Sezai Karakoç’la Bayramlaşmak
Sezai Karakoç’la Bayramlaşmak
Bayramı genellikle derneklerimiz aracılığıyla, ya yurt dışında ümmetin evlatlarıyla ya da memlekette sevdiklerimizle idrak ediyordum. Bu sene sırf Sezai Karakoç’u ziyaret etmek, kendisiyle bayramlaşmak, ellerini öpmek için İstanbul’da kaldım. İyi ki kalmışım.
parti binâsından öte bir medeniyet merkezi olarak gördüğüm Yüce Diriliş’e ilan edilen saatte gittim. Sükunet yüklü salon tıklım tıklımdı. Bir bayram günü Dirilişte olmanın Diriliş mimarıyla bayramlaşacak olmanın neşesi herkesi sarmıştı. Tanıdık dostlarla selamlaşıp boş bulduğum bir tabureye oturdum. Kısa bir süre sonra Karakoç, bir mutluluk haberi gibi girdi içeri. Üstad’ın teşrifiyle, yediden yetmişe herkesin yüzünde güller açtı. O an farklı bir ruh hâli aldı beni. Sanki zaman ve mekân birden değişmiş, yüzyıllar öncesinden Hz. Mevlâna gelip tekkesinde sohbet edecekmiş de biz de huşuyla ve huzurla dinleyecekmişiz gibi hissettim. Yüce Diriliş ruh ordularıyla dolmuştu. Metafizik bir ürpertiyle kaplandı çevremiz. Huzurum ve heyecanım arttı. Sîmâsı saf mümin bir nefer olan Sezai Karakoç’la aynı çağda yaşıyor olduğumuza bir kez daha şükrettim.
Bayramımız Bayram Oldu
Karakoç, Bayram sohbetine başlamadan -ilginç bir tevafukla- en başa geçerek “Tekke usulü birbirimizle bayramlaşalım, sarılalım, sadece benimle değil birbirinizle de bayramlaşın” diyerek birleştiren bütünleştiren erenlerden olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Diriliş önderinin elini öptükten sonra, salondaki insanlarla da sanki ümmetin her rengi, her ırkıyla tek tek bayramlaşıyor gibi, ışıldayan gözlerle, heyecandan çarpan bir kalple bayramlaştık. Sınırları aşıp Mekke, Medine, Kudüs, Semerkand, Buhara, Bağdat, Taşkent, Saraybosna, Diyarbakır, Kaşgar, Gazze, Bişkek, Bakü ve İslamabad ile kucaklaştık. İslam’ın sevinci kapladı içimizi. Bayramımız bayram oldu.
Diriliş Daima Yeni
Bayramlaşmak için gelenlerin çoğunun genç olması da Üstad’ın şiirlerinin ve fikirlerinin daima diri, daima genç olduğunun yansıması gibiydi. Kendisinin ifadesiyle: ’’Her şey eskir şu dünyada, eskimeyen hakikattir.’’ Diriliş de hakikatin ta kendisidir. Diriliş fikri daima diri, daima yenidir. Yeniliğini daima koruyacak, solmayacak ve pörsümeyecektir. Dünde kalmış ve manasını kaybetmiş bir eski değil, yarınları besleyecek, kıyamete kadar sürecek dinamizde yepyenidir.
En Derin Bayram
Üstad’ın sohbetinden önce Dirilişçi bir genç, Hızır’la Kırk Saat’ten Kurban’la ilgili bölümleri okudu. Daha önce bir konuşmamda da ifade etmiştim. Kurbanı, Kurban Bayramı’nı ruhuna en uygun anlatan kudretli kalemlerden biridir Karakoç. Edebiyat araştırmacısı akademisyen dostlarımız da bu konuda yaptıkları çalışmalarda bunu dile getirmişler. “Saatlerini çabuk tüket ey kutlu gece/ Kurban Bayramıdır en derin bayram bence.” Genç arkadaş şiiri okurken anlam yeniden doğmakta, cadde cadde, sokak sokak Haseki’den İstanbul’a yayılmaktaydı. Şiir dinleyenleri içine çekmiş sanki Hızır gelmiş, kelimeleri bileylemekteydi. Karakoç şiirindeki kuvvetli metafizik damar kendini daha belirgin görülmekteydi.
Usta şair Sadece şiiriyle değil düz yazılarıyla Kurbanın derin manasını anlamayanların kapalı idraklerini açmış “Hazreti İbrahim, İsmail, bıçak ve kurban. Bunlar bir tragedyanın kahramanları değildir. Bu öykü, bir alınyazısı öyküsü değil, bir irade imtihanının, bir gönül imtihanının hikâyesidir” diyerek okuyanları irkiltmiştir.
Umut Aşıcısı
Mehmed Âkif’i, Necip Fazıl’ı göremedik; yaşımız yetişmedi ama Rabb’imiz bize başka bir diriliş öncüsüyle aynı çağda yaşamayı nasip etti. Millet olarak bu büyük nimetin farkında mıyız? Hâlimizin fotoğrafı olmadığımızı haykırıyor olsa da Rabb’imizin İslam milletine büyük armağanı olan Karakoç’un bu hususta bir şikâyeti yok. O bir derviş sabrıyla bize çıkış yollarını göstermeye, yolunu ve yönünü kaybetmiş Müslümanlara fener olmaya devam ediyor. Büyük velilerin ahlâkını ahlâk edinmiş, Karakoç’ta, yıkımlar görmesine kırılmalar yaşamasına rağmen asla bir karamsarlık yok. Sıradan aydınların tedavisiz tespitlerinin aksine o, ancak yüzyılda bir gelen ufuk açıcılara has edayla hep bir çıkış yolu sunmakta, sınırları ve duyguları paramparça edilmiş ümmete daima umut aşılamakta.
Üstad, bu bayram sohbetinde de aynı aydınlık cümlelerle umudumuzu korumamızı, birlik olmamızı salık verdi. Başka çaremiz olmadığını altını çize çize tekrarladı. Sıradan siyasetçiler kaos üretirken o başında bulunduğu partinin genel başkanı olarak da umut vermeye, çözüm sunmaya, doğruyu işaret etmeye devam ediyor. Ayrıştırmıyor birleştiriyor. Bu dünyada ne olursa olsun muhakkak en zor şartlarda ve zamanlarda, “bir Nuh’un gemisi var” diyerek bugünler için de Nuh’un gemisinin var olduğunu, tufanlardan korunmak için bu gemiye binmemiz ve birbirimize sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Öngörülü bir Toplum Önderi olan Karakoç’un Sohbetlerinde gündeme getirdiği konuları daha önce kitaplarından okumuş olsanız kendisinden daha önce dinlemiş olsanız bile her seferinde ilk defa dinliyormuşçasına heyecan duymaktan kendinizi alamıyorsunuz. Konuşanın samimiyetindeki güç konuyu her zaman dinlenir kılıyor. Her konuşmasında yenileniyor tazeleniyorsunuz.
Erenler Birleştirenlerdir
Erenler birleştirenlerdir. Karakoç da bu garip zamanın bir ereni olarak emperyalist projelerle paramparça edilmiş ümmetin yeniden toplanması, toparlanması, ırkçılık belasından uzaklaşması, Haçlı saldırılarına karşı bir ve beraber olması için fikir teri dökmeye devam ediyor. Aslında tarih boyunca büyük şahsiyetlerin en önemli hususiyetlerinden biri olan “toparlayıcılık” mesleğini günümüzde icra ediyor. Tarihe baktığımızda da milletimiz ne zaman yıkımlara uğrayıp buhrana düşse moral değerleri alt üst olmuş halkı toparlayanlar yöneticiler değil, derviş şairler olmuştur. Yunus’un rolü de bu değil midir? Selçuklunun çözüldüğü zamanlarda meydan yerine çıkıp birleyip birleştirme görevini yerine getirmiştir. Sadece Yunus değil, Şeyyad Hamzaların Hoca Dehhanilerin ve daha nicelerinin emaneti bugün Sezai Karakoç’tadır.
Tek Çare Birlik
Konu ve gündem ne olursa olsun hemen her sohbetinde İslâm milletinin başının belada olmasının nedenini ayrılıklara bağlamakta; sulha, selamete ermenin tek çaresinin de birleşmek olduğunu bıkmadan, usanmadan, yılmadan, yorulmadan tekrar etmekte ve tarihi misyonunu yerine getirmektedir.
Devlet, insanları bedenen, yaptırımlar çerçevesinde, belli kurallar dâhilinde bir arada tutan yapıdır. Bedenlerin değil gönüllerin birleşip sevgi saygı çerçevesinde mutlu ve huzurlu bir hayat sürülmesini sağlamak, katı kurallarla devlet organizasyonuyla sağlanabilecek bir durum değildir. İşte devletin yetmediği yerde bu vazifeyi dervişler yürütmüşlerdir. Osmanlı bunu keşfetmiş ve rahat etmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra hâkim olan zihniyet bu sırrı anlamadığı ya da anlamlandıramadığı için problemler artmış, içinden çıkılmaz hâle gelmiştir. Kolluk kuvvetleri hiçbir zaman gönül kuvvetleri kadar etkili olmaz. Yakın ve uzak tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun, insan yığınlarından bir millet inşâ eden ruh, gönül medeniyeti mimarlarının özünde yüksünmeden taşıdığı asil ruhtur. Büyük vatanlar kuran, devletleri ebed müddet yapan kudret budur.
Büyük Birliği Bozmayalım
Bir İslâm toprağında dünyaya geldiğimiz için şükredelim diyerek bunun bize Allah’ın bir lütfu olduğunu söyleyen Karakoç, sohbetinde “yandık bittik” türünden bir sefalet edebiyatına prim vermeden, pırıl pırıl berrak bir selâmet duygusuyla bizi hakîkate çıkaracak reçetelerden, çözümlerden bahis açıp ümidimizi çoğalttı. ’’Kötü durumlar görünce umutsuzluğa kapılmayalım. Umut her zaman vardır ve Allah’tandır. Yeter ki direnelim. Birbirimize küçük sebeplerle uzak durmayalım. Küçük ayrılıklara kapılıp büyük birliği bozmayalım. İslâm’ın dirilişinin ayağa kalkışının mücâdelesi sürüyor. Daha da sürecek. Ve inşallah nesiller uyanacak. Birliği sağlayıp içten birbirlerine bağlılığı kurarlarsa “Diriliş” gerçekleşecektir.’’
Biz Müslümanız
Sezai Karakoç, hayatını davasına adamış büyük bir şahsiyet… Davası net ve açık. Derdi İslâm milletinin yüzyıllardır yaşadığı problemlere çözüm bulunması, milletimizin medeniyet krizinden çıkarak yeniden dirilişi yaşamasıdır. Ona göre “Yeniden diriliş” yaşandığı zaman Doğu da Batı da esenliğe kavuşacaktır. Karakoç, davasının merkezine Batı karşıtlığını değil kendi medeniyetinin dirilişini koymuştur. Üstad, bu konuyla ilgili olarak “Bize batı reddiyecisi batı karşıtı diyorlar biz ne batının karşıtı ne de tasvipçisiyiz. Biz özümüze dönmüşüz. Biz Müslümanız. İsteriz ki doğuya da batıya da sulh gelsin. Doğruluk gelsin iyilik gelsin. İnsanların hepsi iyi yaşasın. Kimseye düşman değiliz. Ancak saldırı yapıp ülkeleri birbirine katan yöneticilerdir hedefimiz. Biz istiyoruz ki Müslümanlar birleşsin. Kendi medeniyetlerini geliştirsinler ve kendi ülkelerini kurtarsınlar.” cümlelerini kurmaktadır.
Doğu Türkistan Ve Afganistan
Üstad, Bayram konuşmasının önemli bölümünü Afganistan ve Doğu Türkistan’a ayırdı. İki mahzun ülkenin içinde bulunduğu vahim hâlin sorumlularının kendileri olmadığını, bu ülkelerin küçük ülkeler olup imkânlarının sınırlı olmasına rağmen kahramanca mücadele ettiklerini fakat bizim suçumuz nedeniyle bu duruma düştüklerini defaatle dile getirdi. Sarsıcı konuşmadan şu notları alabildim:
“Çin’in zulümlerini Doğu Türkistan Müslümanları hak etmiyor. Biz lâyık olabiliriz ama onlar lâyık değil. Doğu Türkistan ve Afganistan bu zulmü hak etmiyor. Bu iki ülke nüfus olarak düşük sayıda oldukları hâlde dillerini, dinlerini korumak için en büyük kahramanlıkları gösterip onlarca yıl Çin ve Rusya ile çarpıştılar. Suçları olmadığı hâlde buna uğradılar. Sonuna kadar her biri bir kahraman olarak çarpıştı. Suçlusu biziz. Doğu Türkistan ve Afganistan’ın başına gelenlerden bütün Müslümanlar suçludur. Bu ikisi Müslümanların hataları yüzünden bu hâle geldi. Bir Müslüman suçlu olduğunda sadece o Müslüman değil diğer Müslümanlar da zarar görür. Afganistan, Doğu Türkistan ve Filistin ümmetin çocukları gibidir. Müslümanların bunları koruması gerekir. Buralarda medeniyet eserlerini yok ediyorlar. Her suçun bir cezası vardır. Bu suçun da cezasını maalesef çekeceğiz. Bu dünyada da ahirette de çekeceğiz.’
Türk Cumhuriyetlerine Uyarılar!
Türk düşüncesinin yaşayan en büyük mütefekkirlerinden biri olan Karakoç, yerli bir duruş ve evrensel bir ufukla İslâm milletinin küçücük parçalara bölünmüş bütün yetimleriyle yakından ilgilenmekte. İlgilenmekle kalmayıp bu bölgelerle ilgili kurtarıcı fikirler sunmakta. Karakoç, konuşmasında Türkî Cumhuriyetlerine de değinerek onların ayakta kalabilmeleri ve güçlü olabilmeleri için ne yapmaları gerektiği hususunda şu tarihi uyarılarda bulundu:
“Komünizm Rusya’da çöktükten sonra Türk Cumhuriyetlerinin bir gün bile kaybetmeden birleşmeleri gerekirdi. Olmadı. Bunca yıl geçmesine rağmen küçük parçalar halinde kaldılar. Bekliyorlar ki Çin gelsin ya da Rusya gelsin de kendilerini istîlâ etsin. Bu ülkeleri de ne Türkiye ne İran ne de Müslüman başka ülkeler uyandırmıyor. İşte böyle bir durumdayız ama bunlar da ümitsizliğe sebep olmasın.” Parça parça olmanın sonucunda istîlânın kaçınılmaz olduğu tespitini yaptıktan sonra bile ısrarla ümitsizliğe düşülmemesini salık vermesi Karakoç’un büyüklüğünü anlamamız açısından gereken her şeyi bize söylemekte.
Şimdi burada şu yürek yangınımızdan bahis açmanın yeridir diye düşünüyorum. Üstadın eserlerinin sadece Türkiye’yle sınırlı kalmasının vebali devlet ve millet olarak hepimizin değil mi? Bizim bu eserleri İslâm milletinin bir ferdinin bile yaşadığı topraklara çoktan çevirip taşımamız gerekiyordu. Son yıllarda gerçekleştirilen sembolik birkaç çeviriden bahsetmiyorum. Üstadın Bütün Müslümanlar tarafından tanınması okunması için hiçbir çabamız olmadı. Karakoç’un evrensel fikirlerini biz Edirne’den Kars’a sınırlı bir alana mahkûm ettik. Hayatını ümmetin birliğine tanışmasına kaynaşmasına adamış bir mütefekkiri biz henüz İslâm dünyasıyla tanıştıramadık. Türkiye’ye sempatiyle bakan Arap aydınlarının bile çoğu maalesef Karakoç’u tanımıyor. Tanış olmadan işi kolay kılamayacağımızı iyi bilmemize rağmen ataletten kurtulamadık. Üstadın Türk Cumhuriyetleriyle ilgili diriltici uyarılarının ve eşsiz fikirlerinin o coğrafyalara da çoktan ulaştırılması gerekirdi. Bu bölgelerin, Tanrı Dağları’nda uluyarak kuru kuruya Turan romantizmi yapanların ulumasına değil, Karakoç gibi ulu şahsiyetlerin âli fikirlerine ihtiyaçları var. Uluğ Türkistan’ın ihtiyacı diriliştir. Diriliş fikridir. Niye özellikle ve öncelikle Sezai Karakoç’un eserlerini medeniyet coğrafyamıza yaymamız gerektiğini de Diriliş Yayınları’nı yakından takip edenler daha kolay anlayacaktır. Mesela bazı üstatların eserleri Anadolu’ya hitap eder ve sınırlar ötesine söyleyecek sözleri sınırlıdır. Karakoç’un fikirleri ise sınırlara sığmaz ülkelere dar gelir ve bütün evreni kuşatır. Evrensel bir ufka sahiptir. “Ben düşüncede yeryüzünü dolaşıyorum” der. Tıpkı Mevlana’da olduğu gibi Pergelinin bir ayağı kendi medeniyetinde sabitken diğer ayağıyla yeryüzünü dolaşır. Dünya genelinde eserlerinin çevrilmemiş olması Onun dünya ölçeğinde bir entelektüel olmamasından degil mensubu bulunduğu milletin sahip olduğu nimeti dünyaya hakkıyla anlatamamasındandır.
Aydınlara Düşen Görev
Karakoç’un özgün yanlarından birisi bazı düşünürler gibi soyut alanlarda sözü çevirip meseleleri muğlâkta bırakmamasıdır. Problemlere karşı somut çözümler sunmakta ve saygın sorumluluklar yüklemektedir. Sorumlulukların dağıtımında da adil bir paylaşım sunarak hakkaniyetten ayrılmayıp hakikatin hatırını incitmemektedir. Müslüman bir münevvere yakışan bir asaletle “Her şeyi yöneticilerden beklemeyelim. Yöneticilerin dış sebeplerle elleri kolları bağlıdır.” diyebilme erdemini göstermektedir. Konuşmasında aydınlara düşen görevleri hatırlatarak şu tavsiyelerde bulundu:
“Aydınlar bütün İslâm âlemine aynı fikri aynı ideali yayarlarsa sonunda yöneticiler de onlara uymak zorunda kalır. Ama aydınlar birbirinden kopuk ve zayıf olurlarsa o zaman yöneticiler onları idare eder. Bu durumda da yöneticileri de dışarıdakiler idare eder. Adam olmayız. Ama aydınlar uyanır İslam âlemine bir ideal yayarsa onun önüne ne Batısı geçebilir ne Doğusu. Ve yöneticilerin hepsi teslim olur. İşte ben bu yaşa geldim. Tecrübelerimden çıkardığım sonuç budur.
Bir Mehabetli Bayram
Yahya Kemal muhteşem duygularla ördüğü, âdeta ilahî bir ilhamla kelimelere can verdiği meşhur şiirinde ne diyordu: ‘Artarak gönlümüzün aydınlığı her saniyede/ Bir mehabetli bayram oldu Süleymaniye’de. Biz de benzer mehabeti Dersaadette Haseki’de yaşadık. Eğer yurtdışına gitmiş olsaydım Ya Afrika’da bir ülkeye ya Balkanlarda bir şehre ya da Kafkaslarda bir bölgeye ya da Ortadoğu’daki bir merkeze gidecektim. Sezai Karakoç’a gidince bütün ülkelere bütün şehirlere gitmiş gibi bir duyguya kapıldım. Karakoç’la bayramlaşmanın bütün İslam milletiyle bayramlaşmak olduğunu bir kez daha anladım. Sohbet kısaydı ama tesiri uzun yıllar bana eşlik edecek. Bayram boyunca da Üstadın naif sesiyle yaptığı şu nasihatlerin kulaklarımda ve gönlümde yankısı hiç eksilmedi.
’’Bütün Müslümanların birleşmesi idealinden asla vazgeçmeyelim. Önce kendimiz toparlanalım. Ve bu idealden vazgeçmeyelim. Bütün Müslümanlar birleşecek tek toprağı tek ülkesi tek milleti olacak.’’
Cenab-ı Allah İslam milletine birlik dirlik Sezai Karakoç’a da uzun ömürler versin. Amin.
Mahmut Bıyıklı
Mucerret
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.