Sanatkâr Terzi Hasan Abuhan Usta
Her türlü elbise talebini terziler karşılıyordu. Bilhassa bayramlar yaklaşırken, talep arttığından geceleri de çalışarak işlerini bitirmeye çalışıyorlardı.
Önceden çocukların bir kısmı, memur olmak için okuyorlardı. Bir kısmı da kolayca hayata atılmak için sanata başlıyor, çıraklık kalfalık derken usta olup, işini kuruyor, bunun yanı sıra çocuk okusun, okumasın mutlaka bir sanat öğrenmesi isteniyordu.
83 terzi vardı ama bunlardan gerçekten sanatkâr olanı çok az bir kısmı idi. Diğerleri sıradan terzi idi. Şu an İskilip’te takım elbise diken 2–3 terzi ancak var. Konfeksiyonun yaygınlaşması, çırak bulunamaması terziliği bitme noktasına getirmiştir.
İskilip’te terzilik sanatının zirvesine çıkmış, adı İskilip dışında da duyulan Abuhan kardeşler vardı. Bunların en büyüğü Hasan Abuhan olup, terziliği Fahrinin Abdurrahman denilen ustadan öğrenmiş. Daha sonra Ankara’ya giderek, bir terzinin yanında üç sene çalışıp, bay- bayan terziliğini birlikte geliştirmiş.
Diğer kardeşleri Mustafa ve Hüseyin’de terzi olmuşlar. Hep birlikte çarşı camisinin önündeki dükkânda çalışmaya başlamışlar. Orhan Mehmet Mustafa diye üç çocukları kendi dükkânlarında çalışmaya başlamış. Daha sonra Mustafa Abuhan, oğlu Mehmet ile kendi işyerini açmışlar.
Ben Abuhanları, Ziraat bankasının karşısında bulunan dükkânlarında tanıdım. Abuhan kardeşlerle İskilip’te karşılaştığımda selamlaşır, hal ve hatırlarını sorardım. Hasan Abuhanı en son; 2005 yılında dükkânında görmüş, Çorum da Bayındırlık İl müdürü ve Çorum Belediye Başkanlığı görevinde bulunan oğlu, Ömer ile birlikte oturmuştuk.
18 Haziran 2011 tarihinde İskilip’e gittiğimde, dükkânlarına uğradım. Abuhan ustaları ziyaret edip, bilgilerine başvurmak istiyordum. Büyük Abuhan kardeşlerin üçü de vefat etmiş, geriye çocukları kalmıştı. Dükkânlarında Orhan Abuhan ile birlikte oturduk. Ben konuşmamıza İskilip’te 83 terziden, geriye kalan 2–3 takım elbise dikebilen terzi ile başladım. Onlardan sanatlarını devam ettirme, en az kendileri ayarında çırak yetiştirmeleri ricasında bulundum.
Orhan usta, yeri doldurulamaz sanat hayatlarını şöyle anlattı:
“ Babam Hasan Usta, bir süre Ankara’da çalıştıktan sonra, İskilip’teki dükkânı kardeşleri ile birlikte açmışlar. Yanlarında on adet çırak ve kalfa çalıştığı zamanlar oldu. Yetiştirdikleri ustalar arasında; Ulaştepe’li uzun Ahmet usta, Mustafa Yıldırım (Ankara da vefat etti), Hasan Demircan, Kamil Köstekçi, Salim Elmalı bulunmaktadır. Bunların toplamı 50 civarındadır. Halen sanatı sürdüren Ankara da Kamil Köstekçidir. Birçoğu vefat etmiştir.
Babamgilin disiplinli bir meslek hayatı vardı. Onların yanında sesli konuşulmaz, bir şey yenilip içilmezdi. Bu disiplin; verimli bir sanat hayatının sürmesini sağladı.
Babam bazı akşamlar sinemaya giderdi. İskilip’ten bazıları babamın sinemaya gitmesini yadırgardı. Hatta bunu yüzüne söyledikleri olurdu. Babam onlara-“ Ben sinemaya; modanın en son ürünü olan elbiseleri giyen artistlerin, üzerlerindeki elbiseleri görmek için gidiyorum, gördüğüm modelleri başka şeye ihtiyaç kalmadan, dükkânım da uyguluyorum.” Derdi. Bu az bulunur bir kabiliyetti.
Ziraat bankasının bir müdürü vardı. Giyime çok düşkündü. Dükkânımıza gelerek, takım elbise siparişi verdi. Ama istekleri, aradığı özellikler çok fazlaydı. Bizzat babam, elbiseyi keserek dikmeye başladı. Provalar bitmiş, takım elbise dikilerek teslime yaklaşmıştı. Dükkânda çalışırken babamın burnuna yanık kokusu gelmiş. Hemen ütü bölümüne gittiğinde, müdürün ceketinin üzerine, ütüden düşen ateşin ceketi yakarak, delik oluştuğunu görmüş. Hemen müdahale ederek, düşen ateşi almış. Bu hatayı yapanda cezasını gördü. Benimde bu arada olaydan haberim oldu. Ceketi görünce ben umudu kesmiş, ne yapacağız diye düşünüyordum. Ceketi Mustafa emmim aldı. Ceketin parça kumaşlarından iplik çıkararak, cif iğne ile enine boyuna deliği tırnaklayarak ördü. Güzelce ütüledi. Artık orası kumaşın parçası olmuştu. Fark edilmesi imkânsızdı. Banka müdürü takımı giydiğinde, çok memnun kalmıştı. Bizim devamlı müşterimiz oldu.
Semerci Mehmet usta olarak bilinen, şişman bir hemşerimiz vardı. Arkadaşı ile -” Terzi Abuhan, ustayım diye öğünüp duruyor. Bir takımı üç kere prova etmeden dikemiyorlar. Ben hiç prova etmeden elbise dikiyorum. “ diye şaka varı konuşmuş. Bu konuşma benim kulağıma da geldi. Mehmet usta kumaşını alarak, bize takım elbise diktirmeye geldi. Elbise ölçüsünü aldık ve dükkândan ayrıldı. Provaya çağırmamız gecikince, dükkâna gelerek -“ beni provaya çağırmadınız.” Dedi. Bende –“ Mehmet usta biz provasız elbise dikiyoruz.” Dedim. Bunu söyleyince önce şaşırdı. Sonra kahkahayı basıp” Siz beni eşeğe mi benzettiniz. Provasız ben eşeğe semer yaparım.” Dedi. Beni kucakladı.
Orhan Abuhan ile bunları konuşurken, İskilip’te ayakkabıcılığın değerli ustası, Celal Demirel aklıma geldi. Oda model kitabından belirlenen ayakkabıyı, çok güzel bir şekilde diker, teslim ederdi. Nesli tükenmiş olan bu ustaların, hayatta iken yan yana gelip, fikir mütalaası yapıp yapmadıklarını sordum. – “Onların ayda bir sohbet günleri oluyordu. Her ay birinin evinde toplanarak, sanat ile ilgili sohbetler yaparlardı.” Dedi.
İskilip dışından da telefonla elbise siparişi verenler olurdu. Bazı müşterilerimiz, daha önce diktiğimiz elbise ölçüleri değişmediğini bildirerek, aynı ölçülerde bizden elbise isterdi. Bizde diktiğimiz elbiseyi, otobüse vererek gönderirdik. Böyle yıllarca siparişi devam eden müşterimiz oldu.
Elbisesini dikip teslim ettiğimiz kişilerden, bilahare elbise üzerinde düzeltme talebinde bulunanların makul istekleri hemen kabul edilerek; istedikleri düzeltme yapılırdı. Ayrıca ceketinin astarı çeken kişiyi babam çarşıda gördüğünde, onu dükkâna gönderir, çeken astarını düzeltip ceketini giydirirdik.”
Bütün bunlar; yeri doldurulamaz terzi ustasının (sanatkâr) kısacık ömründe yaşadığı örnek hatıralardır. Bunlar tüm sanat erbabı için örnek olabilecek davranışlardır. Bu ustalar gerçek dünya ya gittiler. Elleri tabutun dışında kaldı. (İskilip’te sanatkâr için söylenen deyimdir.)
Mustafa Yolcu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.