Songül Kundakçı Cansız: Çin nere, Anadolu nere?

Songül Kundakçı Cansız: Çin nere, Anadolu nere?
Her gün benim güzel ülkemin insanları da yüzer yüzer ölmekte ve salası verilmeden torbalarla gömülmekte, kefensiz. Akşam haberlerinde Sağlık Bakanının dilinde bir sayıdır artık onlar, can değil. O yüzden de kimse acının farkında değil.   

Çin nere, Anadolu nere?

Türk milleti yaşanan olayları unutmasın diye bengü taşlara yazılan tarihimiz, Çinlilere karşı Türk milletinin varlık mücadelesini anlatan taş yazıtlar: Orhun Abideleri.

Sene 735. Orhun Abideleri’nde Bilge Kağan, “Ötüken ormanından çıkma, ölürsün.” dedi Türk milletine. Dinlemediler, öldüler.

Tatlı dil ve yumuşak ipek kumaşla aldatır seni, aldanma dedi, aldandılar. Dağ gibi yığıldı kemikleri, su gibi aktı kanları.

Yıl 2020. Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumlu yöneticileri “Evde kal, evde hayat var, sokağa çıkma, yasak” dedi halka. Dinlemediler. Market kuyruğunda bir ihtimal korona virüs öptü onları. Alışverişin bedeli oldu belki de canları.

Kafamda sorular, sorular…  Bu Çinlilerin evveli de virüslü müydü acaba?

Bilge Kağan, salgın hastalık riski için de “Ötüken’den çıkma, Çin’e yaklaşma” demiş olabilir mi?

Daha önce de dünyaya hastalık ihraç eden Çin, o yıllarda sağlıklı olabilir mi? Şüpheli…

O halde bu kadar Çinlinin bizim ülkemizde ne işi var? Ucuz iş gücüyse cevap, bedeli çok pahalı.

***

Korona virüsü salgınının Çin’de başladığı duyulduğunda, sayıları çok fazla zaten, doğal yolla nüfus kontrolü olur işte, diyerek içten içe ya da açık açık keyiflendik. Sevindik, mazlumların göğe yükselen ahı yerde kalmadı, diye. Zira Doğu Türkistan’da Çin işkencesine maruz kalan soydaşlarımız içimizde bir yaraydı. Allah, bizim içimizden geçen ama elimizden gelmeyeni virüsle yapacak diye su serpildi yüreğimize.  

Televizyonda ekonomi programlarında bazıları çıkıp Çin’deki salgının bizim için fırsat olduğunu söyledi. Memnunduk durumdan, ticari pazarlar bizimdi. Virüsün bulaşıcılığı bile korkutmadı bizi.

Öyle ya, Çin neree, Anadolu nere?…

Korona virüsü bize gelmez, bize gelene kadar yolda kaybolur, diye düşünen de oldu; biz abdest alıyoruz, almayanlar düşünsün, diyen de.

Daha neleer neler… Korona Türkler’e dokunamaz,  dokunsa da öldüremez, genimiz sağlam bizim, muhabbetleriyle gururlandık, okuduk, üfledik. Laf bolluğunda biyoloji biliminin gerçeklerinden uzaklaştık.

Olmadı, yolda kaybolmadı. Hatta Çin’den çıkıp küçük bir köyü gezer gibi dünya seyahatine çıktı. Çok gezentilerle el ele verdi, Avrupa’yı,  Amerika’yı gezdi; Çinli sinsiliği ve yumuşaklığı ile fark ettirmeden herkese ölüm öpücüğü kondurdu, bedenleri ve ülkeleri işgal etti.

Yetmedi, kutsal toprakları da gezdi ve biz o musibeti, hacdan dönenleri karşılar gibi karşıladık. Bilemedik, meğer sinsice umrecilere de ölüm öpücüğü kondurmuş.

Bilmeliydik lakin bilemedik, peynir gemisini lafla yürüttük.

Bilgi kuvvetti oysa.

Bilmediğimiz bir şey de, dünyada her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğuydu. 

Yeryüzünde bir insanın öksürmesiyle gökyüzünde bir yıldızın kayması arasında bağlantı olabilir mi? Olur mu olur. Yıllar önce okuduğum bir romanında Peyami Safa, böyle bir cümle kullanmıştı. Rahmetli Peyami Safa’nın söylediği gibi dünyada olanın bitenin kozmik âlemle bağını bilmem ama dünyada her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğuna inanırım.  Dünyanın bir yerinde olan biten şeyler, başka yerini de etkiler.

Koronada da öyle oldu, etkiledi, hem de nasıl? Önceki yıllarda “Sars ve Mers”le insanları yoklayan korona, bütün silahlarını kuşanıp geri geldi.

Bizimse su, sabun, maske ve kolonyadan başka silahımız yok.

Ey korona! Neyin intikamı bu?  Bari mazlumların intikamı ol.         

Ey korona! Herkese maske taktırdın, bari kötülerin maskesini indir.

Korona ellerde, her yerde, her şeyde, en yakınımızda, en sevdiğimizde.  Roman olsaydı korona, en çok satan ve okunan roman olurdu, film olsa en çok seyredilen. Fantastik roman tadında komplo teorilerinden çıkan korona gerçek oldu, maalesef bütün dünyayı sahne yaptı kendine.     

Her gün benim güzel ülkemin insanları da yüzer yüzer ölmekte ve salası verilmeden torbalarla gömülmekte, kefensiz.

Akşam haberlerinde Sağlık Bakanının dilinde bir sayıdır artık onlar, can değil. O yüzden de kimse acının farkında değil.   

Allah’ım! Ölenlere Fatiha,  kalanlara akıl, sabır, sağlıklı bir ömür…

 

Not: Peyami Safa’nın otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu mutlaka okunması gereken romanlardan biridir. Hasta bir insanın psikolojisini anlatan daha iyi bir eser tanımıyorum.

Orhun Abideleri, milletimizin hürriyet hikâyesini anlatır ki uyarıları hala geçerli. Okumak lazım.

 

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.