ABD tehdidine karşı küresel işbirliği arayışı
ABD tehdidine karşı küresel işbirliği arayışı
Uluslararası toplum Trump'ın şahsında vücut bulan ABD'nin saldırgan politikalarının her gün yeni bir boyut kazanmasını, karmaşık duygular içerisinde izliyor.
İSTANBUL - Mehmet A. Kancı
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 100. yıldönümü yaklaşırken, Anadolu toprakları günümüzden bir asır önce yaşanan benzer bir sınamanın eşiğinde. Ancak bu kez tehdit, ne donanmaları ile Çanakkale Boğazı'na dayanan İtilaf güçlerinden ne de Kafkasları aşarak sıcak denizlere inme gayretindeki Çarlık ordusundan geliyor. Bu sefer tehdidin kaynağı, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kuzu postuna bürünerek Avrupa'daki müttefiklerinin tüm kılcal damarlarına sızan, silahlı kuvvetleri ve siyasi yapılarının tasarımında söz sahibi olan müttefik görünümündeki Amerika Birleşik Devletleri.
Uluslararası toplum Donald Trump'ın şahsında vücut bulan ABD'nin saldırgan politikalarının her gün yeni bir boyut kazanmasını karmaşık duygular içerisinde izliyor. Rusya, ABD'nin tetiklediği yeni küresel paylaşım savaşında, kendi nüfuz alanını genişletip genişletemeyeceğini tartarken, Çin Halk Cumhuriyeti, tasarladığı tarihten erken gelen hesaplaşmayı, inşasını sürdürdüğü askeri gücü henüz elde edememiş olması nedeniyle ertelemenin gayretinde. İngiltere, Amerikan doları karşısında güç kaybeden ulusal para birimi ile Brexit sürecini nasıl tamamlayacağının telaşını yaşarken, Almanya, kavganın kaçınılmazlığının bilinciyle Washington'a karşı müttefik arayışında. Türkiye'nin maruz kaldığı finansal güvenliği hedef alan saldırı karşısında İtalya hükümet çevrelerinden gelen "biz de benzer saldırılara maruz kalabiliriz" mesajı, ABD topraklarından manipüle edilen spekülatörlerin nasıl yakın ve somut bir tehdit olarak algılandığının bir başka kanıtı. Türkiye dahil aralarında Avrupa Birliği ve NATO üyelerinin de bulunduğu çok sayıda ülke ise karşı karşıya kaldıkları problemlerinin kaynağının, Donald Trump mı yoksa "Yeni bir Amerika Birleşik Devletleri mi?" olduğu sorusunun cevabını arıyor.
On yılların ittifak ilişkisine sarsılmaz bir inanç besleyenler, Beyaz Saray'a bugün hakim olan fikirlerin geçici bir cinnet halinin sonucu olduğuna ve Washington'daki aklı selim sahiplerinin baskın geleceği umuduna hala sıkı sıkıya bağlılar. Ancak gidişat, bize şu ana kadar olumsuz yönde yaşanan gelişmelerin yalnızca daha da kötüye gidebileceğinin emarelerini gösteriyor. Donald Trump, ABD Başkanlık koltuğundaki birinci yılını tamamlarken, ülkesindeki basın ve uluslararası çevreler, bu egzantrik kişiliğin başkanlık koltuğunda üçüncü yılını göremeyeceği ve azledileceği konusunda fikir birliği içerisindeydi. 2018 yılının ilk yarısı geride kaldığında ise elimizdeki tablo, bu azil beklentisinin fazlaca iyi niyetli bir temenni olduğuna işaret ediyor. Bu yılın başında yazdığımız bir makalede [*], Donald Trump'ın "Yeni ABD"nin tasarladığı bir "Cambaza Bak" planı olduğu, Washington'da şekillenen yeni yönetim anlayışının, uluslararası toplumu Trump'ın egzantrik ve magazinel yaşamı ile oyalarken hedeflerine doğru ilerlediği şu şekilde ifade edilmişti: "Uluslararası topluma, Washington’daki yerleşik düzen ile kavgalı, Beyaz Saray’a tesadüfen seçilmiş bir “egzantrik” olarak sunulan Trump karakterinin Kudüs, İran ve Pakistan’a dair dile getirdiği söylemler, yardımları kesme tehdit ve manevraları, Pentagon ve CIA’ya 1991’den bu yana hakim olan görüşlerle bir zıtlık içermediği gibi bayraktarlığını yapıyor. Tüm dünyanın gülümseyerek bir şaka gibi izlediği Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Yong-Un arasında Twitter üzerinden gelişen atışmaların taktik nükleer silahların kullanılabileceği bir çatışmaya dönüşmeyeceğinin garantisi var mı? Rusya ile Trump’ın yakın çevresi arasında seçim döneminde işbirliği olduğuna dair suçlamaları içeren çatışmanın ise bu “Cambaza Bak” projesinin bir parçası hatta sis perdesi olduğunu söylesek yanlış mı olur?... Amerikan yönetiminin tepesinde bir kavga olduğu izlenimi meydana getirilir ve uluslararası kamuoyunda Trump’ın ne zaman görevden alınacağına dair spekülasyonlar oluşturulurken, topal ördek olarak nitelenen bir Amerikan Başkanı’nın Kudüs, İran ve Pakistan politikaları konusunda Amerikan askeri ve dış politika bürokrasisinden hiçbir aykırı ses çıkmaması garip değil mi?
ABD'deki yerleşik düzeni tehdit ve şantajı mübah görüyor
İşte bu satırların yazılmasının üzerinden tam yedi ay geçti. Trump, Filistin Devleti'ni ortadan kaldırmak için İsrail-Mısır-Suudi Arabistan üçlüsüne tam destek veriyor, İran ile ticari ilişkilerini kesmeleri için müttefiklerine şantaj yapıyor, Pakistan'a verilen askeri ve ekonomik desteğin kesilmesi yönünde her gün yeni bir adım atıyor. Avrupa Birliği ülkelerini birlikten ayrılmaları için birbirine karşı kışkırtması ve Çin Halk Cumhuriyeti odaklı başlattığı küresel ticaret savaşı da Trump'ın "dehasının" eseri olan tablonun diğer unsurları. Bu tehdit, şantaj ve yıldırma yöntemlerinin son halkası ise 15 Temmuz darbe girişimine karışan ABD casusluk şebekesinin ellerini kollarını sallayarak cezaevinden çıkıp gidebilmeleri için Türkiye'nin proje ortağı olduğu F-35 savaş uçaklarının teslimini engelleme teşebbüsü ve yine Türkiye'nin Rusya'dan alacağı S-400 yüksek irtifa hava savunma sistemlerini bahane ederek çeşitli tipteki askeri hava araçlarının Türkiye'ye satışının durdurulmasına yönelik kararlar oldu.
Trump, bu konularla ilgili kararını imzalarken, şu süreçte iki ülke ilişkilerinde görece olarak olumlu işleyen tek işbirliği platformu olan ABD Savunma Bakanlığı'nı da oluşturduğu bataklığa çekmeyi ihmal etmedi. Şimdi gözler ABD Savunma Bakanlığı'nın 90 gün içerisinde Türkiye ile ilişkilere dair hazırlayacağı raporda. Din adamı kisvesine bürünmüş Andrew Brunson ve onun Türkiye'deki ABD diplomatik misyonlarında görevli FETÖ irtibatlı işbirlikçilerini kurtarmak için Beyaz Saray kaynaklı olarak başlatılan bu teşebbüs bir yandan da Türkiye'nin finans güvenliğini ve ekonomik imkanlarını hedef alan saldırıyla eş zamanlı olarak sahneye konuyor. Peki, Türkiye, İngiltere, Almanya, Fransa, Pakistan gibi ABD'nin on yıllardır yanında yer almış müttefikleri bu hadsiz saldırılara maruz kalırken Washington'dan beklenen o aklı selim sahibi ses neden yükselmiyor? Siyasette ya da bürokraside Trump'ı durdurmaya yönelik bir inisiyatif niye belirmiyor? Görünen o ki bunun cevabı, ABD'nin müttefikleri gerçeği kabul etmese de gayet açık. Çin Halk Cumhuriyeti karşısında küresel liderlik pozisyonunu kaybetme korkusu yaşayan, ulusal para birimi doların küresel hakimiyetinin son bulacağına dair sarsıntıları daha derinden hisseden ABD'deki yerleşik düzenin temsilcileri, Trump'ın tüm bu tehdit, şantaj ve örtülü savaş metodlarını mübah görüyor. Aksi takdirde hayattaki ABD Başkanlarının, Cumhuriyetçi Parti içerisinde Trump'ı muhalif olan kesimlerin ya da Demokrat Parti'nin bu skandallar silsilesine sessiz kalması nasıl izah edilebilir? ABD basınındaki liberallerin cılız itirazlarına baktığımızda da yapılan muhalefetin Trump'ın üslubunun eleştirisi ve küresel ticaret savaşının yol açabileceği zararlara dikkat çekmekle sınırlı olduğunu görüyoruz. Ne ABD basınında, ne siyasetinde, ne de bürokrasisinde Beyaz Saray'ın dış politikasının kökten yanlış olduğunu söyleyen birini görmek mümkün değil. 2000-2003 yılları arasında ABD'nin Ankara Büyükelçiliği görevinde bulunmuş olan Robert Pearson'ın 12 Ağustos pazar günü El Cezire televizyonunun İngilizce yayın yapan kanalında konuk olduğu programda, ülkesinin gizli servislerinin FETÖ ile olan bağlantılarını perdeleyerek Türkiye'yi suçlayıcı bir üslupla yaptığı konuşma, Washington'a sinmiş hastalıklı bakış açısının somut örneklerinden biriydi.
ABD siyasetinde Neokon-Evanjelik İttifakı dönemi
Peki "Yeni ABD" olarak tanımlayabileceğimiz Washington'a hakim olan bu yapı geçici mi? Eğer kalıcı ise Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve NATO üyeleri bu "Yeni ABD" ile nasıl başedecek? Eski müttefiklerin tesis edeceği bir cephe, ABD'yi yeniden doğru rotaya yönlendirmek için gereken baskıyı yapabilir mi? Bu soruların yanıtlarına kısa ve hatta uzun vadeli beklentiler açısından olumlu yanıt vermek maalesef mümkün görünmüyor. Kısa vadede, Trump'tan sonra başkanlık koltuğunun en güçlü adayı Neokon-Evanjelik ittifakının temsilcisi ve Türkiye'ye karşı "Brunson Davası"nın avukatlığını üstlenen Başkan Yardımcısı Mike Pence. Pence, bugünkü çizgisi ile Ortadoğu barışı açısından Trump'tan daha fazla tehdit içeren bir isim. Uzun vadedeki tehdit ise Beyaz Saray'ın uzun yıllar, ABD toprakları haricindeki dünyanın geri kalanı ile olumlu ilişkiler kurmak isteyecek bir başkana ev sahipliği yapmayacak olması ihtimali. "The Economist" dergisinin 14-20 Temmuz tarihli sayısındaki iki makale, ABD'deki seçim sistemi ve değişen demografik yapı nedeniyle uzun yıllar Demokrat bir başkanın seçilme ihtimalinin olmayabileceğine dikkat çekiyor. Yani, kabaca ifade edersek ABD'deki Demokratları Fransız Sosyalist Partisi ve Almanya'daki Sosyal Demokrat Parti'nin karşı karşıya kaldığına benzer bir kader beklerken, başkanlık bundan böyle "Ilımlı Cumhuriyetçiler" ile "Neokon-Evanjelik İttifakı" arasında el değiştirmeye aday bir pozisyon haline geliyor. Uluslararası toplum bugün 2020'de ABD Başkanlığı'na Trump'ın yeniden seçilmemesini temenni ederken, onun yerine "gelen gideni aratır" sözünü doğrulayacak bir ismin seçilmesi ihtimali güçleniyor.
Türkiye, başta olmak üzere ABD ile bugüne kadar müttefiklik ilişkisi yürütmüş olan ülkelerin karar vericilerinin, "Yeni ABD" gerçeği ile en kısa sürede tanışması hem ulusal hem küresel güvenlik için en rasyonel seçenek. ABD ile geçmişte yaşanan güzel günlerin hatıralarına hürmet ederek Washington'da 2020'den itibaren şekillenecek siyasi ve bürokratik yapıyı en kısa sürede teşhis ederek önlemlerini alacak ülkeler, bu tehdit, şantaj ve yıldırma politikalarından bir çıkış yolu bulma ihtimallerini artıracak. Küresel önderliğini kaybetme hezeyanı içerisindeki ABD'nin, güvenlik paranoyaları içerisindeki bir İsrail ve her an hanedana yönelik bir ayaklanmanın endişesiyle yaşayan Suudi Arabistan tarafından düzenli olarak provoke edildiğini de gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu üçlünün meydana getirdiği dumanlı havadan faydalanan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır gibi yapılar da bölgesel çatışmaları kışkırtmaya aday jeopolitik hedefleri ile kısa vadede Türkiye, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz için diğer istikrarsızlık kaynakları.
Yeni dönemin ilk adımları İstanbul'da atılabilir
İran'ı hedef tahtasına oturtarak motive olan bu koalisyona karşı finansal düzeyde ilk somut adım temmuz ayında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde düzenlenen BRICS Zirvesi'nde atıldı. Trump ve etrafına topladığı çeteyi frenlemek için atılacak bir başka önemli adımın ev sahipliğini de Türkiye yapacak. 7 Eylül'de Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya'yı İstanbul'da biraraya getirecek zirvede, İran ve Suriye merkezli olarak küresel gelişmeler değerlendirilirken, ABD'nin yıkıcı politikalarına karşı denge tesis etmenin de yolları aranacak. Bugün için olmak kaydıyla, rakipsiz bir askeri güce sahip olan "Yeni ABD"nin karşısında giderek genişleyen bir cephede, ABD doları-Suudi petrolü döngüsünden kurtularak uluslararası ticarette kendi para birimlerini kullanmak, kendi enerji güvenliklerini tesis etmek ve finansal güvenliklerinden emin olmak isteyen ülkeler toplanıyor.
Çoğunluğu ABD'nin 20. yüzyıl boyunca ekonomik ve siyasi istikrarsızlaştırma metodlarına, açık ve örtülü operasyonlarına hatta askeri darbelerine maruz kalan bu ülkelerin, kaynaklarını kendi toplumlarının refahını tesis etmek için kullanmaktan başka talepleri yok. "Dünya 5'ten Büyüktür" sloganıyla Türkiye'den doğan çağrı, ABD'nin 2. Dünya Savaşı'nın ardından tesis ettiği ve yine bugün kendi elleriyle yıkmakta olduğu uluslararası düzenin bugün geçirdiği krizin tek ilacı olarak kuvvet kazanmakta. "Yeni ABD"ye karşı aranan çözüm pek yakında İstanbul'dan fitili ateşlenecek bir süreçle ivme kazanabilir. Türkiye Doğu-Batı eksenindeki ticaret ve enerji yollarında sahip olduğu jeostratejik konumu ile kısa vadede Trump ABD'sine karşı fedakarlıklar gerektiren zorlu bir mücadelede başrol üstlenirken, Cumhuriyetin 100. yılında bir kez daha küresel bir başarı hikayesi yazmaya aday.
[*] 13 Ocak 2018 Yeni Şafak gazetesi
(Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.