermesi açısından önemli bir açıklamaydı.

İşaret edilen devlet dışı aktörler Orta Doğu’da faaliyet gösterdikleri devletleri bir şekilde İran’ın kalkanı haline getirmektedirler. İran’ın ABD-İsrail karşıtlığı üzerinden geliştirdiği siyasal söylemle örgütlediği bu tür devlet dışı aktörler, birincil derecede İran’ın yararlandığı unsurlar olmuştur. Devlet dışı aktör olmayan tek istisnanın ise Esed yönetimindeki Suriye Arap Cumhuriyeti olduğu görülmektedir. Onun dışında İran’ın iş birliği yaptığı tüm aktörlerin silahlı milis gruplar olması, İran rejiminin yayılma stratejisinin devlet dışı aktörler üzerine kurguladığını ortaya koymaktadır.

İran’ın ülke dışındaki savunma hatları, ABD’nin ve Körfez’deki müttefiklerinin Tahran’ı çevreleme stratejisinin önündeki başlıca engeller olarak görünüyor. ABD’nin İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırma çabalarının Hizbullah, Ensarullah ve Haşdi Şabi gibi silahlı devlet dışı aktörler üzerinde odaklanacağı, tarafların muhtemel müzakeresinde de öncelikle ele alınacak konunun bu silahlı gruplar olacağı öngörülebilir. Ancak ülke dışındaki milis güçlerle ittifakını rejimin devamlılığı açısından başlıca dayanaklardan biri haline getiren İran’ın, ABD ve Körfez’deki müttefiklerinin beklentilerini karşılayacak adımlar atması zor görünüyor.

[Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan Selim Öztürk Selefilik, Vehhabilik, terör örgütleri, Orta Doğu'daki devlet dışı silahlı aktörler ve Taliban konuları üzerinde çalışmaktadır]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.