Seyyid Ahmet Arvasi ile ölmeden önce yapılan son röportaj
Seyyid Ahmet Arvasi ile ölmeden önce yapılan son röportaj
-Efendim, eserlerinizde sık sık rastladığımız bir adlandırma var; “Türk – İslam ülküsü, Türk – İslam Ülkücüsü” gibi… Türk- İslam ülküsü kendi başına bir hareketin ismi mi? Yoksa…
Arvasi: Ben bu memleket gençliğinin çeşitli oyunlara gelerek Türkçü ve İslamcı kamplara bölünmesine karşıyım. Türk’ün İslam’dan ayrılması ve İslam’ın Türklükten tecrit edilmesi beni tedirgin ve rahatsız eder. Türk ve İslam şuurunun bir bütünlük içinde bulunmasını savundum hep. Türkiye de Müslüman gençliğin iki kampa bölünmesini istemiyorum. Bütün maksadım bunu önlemek… Önce “sentez” dedik, sonra bizi tatmin etmedi. Çünkü haklı olarak denildi ki; sentez: tez ile antitez arasında üçüncü bir buluşma noktasıdır. Ve haklıydılar şüphesiz bunu söyleyenler. Çünkü Türklük ile İslamcılık arasında bir zıddiyet yoktu ki; bunun sentezini yapalım. Ama bir kelimeye ihtiyacımız olduğu kesindi. İster buna Türk-İslam davası, ister Büyük Doğu, ister İbda deyin… Biz Türk’ün İslam ile yeniden kurtuluşuna ve kültür ve medeniyetinin ihyasına çalışıyoruz…
Türk-İslam ülküsü, en azından bin yıldan beri süregelen, A.Kerim Satuk Buğra Han’dan süre gelen davanın, yani Türk’ün İslamlaşması ve İslam’la yücelme davasının bir devamından başka bir şey değildir. Bir yeni ideoloji değildir. Tarihi bir oluşumun günümüzdeki devamıdır, Türk-İslam ülküsü… Yani Türk’ün İslam’la ebedi kaynaşması, bütünleşmesi, kültür ve medeniyetinin bununla yoğrulması demektir.
– Türk-İslam ülküsü, ülkücü camiâ içinde zuhur etti ve aynı camia içinde tesir sahası bulup günümüze kadar geldi. T.İslam Ülküsü’nün söz konusu camianın tabanında tesir sahası bulmasına rağmen, aynı tesir sahasını tavanda, yani “öncü kadro”da bulamayışını neye bağlıyorsunuz?
Arvasi: Şimdi efendim, yaşlı nesille genç nesil arasında bilinen bir farklılık var. Biliyorsunuz genç nesiller eğitilmeye daha müsait. Yaşlı nesiller 10 – 15 yıl önce ele geçselerdi onlarda herhalde farklı olurlardı. Her şeye rağmen, samimiyetle söyleyeyim, onlarda etkilenmişlerdir. Bundan on yıl önceki falan beyefendi ile bugünkü falan beyefendi çok farklıdır. İsim vermiyorum… Yani biz Türk – İslam Ülküsü ile Türk – İslam Medeniyetinin yeniden ihyası davasını savunur. Bu davanın içinde birçok gencin yanında lider kadroyu da eğitmişizdir; epey mesafe almışlardır. Ama gençlerin aldığı mesafe daha iyidir.
-Efendim, hareketin teşkilatından diğer alanlarına kadar yöneliş olarak, daha uygun bir ifade ile icraat olarak Türk – İslam Ülküsü çizgisine mutabıkla bulmak epey zorca geliyor bana. Yani, söz konusu camianın yönlendirici kesiminde Türk – İslam Ülküsünün bünyeleşemediğine şahit oluyoruz.
Arvasi: Evvela fikrin kavranması sonra müesseseleşmesi söz konusu olabilir. Fikir müesseseleşmeden önce gönülleri ve kafaları fetheder ve sonra müesseseleşir. Evvela fikir gücüyle mevcut olacaksınız, sonra da o fikir müşahhas biçimde ortaya çıkacak. Türk – İslam Ülküsü davasının her geçen gün biraz daha güçlenerek yürüyeceğine ve Türk’ü ihya davası olduğuna inandığım için bu müesseseleşmenin durdurulamayacağı kanaatindeyim. Evet, durdurulamaz çünkü tarihi bir kökü var. Türk kesin olarak görmüştür ki İslam’ın dışında mahvolmaktadır. Macarlar, Bulgarlar, Peçenekler. Ancak müslümanlaşarak Türklük kendini kurtarabilmiştir. Ve böylece İslam’a hizmet etmiştir. Türk, İslam’ın dışında büyük tehlikelere maruz kalacaktır. Biz, İslam’la kaynaşıp bütünleşen kültür ve medeniyetini İslam’la yoğuran bin küsur senelik bir Türklük varlığına dayanarak konuşuyoruz. Gelecek yine bu tarihi temele oturarak sürecektir. Yani Geleceğin Türkiyesi, İslami ve milli karakterini koruyan muasır bir Türkiye olacaktır.
Kültür ve medeniyet planında konuşuyorum, yani siyasi planda değil.
– Anlıyorum Efendim. Şimdi de izninizle 12 Eylül’e gelelim. 12 Eylül bildiğiniz gibi birçok hareketi hem iç ve hem de dış (muhteva ve şekil) açısından büyük ölçüde etkiledi. Şimdi bu etkileme ve etkilenme neticelerine bakarak 12 Eylül müslümanlar açısından yararlı mı oldu?
Arvasi: Şimdi, olan olması gerekendir. Ortada bir içtimai vakıa varsa, bir olmamalıydı diyemeyiz. Olmuştur çünkü. Şartlar, zaruriyeler… Neyle izah ederseniz edin, olmuştur. Olmuşsa mukadderdir. Yani, tarihteki falan hadise olmamalıydı, falan hadise şöyle olsaydı diye temenni edebiliriz ama bu hadiseyi meydana getiren bir sebep ve sonuçlar zinciri var. Ve onu durduramazsınız artık. Biz, zaman üç boyutludur deriz, dün, hal ve gelecek. Bizim geçmişe söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur. Hal üzerinde dahi bizim etkimiz çok zayıftır. Bizim ancak gelecek hakkında ümitlerimiz, hayallerimiz ve düşüncelerimiz olabilir. Tabii bundan geçmişten istifade edilemez anlamı çıkartılamaz. Geçmişte yapılan hataları, sebep ve sonuç ilişkileri içinde değerlendirmekte muhakkak yarar var.
12 Eylül neden olmuştur? Bunun sebepleri üzerinde uzun uzun durmak mümkündür. 12 Eylül olmasaydı daha mı iyi olurdu? Sorusuna bile cevap vermeyeceğim. 12 Eylül Türkiye’de bugünkü durumu meydana getiren amillerden biridir. Günümüzü değerlendirmek ve yarına bir şeyler getirmek lazımdır.
– Efendim, şöyle sorayım; 12 Eylül İslami hareketin hedefine ulaşması açısından menfi mi, yoksa müspet mi etki etti?
Arvasi: Biz Müslümanlar olarak evvela ne istiyoruz? Ne bekliyoruz? Realist olmamız lazım. Şimdi, 1988 Türkiye’sinde biz Müslümanlar neler yapabiliriz? Ve bugünkü dünyada (bugünkü dünya dengesi içinde) ne isteyebiliriz? Kanaatime göre Müslümanların isteyebileceği şey, demokratik manada hürriyet nizamına kavuşmaktır. Yani, bugün bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman, bir Belçikalı, İsveçli kendi ülkesinde dini yaşama ve yaşatma öğrenme ve öğretme hususunda ne kadar hürse bende o kadar hürriyet istiyorum. Şu şartlar içinde. Hem de ayaklarımı yere basarak söylüyorum. Müslüman Türk çocuğu da, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yazılı olan haklarını kullanabilmelidir. Fert ve cemiyet kendi inançlarını ortaya koyabilmeli, eğitim öğretimini rahatlıkla yapabilmelidir. Müslümanların şu anda istediği budur. Bilmek gerekir ki cemiyetlerin istekleri şartlar değiştikçe değişir. Bugünkü şartlarda biz Müslümanlar daha fazla bir şey isteyemeyiz. İstememeliyiz de… Ben bu bakımdan 12 Eylül’ün 1960’ın 27 Mayısından daha iyi zemin hazırladığına kaniyim.
-12 Eylül etkilenme açısından sizin de içinde bulunduğunuz Ülkücü Harekette “ilginç” değişiklikler meydana getirdi. Bu değişiklikler de Üstadın daha önce tespit ettiği fikir boşluğundan kaynaklandı sanırım. Dolayısıyla Ülkücüler 80 öncesi bir reaksiyon olarak vardı. Bu reaksiyonun sebebi ortadan kalkınca…
Arvasi: Neydi bu sebep?
-Komünizm… Bu sebep ortadan kalkınca kendi kendilerini sorgulama süreci başlattılar. Bu da bazı yol ayrımlarına gelindiğinin işaretlerini verdi bize… Sizce gerçekten birtakım yol ayrımlarına geldi mi Ülkücüler?
Arvasi: Efendim Üstaddan bahsettiniz. Necip Fazıl Bey’den… O da Ülkücülerdeki dinamizme, motor gücüne inanıyordu. Bence Ülkücüler bu dinamizmi kaybetmiş değillerdir. O dinamizm o günkü şartlarda öyle tecelli etmiştir.
Kanunlar ve nizam cemiyete hâkim olunca o dinamizm kültür planına yönelmiştir. 12 Eylül öncesi gençler okumaktan çok canlarını korumak zorundaydılar. Komünist teşkilat ve anarşi Üniversitelerde Sokak ve caddelerde bir istila hareketi haline dönüşmüştü. Mektebe gidip gelmek, bakkala gidip gelmek ve hatta dükkânını açmak bile büyük bir meseleydi. Çocuklar bırakın okumayı, yazmayı ve düşünmeyi; canlarını korumak zorundaydılar. Yalnız onlar değil, millet o duruma düşmüştü. Bu bakımdan 12 Eylül müdahalesi faydalı olmuştur. Yani cemiyet üzerindeki bu belayı kaldırmak bakımından… Sizin bahsettiğiniz fikir boşluğu bu terör kalktıktan sonra gençlerin, kültür ve fikir ihtiyacını görmelerine vesile olmuştur.
Müthiş bir okuma ve araştırma safhasına girilmiştir. İslami teşkilat ve kültürünü araştırma, lisan öğrenme ve yabancı kültürleri tetkik ihtiyacı hâsıl olmuştur. Bu noktada Ülkücüler bir reaksiyon hareketi değildir. Komünizm Ülkücülerin antitezlerinden sadece biridir. Ülkücülerin karşısına dikildiği hareket pek çoktur. Bunların içinde komünistler apayrı bir yer tutar. Türkiye için komünizm bir tehlike olmaktan çıkmış mıdır? Dünyada da komünizm tehlikesi bir Sovyet emperyalizmi olarak devam etmektedir. Mesela Afganistan bunun çilesini çekmektedir hala. Sovyet ülkesinde milyonlarca Müslüman ıstırap içindedir. Ve Türkiye’nin dış siyasetine etki eden en önemli unsurlardan biridir Sovyetlerle komşuluğumuz. Mesela biz İspanya’nın yerinde olsaydık, Fransa bizim yerimizde olsaydı, Rusya ile ilişkilerimiz farklı olurdu.
Bizim için komünizm tehlikesi bitmiş değildir. En azından emperyalizm olarak, bir kızıl emperyalizm olarak… Komünizm fikir olarak bitmiş olabilir. Dün Ortodoks kilisesinin hamisi olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliği, bugün sosyalist hareketin merkezi olmak iddiasıyla sürdürdüğü istila hareketi ile Romanya’yı, Macaristan’ı ve Çekoslovakya’yı istila etmiştir. Kaldı ki Rusların Anadolu üzerindeki emellerini biliyoruz. Yani Komünizm ölse bile Rusya mevcut olduğu müddetçe bu tehlike devam edecektir. Boğazlar, İskenderun Körfezi, D.Anadolu’dan Petrol sahasına inme arzuları ve hırsları bitmez. Yani bizi yok edecek tehlike bu değildir.
Ülkücü Hareket bir siyasi hareket olarak ortaya çıktığı zaman rahatsızlık doğacaktır. Bizim hareketimiz siyasi olmaktan ziyade bir kültür hareketidir. Daha doğrusu olması gereken budur. Zaten tartışmada buradan kaynaklanıyor. Yani Ülkücü hareket bir parti hareketine dönüşsün mü, yoksa bir kültür hareketi olarak mı yürüsün? Bu bir bölünme değil, tartışmadır.
Arkadaşlarımızın bir kısmı hareketi bir siyasi hareket olarak sürdürmek istiyorlar. Yani bir parti hareketi olarak. Ben şahsen bir kültür hareketi olarak kalmasını istiyorum. Yani partiler üstü bir hareket… Hiçbir partiye ram olmadan, bir kültür ve medeniyet hareketi içinde yayılmasını istiyorum. Çünkü mesele Türk milletinin bütünlüğünü koruma meselesidir. Belki bizi savunan 10 tane parti olabilir. Benim için önemli olan bu değildir. Benim davamı savunan belki yirmi dergi çıkabilir… Hepsini savunurum. Yani beni destekleyen, bu davayı destekleyen herkesi destekleyeceğim. Ve beni köstekleyen herkesi rakip bileceğim. Bu yüzden partiler içinde bizi destekleyen olursa teşekkür ederiz.
Biz siyaseti küçümsemiyoruz. Siyaset olmadan bir memleket idare edilemez. Memleketin siyasi kadrolara ihtiyacı vardır. Ama memlekette siyasi hareketin dışında ona yön veren onlardan bağımsız fikir hareketlerine de ihtiyaç vardır. Yani fikri bir siyasi partiye mal ettiğimiz zaman fikir kaybeder.
Ben her zaman sağı destekledim. Yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada. Fransa’da Mitterand’a karşı Jan Juak’ı destekledim. Yine İngiltere de Muhafazakâr Parti’nin İşçi Partisi’ne galebe çalmasını istedim. Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada solun bir alternatif olarak gelişmesini istemem. Türkiye’de de tavrım budur. Sağın güçlü olmasını isterim. Sola karşı her zaman olumsuz tavır almışımsa, onu destekleriz. Ama bugün böyle bir hareket görmüyoruz.
-Efendim, benim görebildiğim kadarıyla, Ülkücü camiada sözünü ettiğiniz tartışmaların dışında başka tartışmalarında olduğunu düşünüyorum. Mesela birkaç yıl önce bir grup gencin Ülkücü camiadan ayrıldıklarını ilan ettiler. Hatta “Yazı” adında bir de dergi çıkarttılar. Bunun gibi daha birçok ferdi ve grup kopuşlarına, saf değiştirmelerine şahit olduk. Bunun devamı da gelecek gibi geliyor bana.
Öte yandan işin sevindirici yanı Ülkücü camiadan, Büyük Doğu’ya doğru büyük bir yönelişin başlaması… Şimdi bu büyük yönelişe bakarak Üstadın 79 da Ülkücüler hakkındaki dileği gerçekleşiyor diyebilir miyiz?
Arvasi: Ülkücü Harekette her hareket gibi statik değildir. Donmuş bir hareket değildir. O da kendi ülkesindeki fikri ve siyasi cereyanlarla ister istemez bir etkileşim halindedir. Ve bunlar her insan ve kitle gibi çeşitli telkinlere maruz kaldığı için, şu anda bir merkezde organize edilmedikleri için ister istemez çeşitli varyasyonlar şeklinde görünüyor. Bu bir noktaya kadar normaldir ve hareketin gelişmesini sağlar.
Biliyorsunuz sosyolojide bir kaide vardır; bir kültür hareketinin güçlenmesi, temaslarla mümkündür. Kapatın bir havzaya bir insan grubunu orada ilkel kalır. Ama salın cemiyet kendi özünü kaybetmeden, temaslarla beslenir. Bence Ülkücü hareket şu anda kendini beslemektedir. Okuyup araştırmaktadır. Kendini sorgulamaktadır; Kritik etmektedir. Dününü bugününü ve yarınını o temel üzerine oturtmak istemektedir. Kimileri henüz bu kritiği yapmaksızın dergi ve gazeteler çıkartmakta 2 -3 sayı sonra pişman olmaktadır. Sonra yeni bir dergi çıkartmaktadır. Bu, hareketin dinamizmidir. Burada hedef olarak gaye birdir. Türk – İslam medeniyetinin ihya davasıdır. Nereye giderseniz gidiniz budur. Ama bu sadece Türkiye’ye mahsus bir hareket olarak kalmaktan da öte, bir gün Allah dilerse İslam âleminin, bir gün Allah dilerse beşeriyetin kurtuluşu için halka halka büyüyen bir harekete dönüşebilir. Yani dün düşük bir hareket olarak başladı, halka halka temas kurarak geniş kitlelere doğru açılıyor. Yarın nerede nasıl bir şekil alacağını bilemiyoruz. Ama bu hareketin durmayacağı, önlenemeyeceği kesindir. Çünkü ben şuna iman etmişim; Türk ayağa kalktığı zaman İslam dünyası ayağa kalkacaktır. Selçuklu çöktü İslam dünyası köleleşti, Osmanlı çöktü İslam dünyası sömürgeleşti. Biz ayağa kalkacağız ve İslam dünyası ayağa kalkacak. İslam dünyasının ayağa kalkması demek beşeriyetin büyük kurtuluşa adım atması demektir. Böyle bir ümit ve haz içinde bulununca, Ülkücü hareket bir fetih hareketi halinde, şu anda birçok noktayla temas halindedir. Bu temasla bir şeyler almakta ve bir şeyler vermektedir. Ama işin temelinde bir ihya hareketi vardır.
Bunun için Türk – İslam Ülküsü, Büyük Doğu İdeolocyası’nın bir parçasından başka bir şey değildir. Hatta bir devamından başka bir şey değildir. Biz Necip Fazıl’ı kendi şairimiz, kendi edibimiz, kendi mütefekkirimiz ve kendi bayraktarımız kabul ederiz. Hatta bana göre Necip Fazıl 20. yüzyılda Resulullah’ın şairidir, edibidir. Bizim dehasına inandığımız, sevgisini kazanmak için çırpındığımız sevgisini kazandığımız ve kendisini çok sevdiğimiz Necip Fazıl Bey bizim hayatımızda ve hareketimizde etkili olacaktır. Bu etkiyi her geçen gün biraz daha fark edeceksiniz.
– Efendim, daha kestirme bir ifadeyle Ülkücüler yakın gelecekte Büyük Doğu bayrağının altında olacaktır.
Arvasi: Altındadır zaten.
-12 Eylül öncesi Ülkücüler aksiyon ve hareketiyle rejimi savunma ve himaye etme durumuna geldi. 12 Eylül müdahalesi ise onlara büyük zayiatlar verdirdi. Son açıklamalarında ise, 80 öncesi düştükleri hataya düşmeyeceklerini ifade ettiklerini görüyoruz. Şimdi bu gerçekleşirse, yani komünizm karşısında bir reaksiyon olma durumuna ve hatasına düşülmezse, bu haliyle Ülkücüler eski dinamizmlerini koruyabilirler mi?
Arvasi: Öncelikle şunu ifade edeyim; Ülkücü camia devleti savunmuştur. Türkiye’yi bölmek yıkmak ve parçalamak isteyenlere karşı dişini tırnağına takmıştır. Ve 12 Eylül harekâtı sırasında komünistlerle beraber tutuklanmasını yargılanmasını hazmedememiştir. Buna hayret etmiştir. Yani sukut – u hayale uğramıştır. İşte bu sukut-u hayal içinde bazı şeyler söylenmiş olabilir. Ama ben şuna eminim ki, yarın devlet tehlikeye girerse Ülkücü camia yine devletin yanındadır. Yani devletin, milletin yanındadır. Bu sukut-u hayal içinde söylenmiş sözlerin, hissi karakterini de unutmamak lazımdır. Ben de gördüm ben de işittim… “Bundan sonra bu devleti destekleyenin, bu vatanı bilmem ne edenin” falan diye… Diyen arkadaşlarımız olmuştur. Fakat onlar hapishaneden çıkarken söylenmiş sözlerdir. Hapisten tahliye edildiği gün, kelepçeleri söküldüğü gün söylenen sözlerdir. Bu bir hissi reaksiyondur.
Bizim işimiz devletle değildir. Bizim işimiz Anayasa ve düzenle de değildir. Bakınız çok yanlış bir teşhistir; bazıları bozuk düzenle dövüşüyoruz diyorlar. Bizim için düzeni sağlayan ne anayasadır, ne kanunlardır, ne de yönetmeliklerdir. Düzeni sağlayan insandır. Siz bana bu Anayasayı verin, hatta beğenmediğiniz bir Anayasayı verin, yalnız kadromu kurmam şartıyla devleti ben idare edeyim. Önemli olan insan ve kadrolardır, anayasalar değil. Bir Fransız hukukçusunun dediği gibi, anayasalar maalesef mevcut rejimi gizlemeye yarayana paravanlardan ibarettir. Sovyet anayasasını okuyun, bilmem Bulgar anayasasını okuyun içlerinde pekâlâ enteresan ve güzel şeyler vardır. Ama tatbik sahası bulamaz. Ben Rus anayasasının 72. maddesini gördüm. İsteyen Sovyet Cumhuriyeti’nden ayrılabilir. Bu kadar hürdür. Mesela orada Türkistan, Özbekistan isterlerse müstakil bir Cumhuriyet haline dönüşebilir. Ama buna imkân vermiyor. Yalan söylüyor. Din hürriyeti vardır diyor. Ama bunu vermiyor. Camiyi kapatıyor, bilmem ne yapıyor. Evet, anayasalar değil memleketi idare eden kadrolardır. Bilmem hangi ülke şu anda İslam devletiyim diyor. Ama İslam’ın zerresi yoktur. Şu an anayasa İslam’dır, Kur’andır. Oysa İslam da yoktur, Kur’anda yoktur. Yalan söylüyorlar. Anayasa bir paravana, kanunlar bir paravana haline gelirse ülke için tehlikeli olur. Benim için önemli olan devleti idare edecek fert ve kadroların vicdanlarında yatan değerlerdir. Siz neye inanıyorsanız anayasanız odur. Kadrolar neye inanıyorsa anayasa odur. Bana anayasa değiştirmek, kanunları değiştirmek rejimi değiştirmek hiç te isabetli bir hedef seçimi gibi gözükmüyor. Bana insanı değiştirmek, kadroyu değiştirmek mühim geliyor.
-Affedersiniz, sözünüzün arasına giriyorum. İnsanımızı ve kadromuzu değiştirmenin yolu da anayasadan geçmiyor mu?
Arvasi: Eğitim ve kültür yoludur. Bakınız biz insanı istenilen biçimde yetiştirebilirsek, özlediğimiz değerlere sahip olursak, netice almamamız mümkün değildir. Cemiyet özleyecekte elde edemeyecek, mümkün değildir. Peygamberimizin buyurdukları gibi, “Herkes layık olduğu idareye kavuşur.” Kitleler neyse idare odur. Kanaatime göre mesela insan yetiştirme meselesidir.
Bir maarifçiyim ben. İnsanı olmadan en güzel anayasaları ve kanunları verin bir netice alamazsınız. Öğretmenliğimde müşahede ettim; “Şu ders çok güzel fakat hocası berbat. Hiç bir şey öğretemedi. Şu dersin adı bir şeye benzemiyor ama hocası yaman. İyi öğretmen.” İyi bir öğretmen kötü bir ders programını çok başarılı birim kanunlar ve nizamlar insanların yapısına göre mahiyet değiştirirler. Ben 1982 Anayasası ile iktidar olayım, yani kadromla iş başına geleyim herhalde muvaffak olduğumu görürsünüz. Zaten anayasalarda kanunların değişebileceklerini söylüyorlar, kadro değişirse ona paralel çok şey değişir.
– Benim görebildiğim kadarıyla sizin bahsettiğiniz anayasalar sizin ve kadronuz iş başına gelebilmesi için anayasaların tahrif edilmesi gerekiyor.
Arvasi: Anayasalar ve kanunlar hayatı düzenler. Görüyoruz ki Türkiye’de anayasaların değişmesi anayasalara göre olmuyor. Bütün dünyada aşağı yukarı anayasaların nasıl değiştiğini biliyoruz. Anayasalar zamanı gelince değişiyorlar. Bu bir kaderdir. Buda ayrı bir mesele. Anayasalar değişmeye meyyal.
Biz şimdi anayasalarla kanunlarla boğuşmuyoruz. Anayasa ve kanunların düzenlediği sınırlar içinde; kanunları ve sınırları elimizden geldiği kadarıyla,(Üstadın tabiriyle) gererek netice almaya çalışıyoruz. Yoksa kanunsuzluk zemininde dolaşmayacağız. Ülkücülerin daha önce kanunsuz zeminlerde dolaştırılırsa bundan sonra dolaşmayacağız demeleri tabidir. Fakat ben dolaştıklarını sanmıyorum. Bazı çocuklar dolaşmışsa ve bazı kanallar tarafından buna itilmişlerse bir daha bu hale düşmeyeceklerdir. Gördük; bazı kuvvetler ülkücülerle suç işletmişlerdir. Mahkemelerde gördük; suç işletmek için özel tuzaklar kurulmuş
– Bir de şu var… Sol’un toparlanma çabası…
Arvasi: Tabii sol toparlanmaya çalışıyor. Bu arada cemiyetteki yaraları kanatıyor. Bu yaralarda maalesef bölge problemleri, etnik problemler ve mezhep problemleridir. Bir partiden başka bir partiye bu yüzden kayanlar bile var. Sol ideolojik zeminden çok içtimai zemindeki yaraları kanatarak mesafe almaya çalışmaktadır. Oysa bu yaraların kanaması hiçbir tarafa kâr sağlamaz. Bu memlekette ancak bütünlük şuurunu yıkmadan bir netice alınabilir.
Sonra sol kendini tashih etmek zorundadır. Bütün dünyada sol kendini tashihe yönelmiştir. Rusya’da da öyle. Bizim hala 19.yy Marksizm’i ve 20.yy in devrimci Leninizm’i ile oyalamanız saçmadır. Her şeyi ekonomiye bağlayan tek faktörcü düşünüşü bırakmaları gerekmektedir. Sosyoloji artık sosyal hayatın tek faktörcü yorumundan kaçıyor, çok faktörlü yorumuna gidiyor. Bütün sosyal hayatı tek bir modelle izah etmek mümkün değil. Yok efendim Asya Türü üretemedi, köleci düzendi, feodal düzendi, modern burjuvadaydı, sonra kapitalizmdi, sonra sosyalizmdi, sonra komünizmdi.. Bu aşamalarda geçme zorunluluğu vardır gibi laflar artık tarihe gömülmüştür. Bugün milletlerin gelişimi çok biçimlidir; İlke sorunu, insanın hak ve hürriyetlerinin savunmasında maddi bir değerdir.
Tarih diyor ki: İlkesiz yığınlar çabuk ve kolay köleleştirilirler. Hâlbuki zengin ve güçlü fert ve cemiyetler daha başarılı olabilmektedirler. Komünizm her bakımdan kendilerini tashih etmeleri, ihtilali bir metot olarak benimsemekten vazgeçmeleri millet idaresiyle gelip- gitmeye razı olmaları gibi bazı tavsiyelerde bulunabilir. Böyle bir solda sol olmaktan çıkar. Zaten sol bu hale gelmedikçe başarıya ulaşamaz.
– Ülkücülerin bir daha 12 Eylül öncesinde olduğu gibi devleti himaye hatasına düşmeyeceğini söyledik.
Arvasi: Mahkemelerde ülkücü hareket şöyle itham edildi: Devlet varken siz niçin bu işleri yaptınız? Bu iş devletin sorumluluğundaydı, siz memleketin düzenini sağlamaya kalktınız. Bu soru çok müşkül duruma soktu işi. Devlet yoktu diyeceksiniz suç, devlet vardı diyeceksiniz suç. Şimdi ülkücü hareket haklı olarak kendini toparlamıştır. Devletin yapacağı görevlere bilhassa asayiş görevlerine girmeyecektir, girmemelidir de. Böyle hareket etmesi uygundur.
Devlet vazifesini yapmalıdır. Ülkücüler sadece bir kültür hareketi olarak çemberini genişletmelidir. O bir polis, jandarma hareketi değildir. Üniversitede anarşi varsa, sokakta anarşi varsa bu devletin sorunudur. Ülkücünün can ve mal varlığı tehlikeye giriyorsa bunu devlet önleyecektir. Ülkücüler, 12 Eylül öncesi boşlukta yaptığı hatayı tekrarlamak istememektedir. Ve inşallah o boşluk bir daha doğmaz. Gerçekten de 12 Eylül öncesi bir boşluk vardı.
-12 Eylül öncesi ülkücülere bir misyon verilerek bir denge oluşturmak gayesi güdüldü. Şayet ülkücüler şimdi böyle bir denge oyununa gelmeyecek olurlarsa…
Arvasi: Ama şimdi devlet daha güçlü.
-Fakat yeniden olayların hızlandığını görüyoruz…
Arvasi: Bu daha çok solun. Öyleyse devlet tedbirini alsın.
-Bizi ilgilendirmiyor mu diyorsunuz?
Arvasi: Biz ne yapabiliriz? Devletin silahlı kuvvetleri, güvenlik güçleri onları ezeceğini sanıyorum. 12 Eylül öncesi boşluğun doğacağını sanmıyorum. Böyle bir boşluk doğarsa şayet o zaman kimin ne yapacağı bilinmez. Allah korusun. Orasını kimse kestiremez. Devletin gücünün işlemediği yerde anarşizm vardır. Şu anda o zemin yoktur ve kolay kolay kurulacağa benzemiyor. Ama bu solun bir tehlike olmadığı manasına gelmez. İlerde dengelerin sarsıldığı bir dönem olur mu bunu bilmiyorum.
-12 Eylül öncesi ülkücü camianın bir sloganı vardı: “Yaşasın devlet yıkılsın düzen”
Arvasi: Yaşasın devlet… Milli devlet…
– Yıkılsın düzen… Şimdi burada ben bir…
Arvasi: Ben hiç duymadım. Böyle bir şey hatırlamıyorum.
-Şimdi burada bir çelişki buluyorum ben… Düzenle…
Arvasi: Yıkılsın düzen sözünü hiç hatırlamıyorum… Şüphesiz sloganların hareketlerin hayatında önemli bir yeri vardır. Politikaların bir bakıma sloganlar tayin ediyor.
Ülkücülerin yıkılsın düzen sözünü hiç hatırlamıyorum. Milli devlet güçlü iktidar vardı. Düzenden ziyade iktidarın güçlü olması isteniyor. Devlet düzenine karşı dağıldı. O iktidarlardan şikâyetçiydi. Biz de şikâyetçiyiz. Yani iktidarlar “iktidar” olamayınca… Mesela bizde, üzülerek söyleyeyim. Türkiye hiçbir zaman ümit ve arzularını gerçekleştirecek bir iktidar kuramadı. Tavizkâr davrandılar… Milletin oylarını alıncaya kadar çalıştılar. Millete güzel şeyler vadettiler, daha sonra bu vaatlerinin çoğunu unuttular; ülkücüler bu yüzden hep güçlü bir iktidar istemişlerdir; yani vaatlerini tutacak bir iktidar. Düzene karşı olanlar vardı ama ülkücüler değildi onlar. İşimiz düzenlerle değil, insanlarla, kadrolarla.
-Efendim kadronuzun karşısına da düzen…
Arvasi: Çıkarsın efendim kadrosunu… Çok seslilik olur.
-Efendim kadronuza dâhil edeceğiniz insanlara hem tesir ediyor hem de ortamı elverişsizleştiriyor.
Arvasi: Şimdi efendim kadrolaşma faal bir şeydir. İnananların bir araya gelmesi lazım. Neye inanıyorlarsa… İnanan kadrolar samimi kadrolar… Çekirdek kadro önemlidir. Peygamber efendimiz Erkan’ın evinde topladığı 45 kişiyi hiç kaybetmemiş, hep onlarla beraber olmuştur. Hareketimizin muvaffak olabilmesi için evvela samimi insanlara ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekir.
-Efendim, son olarak ülkücülerin içinde bulunduğu malum şartlara bakarak onlara, dinamizmini yitirmemiş parlak bir gelecek tayin edebiliyor musunuz?
Arvasi: İnanmış olarak, dava adamı olarak iyimserim… Hep bunu telkin ettim… Bunu kendime de yaparım. Ben, Türk- İslam Ülküsünün yani Türk- İslam kültür ve medeniyetinin ihyası davasının, ülkücü hareketin her geçen gün biraz daha güçlenerek ilerlediğine inanıyorum. Büyük Doğu mektebinden yetişen ben; Necip Fazıl Bey’i bu davanın önemli hem çok önemli bayraktarlarından biri olarak görüyorum. Ülkücü camia Necip Fazıl Bey’i her gün biraz daha benimseyerek ilerleyecektir. Hareket bir kültür hareketi olarak gelişecek, zamanlara ve şartlara göre müesseseleşecektir.
Aceleci değiliz. Hiç acelemiz yoktur. Gayret bizden Tevfik Allah’tandır. Bize düşen sabırlı bıkmadan çalışmaktır. Arkadaşlarımda öyledir. Yorulmadan çalışırız. Ve neticesini de mükâfatını da Allah’tan bekleriz.
Üstadın dediği gibi yarın elbet bizimdir. Yarın mutlaka bizimdir ve bizim olacaktır. Bizim zaferimiz Türk devlet ve milletinin zaferi olacaktır. Bununla da kalmayacak esir Türklüğün ve İslam âleminin kurtuluşuna ışık tutacaktır. Kim bilir belki de beşeriyetin kurtuluşuna öncü olacaktır. Beynelmilel bir karakter bile kazanabilecektir.
Biz, bütün sahte mabutların yıkılacağı bir gün geleceğine inanıyoruz. Bütün bu sahte mabutlar tarihin çöplüğüne dökülecek ve Allah’tan başka ilah olmadığı anlaşılacaktır. Mukaddes kitabım da sevgili Peygamberimizde haber vermektedir.
-Teşekkür ederim.
Not: Yanılmıyorsam 15 Aralık 1988’di tarih… Karar Dergisi’nin muhabirleri olarak daha önce aldığımız randevuya gecikerek vardık Suadiye’deki evine.
12 Eylül Askeri Müdahalesinin üzerinden henüz sekiz yıl geçmiştir. O zaman ki fikri ve siyasi atmosferin genel durumu ve konumuna ilişkin bir kanaat elde edilebilir bu soru ve cevaplardan. Hem bu ve hem de kimlerin nerelere geldiğine ayna tutabilir gayesiyle bu röportajı tekrar yayınlıyoruz.
Bizi samimi bir Müslüman aydın teveccühü ile karşıladı ve sohbetimizden sonra da aynı şekilde uğurladı.
Ayrılırken ne o, ne de biz 15 gün sonra Fatih Camii’ndeki musalla taşında tekrar ve son kez buluşacağımızı aklımızdan bile geçirmemiştik. Allah Rahmet eylesin.
KARAR Dergisi/Ali Hışıroğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.