Selami Kaytancı: 'Portakalı Soydum, Baş Ucuma Koydum!.'
Portakalı Soydum, Baş Ucuma Koydum!..
8 Nisan’da Adana’da bir festival başlıyor, adı da “PORTAKAL ÇİÇEĞİ FESTİVALİ”… Festival için, “NİSANDA ADANA’YA GEL!..” cümlesi de slogan olarak seçilmiş. Doğrusu, festival de seçilen slogan da güzel…
Bilmem içinizde portakal ağacı görmeyeniniz ya da Adana’yı görmemiş olanınız var mıdır? Üniversiteyi Erzurum’da okumuştum. Portakal ağacını merak ediyorlardı Erzurumlular. Ben de onlara acıyordum; portakal ağacını, portakal çiçeğini, Adana’yı görmemiş oldukları için.
Adana, bu aylarda bambaşkadır. Evet, Adana’ya gelecekseniz, mutlaka nisanda gelmelisiniz. Narenciyeler; portakal, limon, turunçlar gelinliklerini giyinir bu ayda Çukurova’da. Adana’ya, Allah’ın büyük lütfu olan bir portakal çiçeği kokusu yayılır ki, anlatmakla olmaz; mutlaka görmek, yaşamak, o havayı koklamak, teneffüs etmek gerekir!.. Âdeta burnunuz düşer portakal bahçelerinin yanından geçerken. Adana’nın cadde ve sokaklarına dikilmiş binlerce turuncun yaydığı koku, şehre bir başka hava, bir başka büyü katar.
Ve Adana’ya dışardan gelmiş olanlar… Hayatında hiç portakal, turunç ağacı görmemiş olanlar… Cadde ve sokaklardaki turuncu görünce, portakal sananlar… Dalında hem geçen yılın portakal meyvesi hem de bu yılın portakal çiçeğini birlikte görmenin şaşkınlığını yaşayanlar… Bu zenginliğe, bu kokuya meftun olurlar… Portakal çiçeğinin kokusu öyle bir büyüler ki insanı, hep nisan ayını, Adana’yı özletir insana…
Şüphesiz ki Adana bir kültür başkentidir. Adana demek, portakal, portakal çiçeği yanında, “KEBAP” demektir, “ŞALGAM” demektir, “HAŞLAMA” demektir. Adana’da yiyeceğiniz kebabı, değil Türkiye, dünyanın hiçbir yerinde aynı tatta, aynı lezzette yiyemezsiniz!.. Adana’da yediğiniz kebabın yanında ikram edilen sebzeyi, garnitürü, Türkiye’nin hiçbir yerinde bulamazsınız!.. Kebabın yanında içeceğiniz ve o yediğiniz yağlı eti sindirecek ev yapımı şalgamı da hiçbir yerde bulamazsınız!..
Adana, eskiden “PAMUK” başkenti olarak da bilinirdi; ancak son yıllarda yerini “mısır” ve “ayçiçeği”ne terk etti. Adana’nın o eski başı kasketli, ayağı şalvarlı “GADASINI ALDIĞIM PAMBIK AĞALARI” da yok artık. Kar yağmış gibi bembeyaz tarlaların yerini de yemyeşil mısır ve sapsarı ayçiçeği tarlaları aldı artık.
Şüphesiz ki, bu “PORTAKAL ÇİÇEĞİ FESTİVALİ”, Adana kültürünün tanıtımında çok önemli bir yer tutabilir. Şehre hem ekonomik hem de bir sosyal hareketlilik kazandırabilir. Festival kapsamında yapılacak çeşitli etkinliklerle, şehrin kültürü anlatılma, yaşatılma imkanına kavuşur. Bu da bir fırsat ve imkan doğurur.
Ben size burada bir başka kültür festivalinden bahsetmek istiyorum. Yıl, 1970… Adana İmam Hatip’in son sınıfında okuyoruz. Kulakları çınlasın, meslek dersleri hocamız Rüknettin Demirbaş’ın gayretleriyle, Akdeniz Bölgesi’nin ilk ve yegane mehter takımı kuruldu okulumuzda. Ve ben de mehter takımındayım. Milletimizin milli ve yerli olan her şeye büyük bir hasret ve özlem duyduğu yıllar… Mehter takımı ile yaptığımız her gösterinin olay olduğu, büyük coşkular oluşturduğu, heyecan fırtınalarına yol açıp gönüller fethettiği yıllar… İnsanların, mehter takımının yanında, peşinde sel gibi akıp âdeta bir ibadet vecdiyle izlediği yıllar…
Tarsus’ta tertiplenen “LOKMAN HEKİM FESTİVALİ” etkinliğine, okulumuzun mehter takımı davet edildi. Kıyafetlerimiz giyili olarak Adana’dan otobüsle gittik Tarsus’a. Şehrin girişinde dizildik ve mehteran başı Muhsin kardeşimizin “Astuuur!.. Haydi yallah!..” sesiyle yürümeye başladık şehrin caddelerinde. Etrafımızda bir insan seli bizimle birlikte akıp gidiyor. O insanlardaki coşkuyu, özlemi görmelisiniz!.. Geçtiğimiz her yerde alkış tufanı kopuyor; bağıran çağıran, tezahürat yapanlar ve hüngür hüngür ağlayan yaşlılar!.. Osmanlı torunlarındaki hasret, özlem, duygu seli…
Uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra, festivalin yapılacağı alana vardık. Orada da bir marş çaldıktan sonra, bizim gösterimiz sona erdi ve bir kenara çekildik. Meydanda kurulmuş kürsüye, çeşitli kişiler davet edildiler ve konuşmalar yaptılar. Konuşmaların tamamı, dini ve milli içerikli konuşmalar. Lokman aleyhisselam ve onun tıp kültürüne katkıları, İslam’ın sağlığa verdiği değer vs. konu olarak işlendi.
Ben, meydanın epey bir geri taraflarında bir kuytu köşede, hem ayaklarımı dinlendiriyor hem de konuşmalara kulak misafiri oluyorum. Derken… festival alanının bu en kuytu, en ücra yerine süslü püslü bir deve getirildi. Ardından, üzerinde sadece yaldızlı bir mayo ve başında bir yaldızlı taç, elinde de bir yaldızlı âsa olan çırılçıplak bir kız getirildi. İki kişinin yardımıyla kız, deveye bindirildi ve bir foto muhabiri, kızın deve üstünde birkaç poz fotoğrafını çekti. Sonra da kızı deveden indirdiler ve kayboldular.
Bu olayı, meydandaki yirmi otuz kişi ya gördü, ya görmedi. Alandakilerin yüzde doksan dokuz onda dokuzu görmedi, duymadı. Ertesi gün, o zamanın “GÜNAYDIN” gazetesinin ilk sayfa sür manşetinde, deve üzerindeki o çırılçıplak kızın fotoğrafı ve bir manşet: TARSUS’TA LOKMAN HEKİM ŞENLİKLERİ YAPILDI.
Bu milletin kültürü böyle erozyona uğratıldı, böyle sabote edildi birileri tarafından. Tamamen bilinçli olarak!... Hukuk dili ile, “TAAMMÜDEN” işlenmiş bir cinayet!.. “PORTAKALI SOYDUM, BAŞ UCUMA KOYDUM!..” Aynı yıllarda, o zamanlar Adana’nın ilçesi olan Bahçe kazasının müftüsünün keçisi çalınır evinin avlusundan. Cumhuriyet gazetesi, ertesi gün manşete çeker: “MÜFTÜ, KEÇİ ÇALDI!..” Bizim, “keçisi çalınan” müftü, oluverir “keçi çalan” müftü.
Şimdi Adana’da “PORTAKAL ÇİÇEĞİ FESTİVALİ” yapılıyor. Ancak, Adana’mızın güzelliklerini, milli ve yerli kültürünü anlatması, yaşatması gereken, umulan bu şenlik, birileri tarafından Brezilyalıların ünlü fuhuş karnavalı olan “RİO KARNAVALI”na ya da Almanların “FASHİNG”ine dönüştürülmek istenmektedir. “Portakal çiçeği kokusu”, “parfüm kokusu”na dönüştürülmeye çalışılmaktadır ki, bu hem milli kültüre hem de yerli kültüre ihanettir.
Milletimizin dini, imanı, kültürü, son birkaç asırdır bilinçli bir şekilde, öylesine tahribatlara uğratılmıştır ki, dünyada eşi benzeri yoktur!.. Bu tahribatlar, çoğu zaman, bilinçli bir şekilde ve masum pozlarda yapılmıştır. Mesela, çocukluğumuzun oyunlarında, kimler tarafından, hangi amaçla sokulduğunun farkında olunmayan, masum görünüşlü tekerlemeler vardır… İşte onlardan biri: “Portakalı soydum, baş ucuma koydum!... Duma duma dum!.. Ben bir yalan uydurdum!..” Yaşı ellinin üzerinde olanlar hemen hatırlamışlardır. “Ben bir yalan uydurdum!..” O masum çocuk zihnine sokulan bir yılan, “YALAN UYDURMAK, YALAN SÖYLEMEK”… Yalan uydurmayı meşrulaştıran, olağanlaştıran masum görünümlü bir tekerleme…
Bir başka cinayet derecesinde tekerleme: “Aya maya kumpanya, iki şişe şampanya; şampanyayı içtim, tarlayı biçtim…” Yaşı ellinin üstünde olanlar, bunu da hemen hatırlamışlardır. “Şampanyayı içtim” cümlesi, bu tekerlemeye, masum çocuk zihninde şampanya içmeyi, içki içmeyi meşrulaştırmak, olağanlaştırmak için bilinçli olarak yerleştirilmiştir…
Bu milletin, bu dinin, bu kültürün o kadar çok düşmanı vardır ki… Ve bu düşmanlar o kadar bilinçlidir ki… Er meydanında bükemedikleri bileğimizi, akla hayale gelmedik kültür erozyonları ile bükmeye, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.
Unutulmasın ki, bazı cinayetler, masum görünüşlü, ama birileri tarafından bilinçli olarak servis edilmiş şeylerle, silahlarla işlenir. Suudi Arabistan'da, henüz uyuşturucunun adı dahi bilinmezken, kısa zamanda gençler arasında hızla yaygınlaşmasının en önemli sebebi; göğüslerinde 'La almukhadirat' yani, 'Uyuşturucuya hayır!..' yazılı tişörtleri, Suudi Hükümeti'nin gençlere ücretsiz dağıtmasıyla başlamıştır. Çok basit ve etkili bir taktik!.. Yani, önce öğret, sonra merak ve deneme... Sonra da al sana vıcık vıcık bir gençlik!...
VICIK VICIK BİR TOPLUM OLMAK İSTEMİYORSAK, FESTİVALLERİMİZİ VICIK VICIKLIKTAN KURTARMAMIZ GEREK!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.