“Yüzyılımızda Yanlız Yolculuğum”
Bunun ardı sıra İslam ülkelerine yapılan geziler, toplantılar, davetler gelir. Hatta Necmettin Erbakan’ın davet ettiği bir siyasi mitingde bile konuşma yapar.
Henüz beş yaşında bir çocuk, annesinin özenle sakladığı o büyülü deniz kabuğunu alır ve kulağına dayar. Duyduğu, denizin sesi ve çağrısıdır.
O çocuk, bir asırlık ömrü boyunca muhayyilede parıldayan denizin betimlediği dünyayı artık hiç terketmeyecektir. Üstelik her işinde ve düşüncesinde deniz gibi aşkınlığı, birliği, bütünlüğü ve devamlılığı gözetecektir. O, Roger Garaudy’dir.
Adından da anlaşılacağı üzere bu ‘yolculuk’ kitabı, Garaudy’nin kendisinin ilk defa 1985 yılında kaleme aldığı, ancak daha sonraki eklemelerle en son 1996 yılını bulmuş otobiyografisidir.
Doksandokuz yaşında vefat eden Garaudy’nin hayatının son demlerinde kaleme aldığı bu kitabın yazılış amacı nedir peki? Bu sorunun cevabını, dörtyüz elli sayfalık anlatının daha ilk cümlelerinde verir müellifi:”Ne uğruna öldüğümü, niçin yaşamış olduğumu anlatan bu kitap, bir itiraf değil. Vasiyet de değil; hele ağıt hiç değil.”
Garaudy’de sürekli olarak iki temel sorunun kafasında ve kalbinde yer ettiğini görüyoruz: “Hayatın bir anlamı var mı?” ve “Ne yapmalı?” Düşünür, ilk soruyu evetlemiş, ikincisi için de “filozofun uysal çelişkilerle oynadığı zihin felsefesi“ yerine dış dünyaya yönelmeyi, yani eylem’i seçmiştir. Bu, aynı zamanda düşünürün kendisini bulduğu iki öncül demektir: İmancı filozof Soren Kierkegaard ve toplumcu filozof K. Marx.
Felsefe profesörü ve estetik uzmanı olan düşünürün hayatı bu yüzden aksiyoner bir hayattır ve sürekli kendi sınırlarını aşma çabasındadır. O, bütün şartlanmışlıkları ve belirlenimlikleri kırmak ve her eskiyi yeni olana basamak yaparak gelişim göstermek üzere çaba içerisindedir. Bu bakımdan sadece uzun yıllar görev aldığı Komünist Parti’den yolların ayrılması değil, din değiştirmek bile kendi evreninde gelişim demektir. Ve bunu yaparken eskiyi yıkmaz; onu yenisine katar ve birikerek ilerler. Bu yüzden İslam’a girerken “Ben elimde iki kitapla geliyorum; Das Kapital ve Kitab-ı Mukaddes’le” demesi şaşırtıcı değildir.
Düşünürün hayata aşkınlık katma çabası henüz küçüklüğünden beri bulunur, ki bu aşkınlık mevzuu hayatının temel belirleyicisi olmuştur denebilir. Henüz gençken, felsefe öğrencisiyken, komünüst parti’ye girerken bir Hristiyan militanı olduğunu açık yüreklilikle belirtir. Ve sonraki yıllarda parti ve ideoloji içinde yükselirken dahi, her zaman azınlığı temsil etse bile, dinle barışık bir Marksist teolojiyi savunur. Fakat bu, her zaman onun için ‘durumu sallantıda olmak’ anlamına gelir. Nihayet çeşitli kademelerde geçirilen uzun yıllardan sonra partiden ihraç edilir; Sovyetler’in Çekoslavakya’ya müdahalesini partinin iradesine aykırı olarak kınamıştır çünkü.
1970 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra uzunca bir süre sadece sanat, düşünce ve kültür faaliyetlerinde bulunur ve tekrar ülkesinde büyük toplumsal bir projeye, ekonomik kalkınmanın, çevrenin, insan ve toplumun ve nihayet Tanrı ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi anlamında ‘Başka Türlü Yaşama’ projesine atılır, ancak bu fikir koalisyonu neredeyse başlamadan dağılır.
Artık o bir marjinal sayılır ve İsrail’in 1982’deki Lübnan İşgali’ne karşı ortaklaşa yazılan bir yazıdan dolayı kendi ifadesiyle, susturulur ve hatta deyim yerindeyse, öldürülür. Çünkü artık çoğu yayınevi kitaplarını basmak istemez; ilişkisi olanlar bile yüz çevirir. Ve kendisinden bahsedilmez. Ta ki onbeş yıl sonrasında ‘İsrail, Terör ve Mitler’ kitabını basıncaya dek. Suskunluk, tekrar gürültülü bir lince dönüşür.
Garaudy’nin İslam’a girişi de yine bu yıllara rastlar. Esasında zaten araştırma ve etkilenim içinde bulunduğu İslam’a, batı yaşayış ve düşüncesinin yetkin bir alternatifini bulmasından dolayı katılmıştır denebilir. (Esasında bütün ilahi ve doktoriner dinleri de araştırmış ve haklarında makaleler yayımlamıştır) Çünkü ona göre batı dünyası iflas etmiştir; var olan sorunlar bu iflastan doğmaktadır ve İslam’ın doğuşu ve ilk zamanlardaki saf yaşantısı bile ardından koşulan davanın yaşanabilir bir örneğini oluşturmaktadır.
“Ben yönümü değil, sadece cemaatimi değiştirdim.” İslam dininin, kendisinden önce gelen kutsal kitapları ve peygamberleri tanıması da onun birikimci yanıyla örtüşür. Bunun ardı sıra İslam ülkelerine yapılan geziler, toplantılar, davetler gelir. Hatta Necmettin Erbakan’ın davet ettiği bir siyasi mitingde bile konuşma yapar. Aşağı yukarı bütün islam ülkelerini gezen Garaudy artık islam dünyasındaki fikri sorunlar ile de yüzyüzedir. “Sonsuz hakikat ile tarihsel gerçekçiliğin karşılaştırılması” der buna Garaudy. Yeni, ilahi mesaj ve ilkeler doğrultusunda bir yol açmak gerektiğini ileri sürer. Ancak, “çifte taklit var” der, “Ya Batı’yı taklit, yahut da geçmişi.”
“Hakiki tarih, ruhun tarihidir” diyen Garaudy, ancak şuur sahibi insanların tarihe yön verebileceğini imler. Nasıl ki Allah, Kuran’da belirtildiği gibi sürekli yaratış halindeyse, insan da şuurla sürekli eylem içinde olmalıdır, tarzında bir yaklaşımda bulunur. Çünkü ona göre, “hayatı anlamlandıran ölüm değil, ölümü anlamlandıran hayattır.”
Düşünürün bu büyük hayatında elbetteki irili ufaklı bir çok olay da olmuştur ve önem kesbettiği kadar kendisine kitapta yer bulmuştur. Nazi işgaline verilen direniş kadar, sendikal direnişlere de yer vardır Garaudy’nin hayatında. Meclis’te kurulan milli eğitimle ilgili bir komisyonda din eğitiminin okullarda verilebilmesi için Marksistlerle değil laiklerle mücadele etmiştir ve en sonunda koalisyon ortağı partisinin başkanına, “Beni bu görevden alın, yoksa papaz taraftarı olup çıkacağım” demek zorunda kalmıştır.
Bu arada, savaş sıralarında Kilise’nin genel olarak Nazi işgaline destek verdiğini ve bu yüzden halk nezdinde itibarının düşük olduğunu yine Garaudy’den öğreniyoruz. Yine İkinci Dünya Savaşı sırasında, Cezayir’de tutuldukları bir esir kampında, Müslüman askerlerin kendilerine silahsız oldukları için kurşun sıkmamaları, düşünürün aradığı aşkınlığın bir simgesi olmuştur. Ve şahlık dönemi İran’ında, davet edildiği bir konferansta filozof Heiddigger’den bahsedilmesine canının sıkıldığını belirtir; çünkü kendisi, tarihte yeri olan büyük bir medeniyetin ne dediğini öğrenmek için gelmiştir.
Düşünceyle, sanatla, incelemelerle ve eylemle geçen bu bir asırlık ömürden geriye zengin bir Garaudy külliyatı kalmıştır. Kitabın dizimine sadık kalarak yazılan kitap ve makale ana konularının şunlar olduğunu yazmadan geçemeyeceğim: Marksizm’in Tarihi, Marksizm’in Problemleri, Din, Ahlak, Estetik, Medeniyetler Diyalogu, İnsan Yüzlü Bir Geleceğe Yönelik İncelemeler.
Bu değerli hayat okunduktan ve bilindikten sonra insan düşünmeden edemiyor: Garaudy, Siyonizm’e sataşmasa ve İslam’a girmese ne olurdu? Ama ne yazık cevabını da biliyoruz: Kabül edilir, sahih bir muhalefet olarak yüceltilirdi, diğer pek çok örnekte görüldüğü gibi.
Nurettin Özer
Ulu Kanal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.