Songül Kundakçı Cansız: Uçurumun Kenarındayım, Yetiş Ya Hızır!
Uçurumun Kenarındayım, Yetiş Ya Hızır!
Mayıslar Hıdırellez’le bir başka güzeldir, mayısları severim ben. Sevmeyen var mı ki?
Baharda çevrene bak, renklerin cümbüşünü seyret. Ne kadar renkli yaratmış Yaratan? O halde niye herkesi kendine benzetmek derdindedir insan? İnsanı bile renk renk yaratmış Rabbim, hikmetine bak.
Tabiatı dinle; bülbülün, kumrunun, kekliğin, turacın, karganın, böceklerin sesini keşfet. Ders al, tek sesliliğin peşine düşme.
Çiçeklerin baygın kokusuyla büyülen. Derin derin nefes al, ciğerini bahar kokularıyla dirilt. Bil ki her çiçekte ayrı bir rayiha ayrı şifa var.
Hıdırellez bugün, yani bayram, en çok da bahara yakışır bayram. İlkokuldayken ben, bahar bayramında okullar tatil olur, hatta okulla pikniğe gidilirdi cümbür cemaat. Ama bahar bayramı 1 Mayıs’tı o zaman. 1935 yılında 1 Mayıs’a “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildiği için erken bir Hıdırellez kutlaması yapılmış olurdu. Güzel günlerdi hayata umutla baktığımız. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer!
Asıl bahar bayramı olan Hıdırellez ise 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece. 6 Mayıs’ta havalar ısınmaya başlar artık, yaz başlangıcıdır. Hıdırellez, inanışa göre Hızır ile İlyas peygamberin buluştuğu gündür. Ama toprağından bereket fışkıran Çukurova’da bahar, acelecidir, mayısa kalmaz, şubatta başlar. Ben demiyorum, Çukurova’nın büyük ozanı Karacaoğlan öyle söylüyor:
“Çukurova bayramlığın giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar.”
Çukurova’da baharı anlamak için Çukurova’da yaşamalısınız. Yeter mi anlamak için? Hayır, yetmez. Çünkü bazen içinde yaşadığı tabiatın güzelliklerini, nimetlerini yaşama telaşı içindeki insanın gören gözü görmez olur. Tıpkı “Denizin içinde olduğu halde denizden habersiz balıklar gibi. ”Şair Hayalî öyle derin ve güzel anlamlı bir mısraı söylemiş ki, sayfalarca anlatsan bitmez: “O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler”
Çukurova’da baharı tatmak için Karacaoğlan okuyup türkülerini söylemelisiniz.
Çukurova’da baharı bayramını anlamak için Arif Nihat Asya’yı okumalısınız.
Çukurova’da Hıdırellez’i Yaşar Kemal’den okumalısınız.
Edebiyat, bütün ihtişamıyla baharda tabiatın edalı yeni gelin gibi güzelliğini gözünüzün önüne koyar. Bu güzellikleri, zenginlikleri fark ettiren sanatçılar iyi ki var.
Arif Nihat Asya, Çukurova’nın güzelliklerine Karacaoğlan bakışıyla baktı, baktıkça daha çok sevdi, sevdikçe daha çok sahiplendi ve Çukurova’dan hiç ayrılmak istemedi. Arif Nihat için bırakın baharını Adana’nın sıcağı bile güzeldi: “Çukurova niçin başka yerlerden daha sıcaktır? Güneş güzele gelir de ondan.” diyecek kadar Çukurova sevdalısıydı.
Bir Hıdırellez günü cennet gibi güzelleşen Çukurova’da Adanalıların bahar bayramı kutlama coşkusuna katılan Arif Nihat, Hızır’ın Çukurova’da gezdiğine, ölümsüzlük suyunu da Seyhan’dan içtiğine inanır:
“Dallara el sürdü Hızır:
Asmaların altı, hasır...
Yensin erik, yensin kısır;
Suyu Seyhan'dan içilsin!”
Yaşar Kemal de Çukurova’da Hıdrellez’i anlatır “Binboğalar Efsanesi” romanında.
Rivayete göre ölümsüzlük suyunu aramaya çıkan Hızır ile İlyas, karanlıklar ülkesinde suyun kaynağını bulup içmişler. O günden beri de Hızır karada, İlyas da denizde zorda kalanların yardımına koşar dururlarmış. Ne güzel, bizim rivayetlerimiz bile hayırsever.
Acil ambulansların adı da bir ara 112 Hızır konmuştu. Niye artık Hızır adı yok ambulanslarda, Hızır’ın yardımına ihtiyaç mı yok?
Böyle yapılırsa bizim destan, efsane, masal kahramanlarımız nasıl can bulacak? Yardıma ihtiyaç olduğunda Amerika’dan süper kahraman mı çağrılacak? Haydi, çağırdın diyelim, onlardan hangisi böyle tabiata can verecek?
Uçurumun kenarındaki garibe elbette Hızır yardım eli uzatacak, hastalara dağ çiçeklerinden ilaçlar öğretecek.
Her yıl 6 Mayıs’ta Hızır ile İlyas bir gül dalının altında ya da yeşilliğin bol olduğu bir yerde buluşurmuş. Dua edenin duasını, dileği olanın dileğini Hızır Aleyhisselam Allah’ın izniyle kabul edermiş. Gariplerin yoldaşı Hızır, merhamet, iyilik, diriliş demekmiş.
Sıkıştınız mı “Yetiş ya Hızır” deyin, Hızır kim bilir hangi surette imdadınıza yetişecek. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.
Şimdi içinizden biri çıkar, yok daha neler, bunlar gerçek değil demeye kalkar. İnanmayın siz ona. O darda kalınca Süpermen, Örümcek Adam, Batman, He-man, Herkül, Noel Baba… kimi isterse onu çağırsın. Her şeyde yerli ve millîlik arayıp sıra Hızır’a gelince burun kıvırmak neden?
Çocuklarınıza Süpermen, Örümcek Adam kıyafetleri giydirdiniz de ne oldu? Bilmem kaçıncı kattan uçmaya çalışıp canından oldu. Anlatsaydınız Hızır ile İlyas’ı; ağaçla, çiçekle böcekle, toprakla uğraşır; çevresine iyilik yapar, Hızır olur, mutlu olurdu.
Siz saçmalık bunlar diyen kimseye aldırmayın, darda kaldığınızda besmeleyle “Uçurumun kenarındayım, yetiş ya Hızır deyin!” Hızır size yetişecek, feraha çıkaracak. Rahmetli Ömer Lütfi Mete de çağırmış Gülce şiirinde:
“Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir dilber kalesinin burcunda
Vazgeçilmez belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Derin yâr adım çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda
Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni ha itecek”
Aman ha, aranızdaki sizi yardan itecek sahte Hızırlara da dikkat! Hızır kılığında korona virüs onlar. Bahaettin Karakoç’un rahmetli eşi bir gün “Kime güveneceğimizi şaşırdık, Hızır sandıklarımız hınzır çıktı kızım.” demişti. Allah ikisine de rahmet etsin. Maalesef her şeyin sahtesinin olduğu bir zamandayız, Hızır’ın adı da sahtekârlarca kullanılacaktır. Onlar adaletin keskin kılıcına havale…
Baharda kışın tembelliğinin ağır yükünden kurtulup hafiflemeyi bekleyen bizler, bu yıl bu ferahlığı hissedemedik maalesef. Kıştan çıkmanın sevincini yaşayamadan korona tedbirlerine takıldık, tabiatı da birbirimizi de uzaktan sevdik. Olsun, uzaktan da olsa yeter ki sevgi olsun. Sevgisizlik öldürür her şeyi.
Hızır’ı çağırmanın vakti geldi artık, dertliler deva, hastalar şifa bulacak. Hızır bizim içimizde. Diriliş, deva, şifa içimizde. Darda kaldınız da Hızır yetişmedi mi hiç, bir düşünün. Peki, siz bir kimseye Hızır oldunuz mu?
***
Bir mesajdır insan için tabiata baharın gelişi, mesajı gönderene bak. Korkma, virüse tedbirini al, geçecek bu hastalıklı zamanlar diyor insanoğluna. Kara gün kararıp kalmaz, gün bulutta kalmaz, diyor. Öyle de olacak, umudumuz var.
Yıllar önceydi, Ramazan Bayramı’nda babam, bayram namazında düşmüş ve hastaneye kaldırılmıştı. Kalkıp gezemediği için çok üzgündü ama yayla zamanı iyileşeceğine inanıyordu. Baharda nasıl ağacın damarlarına su yürür; yaprak, çiçek her şey can bulursa ben de yaylada kendime gelir, iyileşirim diyordu. Olmadı, iyileşemedi. Dünya fani, bazen birden bire bazen de ağır ağır gelir insana yolculuk anı. Arkada ağlayanlar, dövünenler ve belki de sevinenler kalır. Son nefeste artık Hızır değil başkası hazır.
“Bırakıp gideceğiz bir gün/ Dünya bu kadar güzelken” diyor İlhan Geçer. Tevfik Fikret teselli veriyor sanki ona: “Ölmek, hayatı tazelemektir.” diyerek. Tanrı’ya dua ediyor Cahit Sıtkı Tarancı; kuşlar, bahçeler ve güneşle doğa bu kadar güzelken ölmek istemem diye:
“Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!”
Korona virüsü gelmeden önce sahip olduğumuz şeylerin kıymetini yeterince anlamamıştık. Şimdi anladık gibi gibi.
“Her nefis ölümü tadacaktır.” biliriz. Ama ölüm; bu kadar güzel bir mevsime, gül mevsimine, diriliş zamanına değil en çok sonbahara yakışır desek yanlış mı olur?
Takdir büyük yerden, her zaman kabulümüz var ama mesele de ölüm değil ayrılık zaten; hele de tabiat, bu kadar güzelken.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.