Tahir Fatih Andı: Hikâyelerimiz mi? Sahi neydi onlar?

Tahir Fatih Andı: Hikâyelerimiz mi? Sahi neydi onlar?
Türkiye'de yaşayan çocuklarımız çok iyi yabancı diller öğreniyor da ana dilini ıskalıyor. Bu da çok umurumuzda değil!

Çanakkale Zaferi... Kuvayı Milliye... Milli Mücadele...Kurtuluş Savaşı...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak dört ana başlığımız, olmazsa olmazlarımız... Dört ana element olan hava, su, ateş, toprak gibi gerçekten temelimiz, harcımız olan dört ana başlığımız...

Bu dört ana unsurumuzun hepsi de ortalama 100 yıllık gerçek hikâyelerimiz. Peki biz, bu hikâyelerimizi ne kadar biliyoruz?

'Amaaan, yaşanmış, geçmiş ve bitmiş hikâyeler bunlar!' diyerek geçiştiriyor olabilir miyiz? Ya da evlatlarımıza; 'Bak aslan oğlum, canım kızım, tatlı torunum; bu hikâyeler, Çanakkale, Kuvayı Milliye, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı bizim temelimizdir. Göğsümüzde imanla, komutanımızın izindeki büyük atalarımızla Hakk yolunda ilerlediğimiz büyük adımların hikâyesidir.' diyerek onlara bu ruhu, bu büyüklüğü aşılayabiliyor muyuz? Bu hikâyeleri hikâye yapan gerçek kahramanlarımızı, kendi adamlarımızı evlatlarımıza, torunlarımıza anlatabiliyor muyuz?

Sahiden, çocuklarımıza anlattığımız hikâyelerimiz var mı bizim? Daha doğrusu anlatabildiğimiz... Elbette var ama sorulacak önemli bir soru daha var; biz büyükler çocuklarımızı teknolojik aletlere teslim etmek yerine onlara kendi medeniyetimizden bizden bir hikâye anlatıyor muyuz?

Şimdi şuradan işaret edelim! Canımızın içi çocuklarımızı onlar daha oyun oynayacakken, yaşadığımız modern çağ gereği(!) onları kreşlere, anaokullarına yolluyoruz ki daha güzel yerlerde olsunlar, öğrensinler falan... Çocuklarımız öğreniyorlar evet... Yabancı dilde o kadar başarılı oluyorlar ki, öyle güzel okuyup anlıyorlar ki; kendi dillerinden, kendi okumalarından haberdar olamıyorlar! Göğsümüzü kabartıyorlar! Biz de gururla anlatıyoruz eşimize-dostumuza... 'Bizim çocuk çok iyi İngilizce, çok iyi Almanca, çok iyi Fransızca öğrendi ve su gibi okuyor, anlıyor' Daha neler neler... Çocuklarımız çok iyi İngilizce, Almanca, Fransızca öğreniyorlar ama kendi dillerine, medeniyetlerine Fransız kalıyorlar; bunun ne kadar farkındayız?!

Kendi dilini daha sökemeden yabancı dil sevdasıyla çocuklarımızı medenî mi ediyoruz yoksa 'Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar'ın kucağına mı atıyoruz? Görünen o ki çocuklarımızı kendimizden, medeniyetimizden başka her şeyin kucağına atıyoruz! Maalesef...

Türkiye'de yaşayan çocuklarımız çok iyi yabancı diller öğreniyor da ana dilini ıskalıyor. Bu da çok umurumuzda değil!

Gençlerimizin çoğu kahramansız. Hatta kahraman diye bir şeye inanmıyorlar. Değerin içi boş onların dünyasında! O kadar çok anlatmamışız ki onlara; içleri dışları anlatmadığımız kahramanlarımızla dolu! Tanımıyorlar, tanıtmamışız, tanıtamamışız!

Medeniyet diye bildikleri şey, tüketime dayalı teknoloji ve teknolojik aletlere sahip olmak. Yenilik denilince akıllarında yeni telefon, yeni bilgisayar, yeni tablet... Başka medeniyetlerin ürettiği aletleri, eşyaları tüketmek... Evet evet, gençlerimizin yaptığı tam olarak bu. Daha doğrusu, gençlerimize yaptırdığımız tam olarak bu!

Medeniyet yolunda yürümek bu mu?

Çağı yakalamak bu mu?

Medenî olmak bu mu?

Kendi yolundan haberi olmadan, yaşadığı coğrafyanın medeniyet haritasını bilmeden başka medeniyetlerin, başka inançların arka sokaklarında kaybettiğimiz çocuklarımız ne kadar Türkiye'li? Ne kadar Türkiye'ye ait?

Gazetelerde, televizyonlarda, asosyal medyalarda bir çok örneğini görmezden geliyoruz ama bendeniz çok uzağa gitmeden kendi şahitliklerimden örnek vermek isterim...

16 Ocak 2015 tarihinden bugüne kadar İstanbul'dan Adana'ya, Antalya'dan Rize'ye, Çorum'dan Gaziantep'e, Trabzon'dan Isparta'ya, İzmir'den Van'a, Batman'a ve daha bir çok il merkezinde, gidilmeyen, ıskalanan ilçelerimizde, beldelerimizde, köy okullarımızda, kültür merkezlerimizde, adını saymakla bitiremeyeceğim bir çok yerde çok şükür bugüne kadar 3102 konferans verdim. Anlattıklarımı gençlerimizin ilk defa duyup nasıl heyecanlandığını, heyecandan yerlerinde duramayışlarını anlatsam, bana gelen mailleri buraya aktarsam ayrı bir kitap olur ama beni bu yolda olmaya iten, bu yolda 'Gençlik Değerlerini Keşfediyor' diyerek ortak değerlerimizi anlatmaya vesile kılan şey bu heyecanlar ve ilgiler değil...

Bakın anlatayım: Bir gün, bir şehirde beş günde 25 konferanslık programımızın kapanışı için kültürel etkinliklere önem veren valimizin isteğiyle bir kültür merkezinde toplandık. Salon tıklım tıklım. 650 kişilik bir salon, en önde protokolde vali bey var, il milli eğitim müdürümüz var, ilçe milli eğitim müdürlerimiz ve kaymakamlarımız var. Öğretmenlerimiz, müdürlerimiz ve tabii gözümüzün nuru öğrencilerimiz tıka basa dolu. Millî manevi değerlerimiz üzerinden konferansı tamamlarken anlattığım bir ortak kahraman üzerinden kapanışta gençlerimize soru sorayım dedim. Dedim ama sorduktan sonra kendimden utandım, kendimi sorguladım. Sonra düşündüm de iyiki de sormuşum... İyi etmişim sormakla çünkü bu yolda devam etmek için adeta bilendim. Daha çok gençlerle bir araya gelmeliyim düşüncesiyle deyim yerindeyse gaza geldim.

Konferansımın bitiminde şöyle dedim:

-Gençler, size bir sorum olacak. Anlattığım kahraman hepimizin atası, hepimizin göğsünü kabartan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Milli Mücadele yolunda Allah için, millet, devlet ve bağımsızlık için gösterdiği gayretti. Allah aşkına hoşunuza gitmedi mi? İşte benim atam, işte kahramanlarımdan birisi. Sadece şiir yazıp, romantik takılmamış, hanımının, evlatlarının dizi dibinde oturmamış. Memleket meselesini dert edinmiş, bağımsızlık yolunda, vatan yolunda elinden geleni fazlasıyla gerçekleştirmiş öyle değil mi?

Dediğimde salon coşkuyla kocaman bir 'Eveeet' dedi. Ben de soruma geçtim:

-Peki arkadaşlar, size sormak istiyorum; lütfen çekinmeyin. Sevdiğiniz bir kahraman, örnek aldığınız bir kişi var mı? Yani etkilendiğiniz birisi, kahramanınız var mı?

dedim ve sahneden çocukların arasına indim. Gözüme şirin bir kız çocuğu değdi. Kaçıncı sınıfta olduğunu sorarak uzattım mikrofonu. Güzel kız ayağa kalktı, mikrofonu eline aldı ve gayet kendinden emin bir şekilde cep telefonunu da çıkardı... Sonrası felaket. Vallahi felaket...

-Hocam ben 7.sınıftayım. Bir kahramanım var ve ben onu çok seviyorum. Onunla yatıp onunla kalkıyorum.

dedi ve telefonunun ekranına dokundu. Kahramanını o kadar seviyor, o kadar benimsemiş ki ekran koruyucu olarak telefonunda da taşıyor...

Şimdi siz içinizden geçirmeye başladınız. Ekranda çıkan kahraman; 7.sınıf öğrencimizin babası, annesi, dedesi ya da Şehit Ömer Halisdemir falan olabilir diye millî-manevi değerlerimizi hemen düşünüyorsunuz ama maalesef değil! Maalesef...

7.sınıftaki öğrenci kızımız ekranına dokundu ve devam etti:

-Ağabey bak, bu Brad Pitt benim kahramanım, onu çok seviyorum ve hep yanımda taşıyorum. Bak ağabey çok yakışıklı bebek gibi değil mi?

dedi demesine ama salondaki herkes gülmeye başladı. Bendeniz, utanmasam ağlayacağım. Göz yaşlarımı içime akıtarak kızcağıza döndüm:

-Peki niye Brad Pitt güzelim?

dedim ama kızcağız beni dinlemeden lafa devam etti:

-Ağabey bir dakika. Gel bak telefonumda sana bir şey daha göstereceğim.

dedi.

Foto Galeri'sini açtı, evindeki odasını gösterdi ve:

-Bak ağabey burası benim çalışma masam, görüyor musun masamın başında da Brad Pitt posteri var, ders çalışırken bile onunla çalışıyorum.

dedi ve heyecanla anlatmaya devam etti:

-Ağabey sadece bu da değil vallahi bak akşam üzerime örttüğüm yorganımın yüzünde bile Brad Pitt var, çok seviyorum aşkım o benim, tapıyorum ona, her an yanımda taşıyorum, onunla yaşıyorum...

dedi.

Daha epey anlattı ama ben duymamaya başladım. Salon yıkıldı gülmekten. Tüm protokol ve gençler gülmeye devam ederken mikrofonu bu sefer 11.sınıf öğrencisi olduğunu söyleyen bir delikanlıya uzattım:

-Evet arkadaşım, senin kahramanın var mı?

dedim. Delikanlı da kendinden emin bir şekilde:

-Var hocam. benim kahramanım da Superman. Elini bir kaldırıyor istediği yere uçup gidiyor. Sevgilisiyle buluşuyor, zor durumda olan insanlara yardım ediyor, canınınistediği her şeyi yapıyor. Ben de Superman'ı çok seviyorum.

dedi.

Salon bir defa daha kahkahalarla gülerken bendeniz:

-Keşke bu duruma bu kadar güleceğimize ağlamayı becerebilseydik, belki kurtuluşumuz için bir adım atmaya başlardık.

dedim ve sesimi de biraz yükselterek ekledim:

-Arkadaşlar dikkat ediyor musunuz? Kendinize kahraman olarak seçtiğiniz isimler bizden değil, bizim sesimizi, şeklimizi, duruşumuzu, dünya görüşümüzü, inancımızı, liderimizi kısacası ruhumuzu yansıtmıyor. Bu kahraman olarak seçtiğiniz iki isim de yabancı hem de çok yabancı. Dinimize, devletimize, atamıza, toprağımıza, sesimize, şarkılarımıza, türkülerimize çok yabancı. Bizden bir ses, bizden bir nefes değil bunlar. Daha da acı olanını söyleyeyim bunlar bize düşman, bizi yok etmeye çalışan kesimin ortaya çıkardığı isimler! Ama gençler biliyor musunuz sizin hiç kabahatiniz yok! Brad Pitt'e tapıyorum diyen kızımızın da Superman'ı seviyorum diyen delikanlımızın da kabahati yok. Kabahat bizim, büyük olduğunu zanneden biz yetişkin ergenlerin! Çünkü gençler biz size bizi biz yapan değerlerimizi anlatmamışız, anlatmıyoruz, değerlerimizi hep ertelemişiz, lazım olunca anlatırız demişiz. Gençler biz size inancımızın temeli olan Hazreti Muhammed'in kutlu yolculuğunu, dinimizin bir medeniyet dini olduğunu, Hz. Ebubekir'in sadakatini, Hz. Ömer'in adaletini, Hz. Osman'ın Kur'an aşkını, Hz. Ali'nin ilmini; gelelim yakın tarihimize, Çanakkale Ruhu'muzu, Kuvayı Milliye'mizi, İstiklâl ve İstikbâlimizi içeren Millî Mücadele'mizi, topyekûn bizi biz yapan tüm değerlerimizi layıkıyla anlatmamışız. Kendi kahramanlarımız dururken hep başka mecralara kaymış eksenimiz. Dolayısıyla güzel kızlarımız Brad Pitt'e tapmış, delikanlılarımız da Superman'ı kahraman edinmiş. Kabahat bizim gençler sizin değil... Anadolu'nun kapılarını açan Sultan Alpaslan'ı, atını denize süren Fatih Sultan Mehmed'i, Çanakkale'deki Seyit Onbaşı'yı, Kuvayı Milliye'deki Kılavuz Hatice'yi, Milli Mücadele yolunda milletine omuz veren Mehmet Akif'i ve daha bir çok büyük işler yapmış kahramanlarımızı size anlatmazsak olacağı budur.

Dedim ama bu sefer de salon alkışlarla coştu. şaşırdım. Gençlere yine sordum:

-Arkadaşlar size sesimi yükselttim bana kızmadınız mı? Neyi alkışlıyorsunuz?

dedim. Orta sıralardan bir ses yükseldi:

-Hocam söyledikleriniz tüylerimizi diken diken etti. Bizim kendi içimizden çıkan kahramanlarımız varken biz başka sevdalar peşinde koşmuşuz. Biz Mehmet Akif'i sadece milli marşımızın şairi olarak bilirken siz bize büyük bir adam olan Mehmet Akif'i, örnek almamız gereken taraflarıyla dedemiz Mehmet Akif'i anlattınız. Biz bunları inanın bilmiyorduk. Dedem Mehmet Akif'le gurur duydum ben sizi onun için alkışladım.

dedi....

Evet, bilmiyorlar... Gençler, bilmedikleri için de başka sevdalarla savrulup gidiyorlar.

Bizim kendi görüşümüz, sesimiz, nefesimiz, sözümüz, duruşumuz, kimliğimiz varken maalesef ihmal etmişiz. Gözden uzak tutmuşuz, gönülden de düşürmüşüz. Aziz hatıraları incitmişiz.

Bizim millî bir sese ihtiyacımız var...

Bizim millî bir duruşa ihtiyacımız var...

Bizim millî bir görüşe ihtiyacımız var...

Bizim millî bir kimliğe ihtiyacımız var...

Biz milli ve manevi unsurlarımızla var olduk. Kendini bilen, yaşadığının farkında olan, topyekûn biz biriz ve beraberiz diyen atalarımızla, kahramanlarımızla, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Arap, Alevi, Sünni, sağ, sol demeden bu toprağın evlatlarıyla yürüdük. Öncülerimiz, yürükleri yolda sadece emir üzere değil, gönül üzere yürüdüler. Onlar hayatın tümünü bir sınav olarak görüp; büyük sınava hazırlanma gayesiyle ilerlediler. Büyüklerinin gözüne girmek için değil, yeri geldiğinde ölmek, vatan toprağına girmek, büyük Yaratıcı'nın işareti doğrultusunda yürüdüler. Vardıkları makam bu topraklardır, bu vatandır, Türkiye'dir. Bizler var olduğumuz müddetçe de kendi değerlerimiz bize, hatta tüm dünyaya fazlasıyla yeter.

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.