Rusya'nın yeni savunma vizyonu
İSTANBUL - CAN KASAPOĞLU
İçinde bulunduğumuz Aralık ayı sonunda, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeni on yıllık askeri modernizasyon ve savunma planlaması programını (GPV) onaylaması bekleniyor.
Moskova’nın yeni askeri vizyonunu, önceliklerini ve Kremlin’in ekonomik yaptırımlar dolayısıyla savunma ekonomisinde ne ölçüde kesintiye gideceğini anlamak için kuşkusuz çok kritik bir süreçten bahsediyoruz.
Peki, Rusya Federasyonu’nun önümüzdeki on yıllık askeri modernizasyon planı, hangi yenilikleri beraberinde getiriyor? En başından belirtmekte yarar var ki analitik olarak elimizde olanlar, basına yansıyan ya da Rus yetkililer tarafından aktarılan bilgiler. Ancak şurası kesin: Moskova’nın savunma vizyonunu yansıtacak yeni plan, ilk olarak düşünüldüğü gibi 2025 değil, 2027 yılına kadar 320 milyar doların üzerinde bir bütçe ile stratejik yetenekleri kurgulayacak. Bazı uzmanlar, mevcut bütçenin, Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile Maliye Bakanı Anton Siluanov arasındaki “bilek güreşinin” de bir sonucu olduğunu belirtiyorlar. Elbette, söz konusu “bilek güreşinin”, doğal olarak, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in gözetiminde yapıldığı da not edilmeli.
Moskova’nın yeni savunma vizyonunu ana hatlarıyla özetlemek gerekirse; bir yandan hibrit harbe yönelik teşkil edilmiş birlikler ve uzun menzilli/hassas güdümlü konvansiyonel silah sistemleri ile uluslararası krizlere –Suriye örneğinde olduğu gibi–müdahale konsepti geliştirilirken, diğer yandan da bu müdahale konseptinin güçlü bir nükleer caydırıcılığın askeri-siyasi şemsiyesi tarafından korunmasının hedeflendiğini söyleyebiliriz.
Savaşarak öğrenen Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri
Askeri modernizasyon programının hazırlanması aşamasında, geçtiğimiz Kasım ayında Soçi’de üst düzey askeri yetkililer ve savunma sanayi temsilcileriyle bir araya gelen Putin, öncelikli hedeflerinin stratejik caydırıcılığın sağlanması ve tehditlerin güçlü biçimde etkisiz hale getirilmesi olduğunu belirtti.
Açıkçası, Rus savunma planlamacıları için referans oluşturacak üç ciddi kaynaktan söz edilebilir. Bunlardan ilki Zapad 2017 Tatbikatı. Burada elde edilen sonuçların Rus askeri modernizasyonuna nasıl yansıdığı ayrıca incelenmeli. Çarpıcı bir anekdot olarak, Zapad 2017 Tatbikatı sırasında Letonya ile İsveç ve Norveç topraklarının bir bölümünde telekomünikasyonun geçici olarak bloke olduğu not edilmeli. Zaten uzunca bir süredir Rus elektronik harp kapasitesinin emsallerinin ilerisinde olduğu dile getirilmekteydi.
Ancak daha da önemli olan, Rusların elinde Suriye ve Ukrayna gibi askeri açıdan “paha biçilemez kıymette” iki ders kaynağının bulunması. Bu iki çatışma, Moskova için birer “harp laboratuvarı” niteliğinde. Zira, Suriye’de 160’ın üzerinde yeni silah sisteminin test edildiğini, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri’nin en ciddi sorunlarından biri olan pilotların uçuş saatlerinin ve yer ekiplerinin performanslarının gerçek savaş koşullarında geliştirildiğini ve elit Rus birliklerinin Deyr ez–Zor başta olmak üzere çok çetin bölgelerde faaliyet gösterdiklerini biliyoruz. Ayrıca, Ukrayna cephesi de askeri dersler açısından “çok verimli”. Zira, Kırım’ın ilhakı, Rus Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’un ismiyle anılan “Gerasimov doktrini” –Rus hibrit harp ve müdahale yaklaşımı– için bir uygulama alanı sundu. Ayrıca, Ukrayna’nın doğusunda halen süren çatışmalar da, Rusya’nın hızla gelişen ofansif siber yetenekleri ve elektronik harp kabiliyeti açısından ciddi bir test sahası. Tüm bu gelişmelerin yeni modernizasyon planına nasıl yansıyacağını sonuçları itibariyle göreceğiz. Özellikle yeni hibrit harp konseptleri dolayısıyla Rusya’nın acil müdahale gücünün nüvesini oluşturan Hava İndirme Birlikleri’ne (VDV) ayrıcalıklı statüleriyle doğru orantılı, yüksek bir kaynak ayrılması çok muhtemel.
Caydırıcılığın korunması stratejisi ve Rus nükleer harp kabiliyeti
Yeni modernizasyon programının Rus savunma ekonomisi bağlamındaki en kritik göstergesi, Kırım’ın ilhakı sonrasında yoğunlaşan yaptırımlara karşın, Kremlin’in askeri stratejik vizyonundan taviz vermeyeceğinin ve kesintiye gitmeyeceğinin görülmesi olmuştur. Bu bağlamda, 2027 vizyonuna ilişkin basına yansıyan en önemli hususlardan biri de nükleer kuvvetlere verilen öncelik. Nükleer kuvvetler, Başkan Putin’in altını çizdiği caydırıcılığın tam da merkezinde yer alıyor. Nitekim son yıllardaki her kriz döneminde, Moskova ya kıtalararası balistik füzelerine ilişkin bir gelişmeyi gündeme getirdi ya da Rusya’nın nükleer bir aktör olduğunu vurgulayan diplomatik retorik kullandı.
Rus nükleer kuvvetlerinin mevcut stratejik yetenekleri ve harbe hazırlık seviyesi gerçekten caydırıcı. Açık kaynaklı istihbarat verileri, 1950 adedinin atış vasıtalarıyla birlikte konuşlandırıldığı (balistik füzeler ve stratejik bombardıman uçakları) yaklaşık 2500 stratejik harp başlığının yanı sıra, 1850 civarında taktik nükleer silahın varlığından söz ediyor. Dolayısıyla yaklaşık 4300 aktif nükleer harp başlığı olduğu, envanterden çıkarılmayı bekleyen harp başlıkları ile bu sayının 7000’i bulabileceği tahmin ediliyor.
Rusya’nın kıtalararası balistik füze envanteri (intercontinental ballistic missiles-ICBM) Başkan Putin döneminde ciddi bir modernizasyon programına tabi tutuldu ve Sovyet döneminden kalan unsurlar yeni sistemlerle değiştiriliyor. Literatürde bu konuda en göze çarpan sistem ise RS-24 Yars (SS-27 Mod 2). 2010 yılında envantere girdiği ve 10-12 bin kilometre etkili menzili olduğu tahmin edilen sistemin ciddi artıları bulunuyor. Bunlardan ilki, 10 tane MIRV (multiple independent re-entry vehicle) taşıyabilmesi. Nükleer silahlar terminolojisine uzak olan okurlar için, MIRV kavramını hemen kısaca açıklayalım: Balistik füzelerin önemli bir bölümü, kıtalararası balistik füzelerin ise hepsi uçuş yollarının bir kısmını atmosferin dışında ve üst katmanlarında geçirmektedir. Atmosfere yeniden giriş aşamasının başarılması –ve özellikle bunun kitle imha harp yüküyle yapılması– çok komplike havacılık, füze ve uzay teknolojilerine sahip olmayı gerektirir. Günümüzde gelişmiş yeniden giriş araçları, hem çoklu harp başlığı taşıyabilmekte, hem de taşıdıkları harp başlıklarını ayrı hedeflere manevralar ile yönlendirebilmektedir. Tasvir edilen kompleks mekanizmaya bir de füze savunma mimarilerini yanıltmaya yönelik yetenekler eklendiğinde, karşımıza oldukça caydırıcı ve yıkıcı silahlar çıkar. İşte Rusya’nın nükleer modernizasyon çabalarının odak noktasında bulunan RS-24 Yars, yukarıda özetlenen kabiliyetleri üst düzeyde temsil ediyor. Öyle ki bu kıtalararası balistik füzenin her bir atmosfere giriş aracının 300 kilotonluk termonükleer harp başlığı taşıyabildiği belirtiliyor.
Rusya’nın yeni askeri modernizasyon planında beklenen en önemli hususlardan biri de, RS-26 Rubezh (SS-X-31) kıtalararası balistik füzesinin üretimine hız verilmesi. Bu füze özellikle iki nedenden ötürü önemli. Birincisi, yukarıda bahsedilen RS-24 Yars teknolojisine dayanması ve daha gelişmiş, dolayısıyla taarruzî caydırıcılığı daha yüksek yetenekler içermesi. İkincisi ve daha kritik husus da füzenin menzili. 2012 yılında gerçekleştirilen RS-26 Rubezh füzesinin ilk başarılı testinin hafif bir harp başlığı ile 5,500 km üzerinde bir uçuş gerçekleştirdiği, dolayısıyla Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (Intermadiate Nuclear Forces Treaty-INF) limitlerine (500-5500 km arası) takılmadığı belirtilmişti. Bu arada, 2011 yılında gerçekleştirilen ilk testin başarısız olduğu da not edilmeli. Ancak ilerleyen testlerde, daha ağır harp başlıkları ile teknik olarak orta menzilli balistik füze menzili kategorisindeki (1000-3000 km) limitler içinde kalınması ciddi soru işaretlerine neden oldu. Zaten ABD uzun bir süredir Rusya’nın 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması’nı ihlal ettiğini gerek diplomatik olarak gerekse çeşitli düşünce kuruluşlarının yayınları aracılığıyla dile getirmekteydi. Bu antlaşma, özellikle Avrupa kıtasındaki askeri stratejik denge için vazgeçilmez bir unsur.
Öte yandan, Rus kaynaklarına yansıyan haberlere göre, başka bir önemli proje, yeni modernizasyon programı ile, en azından şimdilik, rafa kalkmış görünüyor. Bu ilginç proje, demiryolları üzerinden taşınacak, trenlere monte edilen lançerlerden fırlatılması planlanan kıtalararası balistik füzeler, literatürde bilinen adıyla Barguzin Demiryolu Muharebe Kompleksi. Daha önce Sovyetler Birliği döneminde de envanterde bulunan bu tip füzeler, özellikle düşmanın ilk nükleer taarruzundan korunma hususunda ciddi avantajlara sahipler. Zira askeri istihbaratın tam olarak nerede konuşlandırıldıklarını tespit etmesi çok zor. Öte yandan uzmanlar, bu tip füzelerin bir kere tespit edildikten sonra korunaklı silolarda bulunan füzelere göre daha zayıf konumda olduğunu belirtiyor. Elbette, Rusya Federasyonu toprakları gibi sert iklimlerde lançerlerin hareket kabiliyetinin kısıtlanması da söz konusu. Çünkü demiryollarının kış şartlarında açık tutulması kimi zorluklar içeriyor. Görünen o ki, bütçe kısıtlamaları ya da savunma planlamasındaki öncelikler, normalde iki yıl içinde envantere girmesi beklenen Barguzin Demiryolu Muharebe Kompleksi’ni en azından on yıl boyunca akamete uğratacak.
Yeni Rus müdahale konsepti ve hassas güdümlü silah sistemlerinin yükselişi
Basına yansıdığı kadarıyla, yeni modernizasyon programının bir diğer odak noktası konvansiyonel, uzun menzilli hassas vuruş gücünün tahkim edilmesi olacak. Bu konu önemli, zira Hazar denizinde bulunan su-üstü platformlarından 2015 sonbaharında Suriye’ye fırlatılan Kalibr seyir füzeleri, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri açısından bir askeri devrimin habercisi olmuştu. Çünkü uzun menzilli füze yeteneklerini bugüne kadar nükleer atış vasıtası ve hava/füze savunma görevleri dışında pek değerlendirmeyen Moskova, ABD’nin sahip olduğu Tomahawk seyir füzeleri benzeri bir kabiliyete ulaştığını ilan etmişti. Daha sonra Kalibr füzelerinin Akdeniz’de bulunan Kilo sınıfı denizaltılardan fırlatılması da bahse konu askeri devrimin çok ileri bir aşamada olduğunu kanıtlayacaktı.
Esasen hassas güdümlü ve uzun menzilli sistemlerin harp sahasını değiştireceği, 80’li yıllarda Sovyet genelkurmayı tarafından tahmin edilen bir trenddi. 1991 Birinci Körfez Savaşı’ndan başlayarak Amerika Birleşik Devletleri’nin kullandığı yüksek askeri teknoloji, Moskova'da sürekli ciddi bir endişeye sebep olageldi. Zira hassas güdümlü mühimmatlar, özellikle uzun menzillerde daha güvenilir hale geldikçe, taktik nükleer silahlara gerek duymadan, doğrudan düşmanın komuta kontrol merkezlerini, muharebenin gidişatı açısından çok önemli birliklerini, füze silolarını, stratejik savunma sistemlerini ve hatta kritik ulusal altyapısını hedef alabilir nitelik kazandı. Bu gelişme, Soğuk Savaş boyunca geliştirilen Sovyet askeri doktrinleri açısından deprem etkisi oluşturmuştu. Buna karşılık, daha önce sözünü ettiğimiz üzere, Suriye müdahalesi Rusya Federasyonu askeri-sınai kompleksi için yeni yeteneklerini denemek bağlamında ciddi bir avantaj sundu. Bu yeteneklerden belki de en önemlisi olan uzun menzilli, hassas güdümlü seyir füzeleri bundan sonra da Moskova'nın en önemli silahlarından biri olmayı sürdürecek görünüyor. Söz konusu savunma modernizasyonu stratejisinin en önemli sonucu, Kremlin’in uluslararası krizlere somut müdahale gücünün ve imkanının ciddi şekilde artmış olması. Bu duruma bir de Rus donanmasının son yıllarda sergilediği yüksek profil eklenince –yeni programda Rus Deniz Kuvvetleri için bazı kesintiler öngörülse de– yeni bir Rus müdahaleciliği dalgasını öngörmek zor değil.
Özetle, yeni Rus savunma modernizasyonu programına ilişkin beklentiler, caydırıcılığın NATO ile stratejik paritenin korunmasına dayandırıldığı ve bu hedefe ulaşılması için de nükleer atış vasıtası olan yeni nesil kıtalararası balistik füzelere ağırlık verildiği, hibrit savaş konsepti dahilindeki birliklerin (örneğin VDV) ayrıcalıklardan yararlanmayı sürdürdüğü, hassas güdümlü/uzun menzilli konvansiyonel silah sistemleriyle askeri müdahale imkanlarının açık tutulduğu bir anlayış etrafında şekilleniyor. Son olarak, ayrı bir makalenin konusu olsa da bir uyarı ile bitirelim: Yukarıda tasvir edilen hususların yanı sıra, Rus insansız platformlarını ve robotik harp programlarını yakından izlemekte büyük yarar var. Önümüzdeki on yıllarda en büyük sürpriz bu alandan gelebilir.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi'nde (EDAM) savunma analistidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.