Sezai Karakoç: Hazan
Sezai Karakoç: Hazan
Sezai Karakoç’un, genç yaşlarda vefat eden arkadaşlarıyla ilgili Büyük Doğu'da yayınlanan, kitaplarında olmayan ama hatıralarında geçen “Hazan” başlıklı yazısı:
«Said de geçti bu kurak tarladan. Bu dünya ekinliğinden, tohumlarını atarak, başaklarını sürerek Said de geçti. Başaklar henüz güneşte yanmamış, kuruyup sararmamış, sütle doluymuş, ne çıkar! Nasıl olsa, iklim ve mevsim gelip o başakları harman gününe götürecektir. Hem de bire yüz, bire bin olarak.
Bir harman bulutu ve bir yemiş sağnağı içinde Said'de geçip gitti. Uçağıyla bir kar tepesine saplanan Zihni Hızal, hastalıktan değil de adetâ bu dünyaya yabancılıktan, bu dünyaya ait unsurlarını atıp eritmekten hafifleye hafifleye birden kendini ötede bulan Atıf Ural gibi.
Zihni Hızalın, Atıf Uralın, Said Mutlunun, buradan çok daha kesin bir varlıkla var olan bir yerde olduklarını gözlerimle görür gibi oluyorum. Biliyorum, onlar buradan çok daha iyi bir yerde, çok daha mutludurlar. Üzüntümüz onların hesabına değil, kendi hesabımıza.
İtiraf edelim ki, onların varlığı biraz da bizi rahatsız ediyordu. Açıkçası, korkuyorduk onlardan. Suçlarımızı en çok onların yanında hatırlıyorduk. Sanki onlar, daha sağlıklarında bu dünyaya ait değillerdi. Öteki dünyanın buradaki temsilcileriydiler. Bize bu duyguyu ölüm mü veriyor? Hayır, ölüm, olsa olsa, bizim gafletimizi bir parça aralıyor da gerçeği görüyoruz.
Atıf, ipekten yumuşaklığıyla, hep iyiye bakışıyla, eksiklerimizi görmezliğiyle, Zihni Hızal, zaruret halinde müdahaleleriyle, Said ise, gram gram tartan dobra dobralığıyla, burada oranın ihtarcısıydılar.
En evvel kendi nefsime soruyorum: Bu arkadaşlar, bu kardeşlerden hangisi, bir gün, bir tek gün, kendi nefsleri için bizden bir şey istediler? Hiç bir şey ve hiç bir zaman. Ne istedilerse hep inandıkları uğruna istediler. Yumuşak da söyleseler, sert de söyleseler, hep inandıklarını ve doğru bulduklarını söylediler.
Onlara yanmıyalım, kendimize, yanalım ki, onlar topluluklarını buldular şimdi, bizse onların gidişiyle biraz daha yalnız kaldık. Bir şimşek hızıyla geçip gittiler, biz daha onları idrak edemeden. Asıl ona yanalım.
Haklarını teslim etmek için âdeta ölmelerini bekleyen insanların durumuna düştük. Asıl buna yanalım.
Onlar bu dünyayı, zifafa koşan bir güvey çabukluğuyla terk ettiler. Bizse, gün gün, daha çok dünya köpeğinin dişleri arasına sokuluyoruz. Asıl buna yanalım.
Bizden, onlara dair hatıralarımızı anlatmamızı istemeyin. Bu bize ağır gelir. Onlar, o kadar canlı olarak aramızda duruyorlar ki, kalkıp da şu gün şunu dedi, falan gün şunu yaptı demekten daha büyük saygısızlık olamaz onlara. O kadar aramızdadırlar ki, günde bir kaç kere, yolda görüp de birden benzettiğimiz birinin arkasından «Said!» diye bağırasımız geliyor.
Hiç korkmayın! Atıf hâlâ, Hukuk Fakültesinde, en genç ellere, kurtarıcı bir kitabın yapraklarını tutuşturmaktadır. Zihni Hızal, bir serdengeçti yazıhanesinde, bir hakikat ampulü gibi yanmaktadır. Ve Said, her kalem kımıldayan yerde, en hassas bir eczane terazisi gibi, fikirlerin netleşmesinde, şaşmaz ve taraf tutmaz, adam kayırmaz disiplini ve aydınlığıyla ağır basmaktadır.
Ey öte dünya şuuru! Nasıl da, kendine ait olanı, îlliyine ait olanı seçip alıyorsun! Nasıl, sakil olanları, bizleri bırakıyorsun burada?
Ey Said! Kitabeni yazmak kudretinde değilim. Eğer bu ödev bana verilseydi, ne yazık ki ben, senin kitabene yaraşacak bir cümle bile yazmaktan âciz kalırdım.
Said, taptaze bir yeşillik gibi geçip gitti.
Ey geriye kalan hazin hazan yaprakları!»
(Sezai Karakoç, Hatıralar, Diriliş dergisi, 1990, sayı: 109)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.