Songül Kundakçı Cansız: Bir İsyanın Şiiri: Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor

Songül Kundakçı Cansız: Bir İsyanın Şiiri: Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor
Ağzında “sözde barış ve demokrasi” sakızı çiğneyen bu kan dökücü sırtlanlar; ülkeleri, vatanları, milletleri yiyerek her geçen gün büyümekte. Artık maske takmaya da gerek görmüyorlar..

Bir İsyanın Şiiri: Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor

Türk milleti, Suriye’deki hain saldırının ardından Mehmetçik için tek yürek oldu.

Mehmetçikler, Türk milletinin İsmail’i oldu melun bir hava saldırısında, mübarek bir gecede.

Canımızdan can gitti. Ateş düştüğü yeri yaktı ama bu ateş yüreği olan herkesi yaktı. Otuz üç şehit, tespih oldu elimizde, dua oldu dilimizde ve arkasından başka acı haberler…

Karanlıkların aydınlığa, kötülüklerin iyiliklere, çirkinliklerin güzelliklere çevrilmesi için ellerin semaya dua için açıldığı bir gecede… Üç ayların ilk kandili olan Regaip gecesinde hem de…

Ama kandil gecesinin uhrevî havasına katran döküldü kötülüğün çeşmesinden. Hem de haram aylardan Recep ayında.

Şehitleri son yolculuğuna uğurlarken acı, yüreklerimizde düğümlendi. Yüreklerimiz aynı ateşle yandı, hiçbir gözyaşının söndüremeyeceği.

Böyle mi birleştirecektik?

Birleşebildik mi?

Keşke birleşebilseydik!

Şehitlerin acısı kavgaya dönüştü siyaset arenasında.

Çocukluğumda büyüklerimiz anlatırdı yapmamamız gereken davranışları. Bunlardan biri de cenazede kavga etmemekti. Kötü örnek olarak da konakladıkları köyde yaşananları anlatırdı dayım. Akyar(Ağyar) köyünde cenaze evde yatarken olmadık meselelerden kavga eder, hem de can yakmak için birbirlerine sivri taşlarla saldırırlarmış, eski zamanlarda. Aman ha, siz böyle olmayın, derlerdi.

Siyasetçilerin tartışmalarını görünce bugün de değişen bir şey yok, diye düşündüm, kahroldum. Eski hamam eski tas. Hem de bu kadar şehit varken bir tartışma bir kavgadır gidiyor maalesef, “şehitler tepesi”yle ilgili.

Henüz şehitler gömülmemişken, hâlâ şehit verilirken… Gönlüm acılı, yüreğim yaslı. Televizyonda haber seyrederken isyan etti yüreğim, “Yas’tayız, kendinize gelin!” diye yakalarından tutup sarsmak istedim.

Şehitler tepesi boş kalsın, boş kalmasın sözü üzerinden tartışılan şiirin adı Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, aynı zamanda rahmetli Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın 1945’te basılan şiir kitabının da adı. Yeri gelmişken şairi ve şiirin yazıldığı o günleri anmış olalım.

O tarihte Malatya’da görev yapan Arif Nihat, tatilini çok sevdiği Çukurova çocukları arasında geçirmek ve Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor şiir kitabını bastırmak için yazın cehennemi andıran sıcaklarında Malatya’dan, Adana’ya gelir. Rahmetli bu kitabı bastırmak için kime başvurduysa “Kâğıt yok!” derler, çünkü Arif Nihat Asya Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’le talihsiz bir olay yaşamıştır. Siyasetçilerin öfkesinden çekinenler ya da kraldan fazla kralcı olanlar yüzünden bu güzel şiir kitabı üç yıl gecikmeli basılır.[1]

Tepeler, Arif Nihat Asya için sadece coğrafî bir şekil değildir. Tepeler şiirinde tek tek sayar tepeleri şair: Türbetepe, Adatepe, Kültür, Tınaz, Dua, Fikir, Çadırtepe, Kurttepe, Dumlupınar, Lâle, Menekşe tepesi, Allahüekber tepesi gibi (Asya 1982: 82). “Ey kubbesi ‘amin’le örülmüş yurdum!” (Asya 1976 b: 40) diyen, yurdunun dağına, tepesine, her şeyine vurgun olan Arif Nihat Asya için bu tepeler bazen de bir şehit türbesinin olduğu yerdir, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiirinde olduğu gibi. “Bir İsyanın Şiiri” başlığını kullandım, çünkü Arif Nihat Asya bu şiiri yazarken isyanlardadır. Sebebini anlatayım:

Arif Nihat, Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferinin anısına yapılan Dumlupınar’daki anıtın önünde şehitlerin huzurunda heyecan ve minnet duygularıyla dua ederken anıtta yazan “Meçhul Asker Anıtı” ifadesindeki “Meçhul Asker” kelimesindeki bilinmezliğe çok üzülür, adeta isyan eder ve bu kelimeye niye itiraz ettiğini de Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor şiirinde şöyle anlatır:

“Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye”
(Asya 1982: 17) ?

Ne meçhulü?

Türk askeri, Türk vatanında Türk bayrağını dalgalandırmak için şehit olmuştur. Amaçları ve isimleri aynıdır, hepsinin adı Mehmet’tir, hepimizin kınalı kuzularıdır onlar.

Arif Nihat Asya, bu şiirde şehitlerin siyaset meydanlarına malzeme yapılmasına karşı çıkar şu mısralarla:

“Öpelim temizse dudaklarımız...

Fakat basmasın toprağına

Temiz değilse ayaklarımız.

Rüzgârını kesmesin gövdeler...

Sesinden yüksek çıkmasın

Nutuklar, kasideler!

Geri gitsin alkışlar, geri...

Geri gitsin ellerin

Yapma çiçekleri!

Ona oğullardan, analardan

Dilekler yeter...

Yazın sarı, kışın beyaz

Çiçekler yeter.” (Asya 1982: 17)

Şehitlerimizin önüne hiçbir şey geçmemeli, günlük siyasete kutsal değerler alet edilmemelidir. Bir mücadele vereceksek duygularımızdan önce aklımızı kullanmalıyız ki zalimlere karşı dimdik ayakta durabilelim.

Zira dünyayı yönetme iddiasında olan zalimler, haritanın başına geçip gömlek seçer gibi yer seçiyorlar kendilerine.

Zalimlerin kimi toprak kimi su kimi petrol vs. hırsıyla insanlığı umutsuzluğa, mutsuzluğa, yoksulluğa, kana, gözyaşına boğdular. Devetabanı gibi yayıldıkça yayıldılar dünyaya, sömürdükçe sömürdüler, doymadılar mazlumların kanına, canına, gözyaşına.

Ağzında “sözde barış ve demokrasi” sakızı çiğneyen bu kan dökücü sırtlanlar; ülkeleri, vatanları, milletleri yiyerek her geçen gün büyümekte. Artık maske takmaya da gerek görmüyorlar.

Ey Müslüman coğrafyayı kana bulayanlar!

Ey milyonlarca mazlumun ahını alan zalimler!

Mazlumun ahı, indirir şahı, demişler. Dilerim Allah’tan mazlumların duası tez zamanda kabul olsun! Bize de sonlarını görmek nasip olsun!

yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.