V. Ümmühan Yürekli: Hayat Ağacı
“Evrenin direği, barışın, bereketin, bilimin, hikmetin, kudretin ve sonsuzluğun sembolü” gibi soyut kavramlar yüklenmiş olan hayat ağacı, devletin koruyucu gücünü sembolize etmesi ile devlet ağacı olarak da nitelendirilmekte; “kutsal ağaç, altın ağaç, cennet ağacı” gibi adlar da almaktadır.
Selçuklu Anadolu’da büyük bir inşa faaliyeti göstermiş ve malzeme olarak da taşı kullanmış; inanç, taşa yansıyan şiir olmuştur. Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya, Selçuklu’nun Anadolu’daki “taş medeniyetinin” âdeta yaşayan açık hava müzeleridir.
Yapılar büyük bir ustalık ve estetikle işlenmiş; geometrik, bitkisel figürlü plastik ve yazıdan oluşan süslemelerde, Selçuklu’nun Anadolu kimliği içinde Orta Asya Türk inanç ve sanatının izleri de muhafaza edilmiştir.
Anadolu Selçukluları dinî ve sivil mimarîde, sadece süsleme unsuru olmayıp, sembolik anlam taşıyan “hayat ağacı” motifini büyük bir tutku ile kullanmışlardır. “Evrenin direği, barışın, bereketin, bilimin, hikmetin, kudretin ve sonsuzluğun sembolü” gibi soyut kavramlar yüklenmiş olan hayat ağacı, devletin koruyucu gücünü sembolize etmesi ile devlet ağacı olarak da nitelendirilmekte; “kutsal ağaç, altın ağaç, cennet ağacı” gibi adlar da almaktadır.
“Hayat ağacı, eski Türk inanç sistemi olan Şamanizm’e göre dünyanın merkezini belirleyen, genellikle kuşlar ve kartallarla betimlenen ağaç olup, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde cennet anlamını da kazanarak çini, taş ve benzeri bezemelerde oldukça sık kullanılmıştır.” (1)
Hayat ağacı etnolojide, “yaşamın ve evrenin sürekli yenilenmesi ile ölümsüzlüğü ve verimliliği simgeleyen, insanla hayat arasındaki ilişkiyi gösteren efsane ağacı” olarak tanımlanmaktadır. (2)
“Halk inançlarında ağaç; yaşamının uzunluğu, kesildiği zaman kökünden yeniden sürmesi, bir kısmının yapraklarının devamlı yeşil kalması, yapraklarının dökülenlerinin ise ilkbaharda tekrar yeşillenmesi, göğe ve doğa güçlerine yakınlığı vb. nedenlerle kutsal olarak kabul edilmiştir.”(3)
Birçok toplum ve dinde; ağaçta ilâhların ve ruhların bulunması, gölgesi, meyvesi, ateşi, hışırtısı, renk güzelliği, çiçekleri, mevsimine göre değişmesi, kurumuş durgun halinden yeniden canlanışı, faydaları, işlerde kullanılışı, ilaç için bağlanışı, beşikten tabuta oynadığı rol ile insanlar ağaca doğru yönelmiştir. (4)
Tarihin en eski çağlarından beri inanç sistemlerinde yer alan ve en eski konulardan biri olduğu görülen “ağaç”, ne belirli bir döneme ne de belirli bir kültüre aittir. (5) Diğer yandan eski dönemlerden beri hemen her Türk boyunun inanç dünyası içinde kutsal ağaç, başlangıçta Tanrı ve hükümdarın görüntüsü iken zamanla hükümdarlığı, ataları temsil etmiş, daha sonra da sülalenin ve boyun temsilcisi olmuştur.(6)
Sivas’ta göreve başladığım 1963 yılında, büyükannem ile komşusu bir hanımın şu diyaloguna tanık olmuştum:
“ Ağaçlara imreniyorum. Kışın kuruyup sessizliğe bürünüyor, her sene baharda yeniden canlanıyor, tazeleniyor. İnsanlar da ağaçlar gibi olsaydı.”
“ Çocukların, torunların da senin dalın, budağın, yaprağın; onlardan sonra gelenler de onların dalı budağı. Koca çamın gürlemesi dalınan, yaprağınan.”
Bu konuşma ile halk bilgeliğinde boy vermiş “koca çam” benzetmesi, “hayat ağacı” ile ilk karşılaşmama vesile oluyordu.
Türk kültür tarihinde önemli yeri olan hayat ağacı, ana teması değişmeden çağlar boyu süregelmiş, Selçuklu döneminde taş bezemede ve örneği az sayıda kalan tekstil örneği kumaşlarda yer almıştır. Hayat ağacı çeşitli dönemlerde ve bölgelerde çok yaygın olarak kullanılmış bir motiftir. Gönül Öney, Selçuklu taş bezemelerindeki hayat ağacı ve sembolik ifadesi konusundaki araştırmalarında özetle şu hususlar üzerinde durmaktadır:
“Anadolu Selçuklu sanatının erken devirlerinde genellikle tek başına veya kuşlarla çevrelenmiş olan hayat ağacı, geç devirlerde ise muhtelif refakatçi hayvanlarla birlikte canlandırılmıştır. Tek başına canlandırılan hayat ağacı ender olup, sadece dinî mimarîde görülmekte ve en enteresan örneğini de Divriği Ulu Camii kıble kuzey taç kapısında, dal şeklinde küçük bir vazodan yükselen hayat ağacı oluşturmaktadır. Yine aynı taç kapıdaki diğer hayat ağacı da karın kısmı dilimli olan bir vazodan yükselir.
Genellikle, hayat ağacı motifinde, vazo ebedî hayat suyu ihtiva eden sembol palmiyeye, hurma ağacına benzer. Ağacın dalları ve nar da cennetin sembolüdür. Hayat ağacına eşlik eden hayvanlar; çift başlı kartal-ejder başı veya arslan çifti daha geç örneklerde görülmektedir. Hayat ağacına eşlik eden hayvanlarda Avrasya hayvan sitilinin etkileri bulunmakta, Anadolu hayat ağacı tasvirlerinde stil bakımından olduğu gibi fikir ve sembol bakımından da Orta Asya etkileri açıkça görülmektedir. Arslan her devirde koruyucu kuvvet ve kudret sembolü olarak kullanılmıştır. Erzurum Yakutiye Medresesi ve Kayseri Döner Kümbet’te bulunan arslanlar, ebedî hayat sembolü ve dünyanın ekseni olarak kabul edilen tılsımlı ağacı bekleyen kudretli yaratıklardır. Anadolu Selçuklu sanatında arslandan sonra en fazla kullanılan figür genel olarak kartal olarak kabul edilen avcı kuşlardır. Kuşların sembolik izahı; koruyucu unsur, nazarlık, tılsım, asalet, kudret ve kuvvettir. Orta Asya Şaman kaynaklarına göre, hayat ağacı dünyanın merkezi kabul edilmekte ve aynı zamanda Şaman’a yeraltı veya gökyüzü seyahatinde merdiven vazifesini yapmaktadır. Dallar içindeki kuşlar, Orta Asya inancında kuş şeklindeki ruhlar, ağacın etrafındaki rozetler ise gökyüzü yolculuğunu, yıldız kültünün hayat ağacı ile bağlantısını düşündürmektedir. Kâinat; hayat ağacı, yer, gök ve gezegenlerle temsil edilmiştir. Hayat ağacı yeri ve göğü birbirine bağlamaktadır.” (7a,b,c)
SELÇUKLUNUN ERZURUM-SİVAS-KAYSERİ MÜHÜRLERİNDEKİ HAYAT AĞACI
Türk süsleme sanatını öğreten, sevdiren ve yaşamasında öncü olan sanatkâr hocamızın kurduğu ve adıyla özdeşleşen Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver Nakışhanesi’nin Gülbün Mesara başkanlığındaki ekibinden Dr. Filiz Bengi; Erzurum, Sivas ve Kayseri’deki Selçuklu eserlerinin taş bezemelerinde yer alan hayat ağacı motiflerini, taşın renk ve dokusuna uygun şekilde yorumlayarak, Hayat Ağacı dergimiz için göndermiş bulunuyor. Dr. Filiz Bengi’nin yapmış olduğu tezhiblere bakarak bu şehirlere gitmişçesine, fikir ve gönül yolculuğuna önce Erzurum’dan başlayalım.
ERZURUM’DA ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE’DEKİ HAYAT AĞACI
Erzurum’un sembolü olan Çifte Minareli Medrese’nin kitabesi olmadığı için kesin olarak yapılış tarihi bilinmemekte, on üçüncü yüzyılın son çeyreğine ait olduğu düşünülmektedir. Mamafih, hayat ağacı motifindeki hurma dalları ve bekçi hayvanlar sebebi ile uzmanlar, eseri yaklaşık 1290’lara yerleştirmeyi uygun görmektedirler. Çifte Minareli Medrese’ye, Sultan Alâaddin Keykubad’ın kızı Hindî Hatun veya İlhanlı hanedanından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile Hatuniye Medresesi de denilmektedir.
“Erzurum Çifte Minareli Medrese’de hayat ağacı tek başına görülür. Yalın bir zemin gösteren minare kaidelerinde, alt kısımlarda silmelerle çerçevelenmiş birleşik bir şekil olan büyük kabartmalar oturmaktadır. Taç kapının dış bordüründe simetrik olarak yerleştirilmiş hayat ağacı, rozet gibi işlenmiş ve boyun kısmı süssüz küçük bir vazodan çiçek buketi şeklinde yükselmektedir. Hurma ağacından uzanan büyük bir yaprak demetinde, tek tek uzun yaprakların ucunda meyveler ve ufak kuşlar görülür. Demetin ikiye ayrılan tepesinde ayaklarını yapraklara dayamak üzere çift başlı kartal figürü oturur. Demetin sapı, kalın bir ay halkasından geçer ve iki ejder başı olarak çatallaşır. Yukarıya bakan bu ejderlerin başlarının uzunca boyunları yuvarlak bir ilmek olarak yükselir. Pul pul işlenmişlerdir. Başları yukarı olan bu ejderlerin beyzî gözleri gösterilmiş olup dilleri de çatallıdır. Bu kabartma az derinlikte sivri kemerli bir saha içindedir. Bu sahayı sınırlayan çerçeve üç kalın silmedendir ki ejder başları hizasında sivri tepeli bir kartuş meydana getirirler. Oradan sonra toparlanarak önce kabarık yuvarlak halkalardan, sonra kalın ay halkasından geçerek perde gibi bir püskülle nihayetlenirler.” (8)
ERZURUM’DA YAKUTİYE MEDRESESİ’NDEKİ HAYAT AĞACI
Yakutiye Medresesi İlhanlı hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, 1310 yılında Cemaleddin Hoca Yakut Gazanî tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’da kapalı avlulu medreselerin son örneğidir. Gönül Öney, taç kapının yan yüzlerindeki silme kemerle çevrilen nişler içinde hayat ağacı, arslan ve çift başlı kartal figürlerini şöyle belirtmektedir: “Ajurlu bir küreden çıkan hurma yaprakları şeklindeki hayat ağacının altında iki arslan ve dalın üzerinde çift başlı kartal figürü oturur (bir baş kırılmıştır). Kartalın tepesinde büyük bir rozet dikkati çeker ki büyük ihtimalle güneş tasviri olmalıdır. Geç devirden olmakla beraber, Selçuklu geleneğinde işlenmiştir. Kayseri’deki Döner Kümbet’teki hayat ağacı kabartmaları bu gruba girer.” (7a)
SİVAS GÖKMEDRESE'DEKİ HAYAT AĞACI
Sivas Gökmedrese’yi, 1271 yılında Selçuklu’nun ünlü baş veziri Sâhib Atâ Fahreddîn yaptırmıştır. Sahibiyye Medresesi’ de denilen Sivas Gökmedrese, Selçuklu taç kapıları içinde mermerden yapılmış olması, ön yüzdeki tutarlı geometrik düzenlemesi, bezeme programı bakımından gösterdiği bütünlük ve üzerinde yükselen minareleri ile abideleşen bir eserdir.
Gökmedrese, Türk plastik sanatında mimarisi, taş bezemeleri ve çinileri ile inancı taşta dile getiren müstesna bir eserdir. Hocamız, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver bu eser için, “Sivas bir yüzükse, onun kaşı Gökmedrese”dir.” demiştir. Yivli minareleri ve bünyesinde kullanılan “göğ (gök) renkli” mavi ve turkuvaz çinilerinin yoğunluğu sebebi ile zaman içinde Gökmedrese adını alan bu yapı, süsleme sanatının şaheserlerinden biridir. Taş, tuğla ve çininin beraberliğinden oluşan “Sivas üslûbu” denilen türün eşsiz örnekleri arasındadır.
“Gökmedrese’de taç kapının sağ ve solunda birbirinin aynı olan iki hayat ağacı yer alır. Bu bölümlerde, orta yere sekiz köşeli bir yıldızın içine küçük bir pencere yerleştirilmiştir. Yer küreyi sembolize eden bu sekiz köşeli yıldızın altında da sivri kemerli panolar içerisinde hayat ağacı motifi olan bir süsleme yer alır. Bu, üçgen saptan karşılıklı simetrik olarak çıkan köklü, gövdeli, dalında kuş, yaprak, çiçek ve narlardan oluşan bitki demetleri şeklinde üsluplaşmış bir ağaç motifidir. Birleşik yaprak demeti kabartması arasına nar yerleştirilmiştir. Diğer yapraklarında küçük narlar ve kuşlar ve bu motifin en üstünde de, cepheden görünüşü yapılmış, kanatları uçacak gibi açılmış, tek başlı bir kartal figürü bulunur. Bu baş, bir insan başıdır. Sivas Gökmedrese’deki bu hayat ağacı; çift tabakalı süslemesinin gölge ışık tesirlerine yol açması, işlenişindeki teferruat ve itina, maddesinin de mermer olması sebebiyle çok gösterişlidir.” (9)
Sivas Gökmedrese’de 1995–1996 yılında yapılan temizlik ve kazı sırasında, sanat tarihi uzmanı Burhan Bilget başkanlığındaki ekip tarafından avluda sekiz parçadan oluşan, 100×130 cm. ebadında bir başka hayat ağacı bulunmuştur. Çalışmalar sırasında her bir parçası ayrı yerlerde bulunan motifin iki parçası ne yazık ki kayıptır. Bir kökten çıkan motif sağa ve sola simetrik olarak açılmakta, dallarının ucunda yapraklar ve narlar bulunmaktadır. Hayvan figürü yoktur. Bulunan bu yeni hayat ağacı motifinin Gökmedrese’nin hangi bölümünde yer aldığı bilinmemektedir. (10)
Gökmedrese Sivas’ın sembolüdür. Sivas ilinin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasını sağlamak doğrultusunda faaliyette bulunan Sivas Hizmet Vakfı’nın da amblemi, Gökmedrese cephesinde bulunan hayat ağacıdır. Sivas Hizmet Vakfı tarafından yayınlanan ”Hayat Ağacı” dergisi, kökünü gelenekten alıyor. Hayat ağacı, “Sivaslı ve Sivas’ı sevenlerin” can suyunun aktığı bu dergi ile beslenerek meyvesini veriyor.
KAYSERİ’DE DÖNER KÜMBET’TEKİ HAYAT AĞACI
Kayseri’de 1277–78 yılına tarihlenen Döner Kümbet (Şah Cihan Hatun Kümbeti) figürlü süslemeleri ile dikkati çeken bir türbedir. Kümbetin gövdesini sivri kemer silmeler, yan yana on iki kemer sahaya ayırır. Bir tanesinin içine üstü mukarnaslı, etrafı çerçeveli türbe kapısı açılmıştır. Kemer sahaların içini dar dikdörtgen panolar kat eder. Uzun panolar ekseri geometrik yıldız örnekleridir. “Döner Kümbet’teki hayat ağacında, yelpaze gibi açılmış hurma dalının sapı ay halkasından geçerek yükselir. Sağ ve solda olmak üzere arslana benzeyen iki kabartma vardır ki ne yazık ki tahrip edilmiştir.” (11)
Döner Kümbet’in yüzeylerini süsleyen üç hayat ağacı ve efsanevî hayvan kabartmaları ile Erzurum Çifte Minareli Medrese ve Yakutiye Medresesi arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. (12)
Döner kümbetin giriş (kuzey) yüzünün sağ ve sol tarafında bulunan panolarda iki hayat ağacı motifi ile kümbetin doğu penceresinin güneye bakan komşu yüzeyinde alt kesime, kapının sağ ve solundakinden daha canlı ve sarkık bir hayat ağacı daha işlenmiştir ve sağ altında yine tahrib edilmiş bir hayvan kabartması vardır. Filiz Bengi, Döner Kümbet’te hayat ağacına refakat eden, “nöbetçi sadakati”(13) ile derin bir sükûtla beklerken yok edilen bu arslanları, ayni döneme tarihlenen Erzurum Yakutiye Medresesi’ndeki hayat ağacından yararlanarak betimlemiştir.
HAYAT AĞACININ KÜLTÜRÜMÜZDEKİ İZLERİ
Türk kültür tarihinde önemli yeri olan hayat ağacı; ana teması değişmeden, çağlar boyu süregelmiş, süsleme sanatlarımızda somutlaşmıştır. Eski kültürümüz ile bağımızın Anadolu Selçuklu sanatına yansımasını gördüğümüz taş bezemelerde ve Selçuklu Dönemi’nden kalmasa az sayıdaki tekstil numunesi kumaşlarda yer alan hayat ağacı; Osmanlı Dönemi’nde daha çok halk sanatlarına özgü bezeme öğesi olarak halı, kilim, kumaş, işleme, baskı, keçe ve örmeleri içine alan zengin bir tekstil alanında da kullanılmıştır.
Bunların dışında hayat ağacı, ağacın Halk tasavvurundaki yeri itibariyle geleneklerimize ve sözlü kültürümüze yansımıştır. Soyağacının (şecere) ağaç şeklinde gösterilmesinin temelinde de bu düşünce yer almaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde uygulanan “Kütük atma geleneği”; hayatın sürekliliğinin ve devam etmesi dileklerinin bir ağaç kütüğünde somutlaşan ifadesinden başka bir şey olmayıp, “oğlunun ömrünün kütük gibi uzun olması, kütük gibi sağlam olması ve soyunun bir ağaç gibi dal budak vermesi, sülalenin genişlemesi” inancıyla yapılmaktadır.(14)
Hayat ağacı motifi Anadolu Selçukluları’nda sadece dinî ve sivil mimarîde süsleme unsuru olmayıp sembolik anlamlar da taşımaktadır. Kültürümüzün eski izlerini de taşıyarak “evrenin direği, barışın, bereketin, bilimin, hikmetin, kudretin ve sonsuzluğun sembolü” olmasıyla Türk taş bezeme sanatındaki eşsiz örnekleriyle beraber, günümüz inanç ve geleneklerinde de yaşamaya devam etmektedir.
KAYNAKLAR
(1)- Metin Sözen-Uğur Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 102.
(2)-Sedat Veyis Örnek, Budunbilim Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara, 1973, s. 69.
(3)-Güran Erbek, Hayat Ağacı Motifi, Antika, Haziran 1986, İstanbul, s. 26.
(4)- Hikmet Tanyu, Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı 1975, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1976, s. 128.
(5)- Ayten Sürür, Hayat Ağacı Motifi ve Türk Tekstil Sanatlarında Uygulamalar, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, V. Cilt, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1992, s. 197.
(6)- Ayten Altıntaş, Eski Türk Kültüründe Hayat Ağacı ve Ölümsüzlük Otu, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 51. Sayı, 12/1987, s. 143.
(7) a-Gönül Öney, Belleten, Hayat Ağacı, Türk Tarih Kurumu, C: XXXII, Ocak 1968, Ankara, No: 125, s. 26, 33.
b-Gönül Öney, Anadolu Selçuk Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal, Malazgirt Armağanı, Ankara, 1972, s. 165.
c-Gönül Öney, Anadolu Selçuk Mimarisinde Arslan Figürü, Anadolu (Anatolia), S:XIII, 1969 Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1971, s. 37.
(8)- Semra Ögel, Anadolu Selçukluları’nın Taş Tezyinatı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1966, s. 47.
(9)- Semra Ögel, a.g.e., s.58.
(10)-Burhan Bilget, VII. Müze Kurtarma Kazıları Semineri, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara, 1997, s. 610, 615.
(11)- Semra Ögel, a.g.e., s. 70.
(12)- Orhan Cezmi Tunçer, Anadolu Kümbetleri–1, Selçuklu Dönemi, Güven Matbaası, Ankara, 1986, s. 168.
“Haluk Karamağaralı, bu benzerliklerden yararlanarak ve haklı olarak, Erzurum Çifte Minareli Medrese’yi 1276–77 tarihinden daha ileriye, yaklaşık 1290’lara yerleştirmeyi uygun görmektedir. Haluk Karamağaralı, Erzurum’daki Hatuniye Medresesi’nin Tarihi ve Bânisi Hakkında Bazı Mülahazalar, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III. Ankara, 1971, s. 209.”
(13)- Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş şehir, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992, Sekizinci baskı, s. 216.
(14)- Ailenin yeni doğan ilk erkek çocuğu için yapılan törende, komşularının baba olma haberini alan arkadaşları, dallı budaklı büyükçe bir kütüğü allı bir kumaş parçası veya kurdele ile bağlayıp getirerek, yüksek bir yere, bir evin damına çıkarak, çocuğun babasına adı ile seslenirler. Baba çocuğu kucağına alarak kapıya çıkar. Kütüğü yüksekten evin önüne atan şahıs, babanın ve çocuğun adını söyleyerek, Dede Korkut duası gibi devam eden şu güzel dileklerde bulunur: “Oğlun …,ardıç gibi dallı olsun, babası gibi soylu / döllü olsun, keklik gibi dilli olsun…”
Ulu Kanal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.