Türkiye-Batı ilişkileri kopuyor mu?
İSTANBUL
ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya düzeninin hâlâ lideri ve küresel hegemonik konumdaki tek aktör. Son 15 yıldır güç kaybetmesine ve başta Çin olmak üzere Türkiye, Rusya, Hindistan, Brezilya gibi Batı dışındaki aktörlerin dünya siyasetinde güç kazanmasına ve önemli konuma gelmesine rağmen, küresel düzeyde dünya liderliği konumu hâlâ ABD’nin. Gelecek on yılda da bu durumun devam edeceğini öngörebiliriz.
Almanya dünya siyasetinin ve ekonomisinin büyük güçlerinden biri, Avrupa Birliği’nin (AB) lider konumundaki en güçlü aktörü ve üç milyona yakın Türkiyeli vatandaşımızın yaşadığı ülke.
ABD ve Almanya, Fransa ve Britanya ile birlikte siyaset, ekonomi, bilim ve teknoloji alanlarındaki önderlikleriyle bugün Batı dünyasının en güçlü ve önemli aktörleri.
Türkiye ise son on beş yıldır ekonomi, siyaset, dış politika, kentleşme alanlarında büyük bir dönüşüm süreci yaşayan, bölgesel güç-kilit ülke konumunda olan, küresel dünyanın önemli aktörlerinden biri. Dünya siyasetinde gücün küresel ölçekte dağılması ve ‘Batı ve Ötekiler’ tartışmasının önemli referans noktası. Batı hegemonyası dışındaki alanda, ekonomik ve siyasi olarak sert ve yumuşak gücü birlikte uygulamaya sokan yapısıyla bölgesel güç-kilit aktör.
Daha da önemlisi, ‘Batı ve Ötekiler’ tartışmasında Türkiye, Müslüman dünyanın tek seküler ülkesi. ‘Batı ve Ötekiler’ arasındaki gerek siyasi gerek coğrafi, gerekse de kültürel olarak en önemli “köprü” konumundaki ülke. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzende NATO, Avrupa Konseyi gibi Batı kurumlarında üye olarak yer alan Türkiye Batı’nın Doğu’ya açılan yüzü, Doğu’nun Batı ile bağlantı noktası.
Türkiye ABD’nin önemli müttefiki, Almanya ile en köklü ve yakın ekonomik ve kültürel bağları bulunan ülke.
Bu üç aktör arasındaki ilişkiler, bölgesel ve küresel barış, istikrar ve güvenlik için çok önemliyken, bugün Türkiye-ABD ve Türkiye-Almanya ilişkilerinde çok ciddi bir kriz ve güvensizlik yaşanıyor.
Dahası, Türkiye-ABD ve Türkiye-Almanya krizleri, bu ilişkilerin tarihlerinde ilk defa gördüğümüz son derece etkili ve çözümleri giderek zorlaşan krizler.
Türkiye-ABD Krizi
Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşadığımız krizi ele alırken sadece bir krizden değil, her biri çok önemli en az üç krizden bahsediyoruz:
- 15 Temmuz Darbe girişiminden bugüne giderek derinleşen ve ABD’de FETÖ’ye muğlak bakış ve Fetullah Gülen’in iadesi temelinde yaşanan kriz;
- Bugün yönetme ve denetleme kapasiteleri bitmiş “çökmüş devlet” niteliğinde olan Suriye ve Irak’ta DEAŞ’a karşı mücadele de ABD’nin, Türkiye’nin PKK’nın bir kolu olarak gördüğü PYD-YPG örgütleriyle yakın işbirliği ve ittifak ilişkisi temelinde çıkan kriz;
- ABD’de önce Rıza Sarraf’ın tutuklanmasıyla başlayan, bugün eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın ve Halk Bankası eski Genel Müdürü ve yöneticilerinin tutuklanma kararıyla devam eden hukuki-siyasal kriz.
Bu üç krize ek, belki dördüncü (4) kriz olarak, ABD ve Türkiye’nin Ortadoğu ve küreselleşen dünya bakışında ve yaklaşımda giderek artan farklılaşmayla ortaya çıkan vizyon ve siyaset krizini ve Amerikan Başkanı Trump’ın daha önceki başkanlardan, örneğin Obama’dan farklı olarak, ABD içinde yaşadığı sorunların, yönetme kabiliyetindeki eksiklerin ve yargı gibi farklı aktörler tarafından dinlenmemesinin Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan krizin çözümünde olumsuz rol oynayacağını unutmayalım.
Her ne kadar tarihsel olarak hep krizli dönemler yaşanmış olsa da, Türkiye-ABD ilişkilerinde bu derecede ve çok boyutlu bir kriz daha önce yaşanmamıştı. İki aktör arasında yaşanan güvensizlik giderek artıyor ve kriz çözümsüzleşiyor.
Türkiye-Almanya-AB Krizi
Türkiye-Almanya krizi de çok boyutlu ve giderek derinleşen bir kriz:
(1) 15 Temmuz darbe girişi sonrası Almanya’nın darbeye ve darbecilere karşı muğlak tutumu;
(2) Almanya’nın PKK’ya karşı muğlak tutumu;
(3) İki aktör arasındaki söylem ve retorik savaşı;
(4) Almanya’nın Türkiye-AB tam üyelik müzakerelerini resmi düzeyde askıya alma isteği;
(5) Ülkedeki seçimlerde krizin kullanılması.
Bu anlamda, Türkiye-Almanya krizi çok boyutlu ve aktörler arasındaki güvensizliğin yüksek derecede olduğu bir kriz ve bu kriz sadece Berlin’de değil, Brüksel’de de yaşanıyor.
Her biri çok boyutlu olan bu iki kriz, bir taraftan Türkiye’nin kontrol edilmesini, dış politika vizyon ve stratejisine yön verilmesini, bu anlamda da Türkiye’nin ‘bağımsız hareket eden aktör olmasını’ sınırlamayı içeriyor. ABD ve Almanya’nın, Türkiye’nin bağımsız dış politika ve bölgesel aktör olma isteğinin ve hareketinin üst sınırlarının nerede olacağı üzerine düşüncelerinin, krizin çıkmasından ve bugün geldiği noktadan bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye ne kadar bağımsız ve bölgesel-küresel düzeyde etkili olacaktır sorusu, ABD ve Almaya karar vericilerinin en önem verdiği soru. Çıkar, iktidar ve güç ilişkileri, demokrasi ve insani durumdan önce geliyor; bu noktanın altı çizilmeli. Dünya siyasetinin büyük güçlerinin Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya gibi bir Türkiye sorunu olduğunu söylemeliyiz.
Artık Türkiye-ABD, Türkiye-Almanya ve genel olarak Türkiye-Batı ilişkilerini ilgilendiren “Türkiye’yi kazanmak” ya da “Türkiye’yi kaybetmek” tartışması yok, “Türkiye ile ne yapacağız, nasıl bir ilişkiye gireceğiz” sorusu var.
Diğer taraftansa Türkiye’nin bu krizlere karşı güçlü olması, ‘partiler-üstü bir duruşu’ gerektiriyor ki, bu da var olan kutuplaşmayla mümkün değil. Bu krizlere karşı güçlü olmak, Türkiye’yi güçlü kılmak, ne kadar ülke içinde güçlü olunursa olunsun, tek aktör, tek kimlik, tek ideoloji, tek siyaset anlayışı ile mümkün gözükmüyor. Partiler, kimlikler, ideolojiler, tikel siyasetler üzerinde, farklılıklar içinde birlikteliğimizi sağlayacak partiler-üstü, kimlikler üstü bir duruşa ve hareket tarzına ihtiyaç var. Bunun da yolu demokrasi, ekonomi, eğitim alanlarında reform, birlikte yaşama kültürünün güçlendirilmesi ve eşit vatandaşlıktan geçiyor.
Batı'yla ilişkilerinde kriz çıkartma potansiyeli olan bu sorunlara karşı Türkiye mutlaka kendi içinde demokratik reform ve birlikte yaşama iradesinin güçlendirilmesi sürecine dönmeli, kutuplaşma sorununun çözümüne dönük olarak kültürel kimlikler arası diyaloğu güçlendirecek adımları atmalı.
[Prof. Dr. Fuat Keyman İstanbul Politikalar Merkezi direktörü ve Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.