Zeytin Dalı harekatı: Jeostratejik durum ve tespitler
İSTANBUL - Dr. Can Kasapoğlu
20 Ocak’ta başlayan Zeytin Dalı harekatıyla Türkiye, Afrin’de bulunan (terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı konumundaki PYD/YPG militanları başta olmak üzere) kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme çabalarını sürdürüyor. Harekatın bugününe ilişkin detayları teknik veçheleriyle değerlendireceğiz. Ancak “bugünün ötesinde”, geleceğe ilişkin iki önemli tespitle başlayalım: Birincisi, YPG militanlarının silahlanma eğilimleri, örneğin üçüncü nesil MANPADS yetenekleri, güdümlü tanksavar füzeleri ve roketler, bugün müdahale edilmez ise, söz konusu örgütün imkan ve kabiliyetleri bakımından önümüzdeki on yılda Ortadoğu’da Lübnan Hizbullahı ile kıyaslanabilecek bir kapasite inşa edeceğini gösteriyor. Dolayısıyla Zeytin Dalı, Türkiye’nin milli güvenliğine ilişkin uzun erimli bir değerlendirmenin sonucu. Kuşkusuz, NATO müttefiklerine bu gerekliliğin titizlikle anlatılması büyük önem taşıyor. İkincisi de, Türkiye’nin gelecekteki askeri kapasitesine ilişkin bir analiz yapmak isteyen herkesin, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarına ve öğrenilen derslere bakması gerekiyor. Çünkü Ankara, bölgesel hibrit tehditlere karşı spesifik bir konsept üretme ve modernizasyon stratejisi takip ediyor.
Zeytin Dalı Harekatı'nda 999 terörist etkisiz hale getirildi
Zeytin Dalı Harekatı'nda 1062 terörist etkisiz hale getirildi
Yoğun ateş gücü ve operasyonel baskın niteliği
Zeytin Dalı harekatını Fırat Kalkanı’ndan ayıran en önemli hususlardan biri de harekatın başından itibaren hava gücünün büyük bir yoğunlukla kullanılması oldu. Öyle ki, yapılan resmi açıklamalar çerçevesinde, ilk taarruz için 72 savaş uçağının görevlendirildiği ve planlanan 113 hedeften 108’inin başarıyla vurulduğu belirtilmişti. Burada altı çizilmesi gereken başarı, sözü edilen muharip platform sayısının, Türk Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan F-16’ların ve F-4 2020’lerin yaklaşık dörtte birine karşılık gelmesidir. Açık-kaynaklı askeri veri tabanlarının belirttiği sayılar ve dünyada hemen hiçbir hava kuvvetleri envanterinin yüzde 100 harbe hazırlık seviyesinde olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, belirtilen oran daha da yükselmektedir. Böyle bir başarının, özellikle Türk Hava Kuvvetleri’nin pilot açığıyla gündeme geldiği bir dönemde yakalanabilmiş olması, Türkiye’nin ilerleyen yıllardaki askeri yetenekleri açısından da iyimser bir tablo çizmekte.
Ankara’nın yoğun hava gücü kullanımı kararı almasının birkaç olası nedeni var. Bunlardan ilki, Fırat Kalkanı harekatından alınan dersler kapsamında, düşmanın yeraltı harbi kapasitesinin ve tünel ağlarının, çatışmanın daha başında akamete uğratılması hedefi. Nitekim, harekattan yansıyan görüntülerde, kullanılan akıllı mühimmat ile vurulan yeraltı yapıları göze çarpıyor. Anımsanacak olursa, benzer tüneller ve taktik yeraltı yerleşkeleri, Fırat Kalkanı’nda önemli sorunlara neden olmuştu. İkinci olarak, Zeytin Dalı harekatını planlayan askeri düşüncenin, yoğun ateş-gücü kullanarak inisiyatifi daha başında elde tutmak istediği anlaşılıyor. Nitekim harekatın hemen başında, Hava Kuvvetleri 100’ün üzerinde hedefe aynı anda taarruz ederken, Kara Kuvvetleri’nin ateş–destek unsurları da 150’den fazla hedefi vurdu. Söz konusu eğilim, operasyon bölgesinde çok namlulu roketatarların ve topçu unsurlarının varlığı ile yoğun hava hareketliliği sayesinde bugüne kadar sürdü. Üçüncü ve son olarak Ankara’nın, modern hava gücünün kinetik olmayan, psikolojik harp imkan ve kabiliyetlerinden de yararlanmak istediği anlaşılıyor. Kısaca açıklamak gerekirse, özellikle asimetrik harp koşullarında, hava kuvvetlerinin devlet-dışı silahlı gruplar üzerinde baskı kurma yetenekleri bulunuyor.
Kara harekatının aşamaları
Zeytin Dalı’nın kara harekatı bölümünde, ilk aşamanın ağırlıklı olarak, Afrin’in merkezini çevreleyen bin metre rakımın üzerindeki dağlık arazide süren askeri faaliyetlerden müteşekkil olduğu görülmekte. Harekatın bu bölümünde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1990’lı yıllardan başlayarak terörle mücadele görevlerinde dağ komando faaliyetleri alanındaki tecrübesi, dünyanın en ciddi askeri deneyimlerinden biri konumunda. Basına yansıyan haberler, birçok elit birliğin bölgeye sevk edildiğini gösteriyor. Zeytin Dalı harekatının dağlık alanda yürütülen halihazırdaki bölümünü başarılı kılan bir diğer unsur da operasyonel düzeyde baskın faktörünün korunmuş olması.
Esasen, savaşın tüm hızıyla devam ettiği ve hava sahası üzerindeki kontrolün Rusya ile ABD arasında bölüşüldüğü Suriye topraklarında, böyle bir harekatın siyasi zeminde hazırlanması için Türk devletinin en üst düzeyde diplomatik çabalar yürütmesi kaçınılmazdı. En nihayetinde, bahse konu diplomatik çabalar da bu harekatı mümkün kılabildi. Ancak elbette, sözü edilen üst düzey temaslar ve devletin zirvesinden uluslararası kamuoyuna verilen mesajlar, Zeytin Dalı’nın stratejik seviyede bir baskın niteliği taşımasının da doğal olarak önüne geçti. Öte yandan, harekatın bazı müdahalelerle operasyonel düzeyde bir baskın olması için gerekli adımlar da atıldı. Öncelikle, coğrafi olarak zor bir tercih olsa da, ilk taarruz bölgeleri yerel dost unsurların kontrolündeki, topografik olarak daha uygun olan doğuda değil, kuzeydeki dağlık alanlarda belirlendi ve birçok taarruz istikameti izlendi. Hemen ardından, harekat, doğudaki birlikler tarafından şiddetlendirildi. Böylelikle, PKK/YPG militanlarının savunma için gerekli yığınağı bir yerde toplamasının önüne geçildi. Operasyonel düzeydeki ikinci sürpriz faktörü de, daha önce değinildiği üzere, operasyonun hemen başında çok yoğun ateş gücü kullanılması idi.
Öte yandan Zeytin Dalı harekatının en zor safhası, müteakip olarak gelmesi düşünülen, meskun mahalde, harp koşullarında ve sınır ötesinde yapılacak terörle mücadele olacak. Bu safha birkaç açıdan riskli. Birincisi, daha önce vurguladığımız gibi, YPG’nin profili, bir düşük yoğunluklu çatışma tehdidinden hibrit düzeye doğru yükselme eğilimi gösteriyor. Bu transformasyon da Türk güvenlik güçlerinin karşısına üçüncü nesil MANPADS yetenekleri (personel tarafından kullanılan hava savunma sistemleri, örneğin son olarak ele geçirilen SA-18 üçüncü nesil bir MANPADS’dir), son olarak 5 şehit verilmesine neden olan güdümlü tanksavar füzeleri, gelişmiş el yapımı patlayıcılar (EYP) ve birçok sivil vatandaşımızın hayatı kaybetmesine yol açan roketler anlamına geliyor. İkincisi, Zeytin Dalı harekatı Afrin merkezine ulaştığı durumda, ikmal hatları uzayacak ve olası sızmalara karşı geri bölge emniyeti çok hassas bir hal alacak. Üçüncüsü, meskun mahalde muharebe, teknik olarak, savunmaya avantaj sağlayan bir nitelikte. Ve son olarak, YPG militanlarının sivil halkı kalkan olarak kullanması ya da zorla paramiliter görevler dikte etmesi, ardından da bu kayıplar üzerinden yoğun bir propaganda yapması muhtemel.
Afrin’in kuşatılması: Alternatif bir strateji mi?
Bu riskleri minimize edecek alternatif bir strateji, Afrin’i çevreleyen dağlık alanda hakimiyet sağladıktan sonra, merkezde bulunan militanlara yönelik bir kuşatma olabilir. Kuşatma stratejisinin önünde hukuki bir engel yok. Yalnızca, hedeflerin çok dikkatli seçilmesi ve sivil halka insani yardım imkanlarının sürekli açık tutulması büyük önem taşıyor. Belki de, Ankara’nın uluslararası kamuoyunda psikolojik üstünlüğü ve stratejik iletişim inisiyatifini ele geçirebileceği nokta tam da burası. Zira, YPG ya da herhangi bir gayrinizami silahlı unsurun meskun mahalde savunma yapması için sivil halkın yoğun biçimde operasyon bölgesinde bulunması önemli. Zeytin Dalı harekatı gibi taarruzî konumda bulunan kuvvetler için de, meskun mahalde mümkün olduğu kadar az sivil bulunması gerekir. Bu denkleme, PYD’nin Batı kamuoylarında etki oluşturma kapasitesi de eklenince, durum daha da ciddi bir mahiyet kazanacaktır. İşte bu çerçevede, Ankara’nın çatışma bölgesinden sivillerin tahliyesini ön plana çıkaran aktör olması, sadece hukuki değil, moral üstünlüğün de Türkiye’nin lehine kesin biçimde tescillenmesi anlamına gelecektir. Zira, YPG’nin çatışma alanında sivillerin zorla tutulmasına ya da zorla çatışmaya sürülmesine yönelik muhtemel karşı çabası, insanlığa karşı işlenen bir suç mahiyeti kazanabilir.
Stratejik iletişim gereksinimleri
Yine de hatırlatmakta yarar var: Kuşatmalar, harp tarih boyunca askeri olduğu kadar sosyo-psikolojik, diplomatik ve siyasi konseptler üzerinden ilerlemiştir. Zeytin Dalı harekatının başından itibaren, Ankara’nın iç kamuoyuna yönelik halka ilişkiler stratejisi başarılı. Öte yandan, uluslararası kamuoyuna yönelik stratejik iletişim çabalarında aynı düzeye ulaşıldığını söylemek zor. Bunun iyileştirilmesi için, iç kamuoyuna yönelik Türkçe yayınlar kadar, hatta daha fazla, yabancı dilde yayınlara gereksinim duyulduğu ise açık. Bu tip yayınların da devlet kurumlarından çok, özel diplomasi kanallarını kullanacak şekilde, Türk düşünce kuruluşları tarafından yapılması büyük önem taşıyor. Örneğin, Türkiye topraklarına düzenlenen roketli saldırılarda hayatını kaybedenler, ülkenin trajik sivil kayıplarıdır. Kilis ve Hatay illerindeki sınıra yakın yerleşim yerleri, YPG militanlarınca, hiçbir ayrım gözetilmeksizin vurulmuştur. Bu saldırılarda ibadethaneler, lokantalar ve mahalleler hedef alınmıştır, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere birçok vatandaş hayatını kaybetmiş ya da ciddi şekilde yaralanmıştır. Ankara’nın bu saldırıların faillerinin cezalandırılması için gereken siyasi kararlılığı gösterdiği ve güvenlik güçlerinin de büyük bir özveriyle mücadele ettiği bir gerçek. Ancak, bu tabloda eksik olan unsur, Türkiye’de bulunan düşünce kuruluşları tarafından hazırlanan, uluslararası kamuoyuna hitap eden ve YPG tarafından sivillerin sistematik olarak hedef alındığını belgeleyen raporlar ve Türk uzmanlarca Batılı basın organları için kaleme alınan görüş yazıları.
Daha açık ifade etmek gerekirse, PYD/YPG’ye aktif destek veren ülkelerdeki her bir vergi mükellefinin, her bir parlamenterin ve her bir diplomatın, destek verdikleri örgütün sivil yerleşimlere attığı roketler sonucunda hayatını kaybeden ya da sakat kalan çocuklar olduğunu bilmeleri gerekiyor. Ancak bu gerçek yeterince bilinirse, seçmenlerine hesap vermek durumunda olan yönetimlerden, iç kamuoyu baskısı sonucu bir tutum değişikliği beklenebilir. Unutulmamalı ki, askeri bilimler teorisinde harp, siyasetten farklı bir şey değil. Tam tersi, Prusyalı General Carl von Clausewitz’in kavramsallaştırdığı gibi, harp, siyasetin başka araçlarla devamıdır. 21. yüzyılın enformasyon devrimi, yani Suriye’de yaşanan bir çatışmaya ilişkin dünyanın öbür ucunda anında bilgi sahibi olma –ya da tam tersi dezenformasyona maruz kalma– durumu, söz konusu paradigmanın giderek güçlenmesini de beraberinde getirmiştir.
Savunma sanayii açısından zeytin dalı harekatı
Son olarak, savunma sanayiine ilişkin konulara kısaca değinmekte fayda var. Zeytin Dalı harekatı, Fırat Kalkanı ile birlikte, Türk savunma sanayii ve askeri modernizasyonu açısından da çok önemli bir sınav. Bu konudaki değerlendirmeye, önce ciddi kazanımlardan başlayalım. Türk Silahlı Kuvvetleri her harekatında daha fazla milli silah sistemleri kullanıyor veya kullandığı silah sistemlerindeki yerli katılım artıyor. Bu eğilim, iki nedenle çok kritik. Her şeyden önce, milli savunma sanayiinin silahlı kuvvetleri besleme kapasitesi, bir ülkenin askeri operasyonlarında daha geniş bir politik hareket alanı oluşturmasına ciddi katkıda bulunur. Daha açık söylemek gerekirse, gelişmiş savunma sanayi sahibi ülkeleri, silah ambargoları ile caydırmak oldukça zordur. İkincisi de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin milli silah sistemleri ve platformlar kullanması, kısa ve orta erimde, bahse konu segmentlerde savunma ihracatına çok önemli bir katkıda bulunacaktır. Zira, savunma sektöründe bir silah sisteminin gerçek harp koşullarında kullanılmış olması en güvenilir referanstır.
Bu nedenle, Türkiye’nin kendi üretimi olan insansız hava araçlarını, Roketsan tarafından üretilen üst düzey mühimmatı, Türk savunma sanayiinin büyük orandaki katkılarıyla üretilen platformları takdir etmek gerekir.
Ancak daha gidilecek çok yol olduğu da açık. Örneğin, hibrit çatışma ortamında ana muharebe tanklarının ve diğer zırhlı platformların daha dirençli hale getirilmesi, artık Türkiye’nin en önemli modernizasyon önceliği. Düşman roketlerine ve topçu unsurlarına karşı savunma kapasitesinin (C-RAM: counter rocket, artillery, and mortar) sınır illerinde hızla inşa edilmesi elzem. Çünkü Ortadoğu’da asimetrik harp bu yönde seyrediyor. Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Ama sözün özü, savunma sanayii alanında yapılan atılımları asla yeterli görmeden ve bölgesel güvenlik ortamının geleceğini iyi okuyarak yola devam edilmesi.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi'nde (EDAM) savunma analistidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.