Prof. Dr. Can Ünver Hanau'daki ırkçı terör saldırısını tüm yönleriyle değerlendirdi

Prof. Dr. Can Ünver Hanau'daki ırkçı terör saldırısını tüm yönleriyle değerlendirdi
Prof. Dr. Osman Can Ünver, Almanya'da 2 yıl önce bugün gerçekleştirilen Hanau saldırısının Müslüman karşıtı bir terör eylemi olduğunu, Alman makamlarının bu tür saldırıların üzerlerini kapattığını söyledi.
İstanbul

Ünver, ikinci yılında Hanau'daki ırkçı terör saldırısının sosyokültürel ve siyasi etkilerine ilişkin AA Analiz Masası'nın sorularını yanıtladı.

Hanau'daki saldırıyı nasıl isimlendirmeliyiz?

Aslında tabii ki her şeyden önce bu bir terör eylemi ve Müslüman karşıtı olduğu da kesin. Sadece Müslüman karşıtı olarak da düşünmemek lazım. Ölenlerin bir kısmı Müslüman değildi, farklı kültürlerden gelen insanlardı. Fakat yabancı düşmanlığı, ırkçılık öyle bir olgu ki bakıyorsunuz bazen bir unsur öne çıkıyor bazen bir diğeri. Fakat hepsinin birleştiği ortak bir unsur var o da "nefret." Nefret paydasında birleşiyorlar. Başka kültürlere, başka insanlara, kendilerinden farklı olanlara ve kafalarında ötekileştirdikleri insanlara karşı bir nefret duyuyorlar ki bu fevkalade tehlikeli, çağ dışı ve olmamasını hep arzu ettiğimiz ve maalesef birçok ülkede tekrarlayan bir hadise.

1979'da Almanya'da ilk kez Ramazan Avcı isimli vatandaşımızı bir ırkçı bıçaklayarak öldürdü. Ondan sonra toplumdaki nefret türü algıların körüklenmesi ve şiddeti olumlayan bir algının destek görmesi sonucunda arka arkaya cinayetler işlendi. Biz millet olarak da orada şehitler verdik. Buradaki şehitlerimizin sayılarını dahi tam olarak bilmiyoruz. Çünkü bu cinayetlerden üstü kapatılanlar var. Kamuoyuna pek yansıtılmayanlar var.

Ludwigsburg hadisesi bu olaylardan biridir. 2008'de 9 vatandaşımız bir evde yanarak can verdi. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olayla ilgili "Ben sizin bu araştırmalarınıza pek güvenemiyorum. O yüzden Türkiye'den itfaiyeci ve uzmanlar göndereceğim. Acaba yangın değil de bir kundaklama mı bunu bilmemiz gerekir. Çünkü siz bu işlerin üstünü kapatıyorsunuz." dedi.

Bu durum büyük tepki uyandırdı Almanya'da. Uyandırırsa uyandırır, mesele değil ama böyle bir algının bizim cenahta bulunmuş olması bile hadisenin vahametinin bir göstergesidir.

Gözümüzde büyüttüğümüz, yücelttiğimiz, insan haklarının her türlü şampiyonluğunu yapmaya hazır olan Avrupa ülkelerinde bu türden olayların olması ve ne yazık ki bu olayların da bizim tarafımızdan çok bilinmemesi, Türkiye kamuoyu açısından çok bilinmemesi bence trajik bir olaydır.

Almanlara güvenmemek konusunda çok da haksız değil Türk toplumu, ne dersiniz?

Bizim bu işi çok daha ciddi şekilde takip etmemiz lazım. Bakın bu NSU cinayetleri mahkemeleri başladıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'den hukuk profesörlerini görevlendirdi. Mahkeme sürecinde hukuk dışı bazı davranışlar vuku buldu. Daha işin başında içeriye Türkleri almamaya çalıştılar.

4 Kasım 2008'de NSU örgütü ortaya çıktı, Angela Merkel, "Söz veriyorum, bunları açığa çıkaracağız, bu işin peşini bırakmayacağız." dedi. Sonra uzun süren bir mahkeme süreci yaşandı. Ama bir baktık işin içine girmiş olabilecek insanlar serbest bırakıldı veyahut da onları destekleyen, çünkü sadece 3 kişilik bir mesele olmadığı ortaya çıktı. Yaşadıkları yöreden aldıkları destek, belli kesimlerden gördükleri destek, bunların peşinden çok gidilmedi yani, üstü kapatıldı. Bu arada şahitler öldürüldü. Bu çok önemli bir şey. Bu bir skandal. Alman devletinin buradaki pozisyonu ise hep müphem kaldı. Şimdi ise bakıyorsunuz Hessen eyaletinin 120 yıl boyunca arşivini kapattılar. Tüyler ürpertici bir tavır. Sanki gizli bir el bazı şeylerin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor gibi. Hal böyle olunca nasıl bir güven olabilir ki? NSU cinayetlerinden sonra Almanya'daki Türklerle yapılan araştırmalar var, Alman devletine güvenin azalmakta olduğunu gösteriyor.

Hanau ve diğer saldırılar Almanya'da kurumsal ırkçılıkla ilgili neler söylüyor?

Almanya'da kurumsal ırkçılık 1949’dan beri var. 1949, Alman Federal Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi. O tarihte belli kurumlar eski Nazi kadrolarıyla donatılmış durumda. Bazı kurumlarda arızalar olabilir, bazılarında olmayabilir. Buralardaki o eski damar bir şekilde devam ediyorsa bu Almanya’nın mutlaka üstüne gitmesi gereken bir konudur. Kim gidecek? Tabii ki siyaset kurumu gidecek, tabii ki demokratik yöntemlerle bunun mücadelesi yapılacak ama bundan kaçınırsanız, sürekli imtina ederseniz "Bizde yoktur böyle bir şey." derseniz olmaz. Konuşulması lazım, sadece insanların güvenliklerinin sağlanması açısından değil, o ülkenin, toplumunun sağlığı, huzuru açısından gerekli. Böyle bir ithamla karşı karşıya kalmaları doğrusu kendileri için de tatsızdır. Onun için bazı tedbirlerin çok hızlı şekilde alınması lazım. Alıyormuş gibi yapmayacaksınız, gerçekten tedbir alacaksınız.

Kıta Avrupası'nın "kültürel uyum" konusundaki ısrarının nedeni nedir?

Anglosakson dünyasının kültür anlayışı ile Almanya’nın kültür anlayışı farklı. İkisine de "kültür" deniyor ama Anglosaksonların anladığı kültür "uygarlık"tır. Uygarlığı paylaşmanın mümkün olabileceğini düşünürler. Emperyalist emellerle gitse dahi sanki bir "medeniyeti götürme" iddiaları var.

19. yüzyılın Almanya'sına bakın, Doğu Afrika'da filan birkaç kolonisi var, bunlarla bütünleşememiştir. Çünkü onları insan yerine koymuyor. Çünkü "Benim kültürüm bana, senin kültürün sana. Senin kültürün bana hiçbir şekilde uyamaz ki." diye düşünüyor. Böyle düşündüğü için de asimile edemiyor.

Bu tavır üstenci ve genel olarak kibrin egemen olduğu bir tavır. Bir toplumun başka bir toplumu asimile etmesi için o toplumda, ötekileştirdiği diğer topluma karşı üstencilikten vazgeçip kültürel farklılık üzerinden gitmemesi lazım. Kültürel farklılık üzerinden gittiğiniz andan itibaren zaten bunun başarılı olması mümkün değil. Dolayısıyla bu bir genel toplumsal-siyasi kültürün, aslında antisiyasi kültürün yansıması belki. Bu siyasi kültürü değiştirmek için bir şeyler yapmak lazım. Bu öyle hemen de değişecek bir şey değil belki ama bir eğitim süreci, bir öğrenme süreci. Ama o öğrenme süreci bir türlü başlamadı, hala devam ediyor. Düşünebiliyor musunuz haftada 8-9, belki günde 2 kez camilere saldırı oluyor Almanya'da. Böyle bir şey olabilir mi?

Bu hadiselerin normalleşmesi neye yol açar?

İnsanlar mutsuz oluyor, kendi ülkelerinde de huzursuz oluyor yani gereksiz bir şey oluyor. Şahsen Berlin'de büyük bir sinagog vardır ki, biliyorsunuz antisemitizme çok önem verirler, İslam nefreti ikinci planda kalır, onu pek telaffuz etmek istemezler ama antisemitik bir hareket olduğu zaman tepki gösterirler, oradan geçerken ben bile hicap duyuyorum. Gelmişsiniz 21. yüzyıla ama hala bir mabedin önünde onu korumak için polislerin beklemesi bence çok bir artı puan değil.

Biz kandırıldık mı? Avrupa'nın insan hakları, demokrasi, özgürlük söylemleri yalan mı? Bir taraftan "insan hakları" deniyor fakat mültecilere sahip çıkan Türkiye, Avrupa tarafından insan hakları ihlaliyle suçlanıyor. Nasıl açıklıyorsunuz bu durumu?

Kandırıldık demek doğru değil fakat biz üzerimize düşeni yapmadık. İyi takip etmedik, öğrenmedik ve bazı şeyleri üstünkörü görür olduk. İnsan hakları politikası, uluslararası düzeyde çıkar politikası haline dönmüş durumda. Bazı devletler kendilerinden daha zayıf ve üzerine birtakım emeller besledikleri devletlere karşı insan hakları aracını kullanabiliyor. Bu ülkelerde insan hakları ihlali olmuyor mu? Tabii ki de oluyor ama bu durum sadece onlara mahsus değil. İnsan hakları ihlali her ülkede oluyor. Olmaması içinde elimizde çok fazla araç yok, sadece Birleşmiş Milletler var. Fakat yaptırımı olan bir üst otorite yok uluslararası sistemde.

Dolayısıyla insan hakları ihlalleri konusunda kimsenin diğerinden üstün olmasını söyleme hakkı yoktur. Tencere dibin kara, seninki benden kara. ABD'de 1965’e kadar kara derili, Afrika asıllı Amerikalılara seçme seçilme hakkı vermiyorlardı. İsviçre'de 1980’e kadar kimsesiz çocuklar satılığa çıkarılıyordu.

Almanya'da sosyal demokratların Türklere ve Müslümanlara karşı bazı olumsuz söylemleri var. Müslüman kadınlar baskı altında gösteriliyor. "Euro-İslam" diye bir şey uyduruluyor. Tüm bunlara bakıldığı zaman, bunlar şiddeti, terörü doğuruyor diyebiliyor muyuz?

Almanya'da bir konsensüs olduğu kanaatindeyim. Hangi siyasi kanattan olursanız olun, biraz eşelediğinizde altından yabancı aleyhtarlığı ortaya çıkıyor. Bu yabancı kim? Bu yabancı Müslüman. Bir skala yapılırsa, bu skalanın en altında biz varız. Türkiye, Çin ve Rusya'dan daha hasım görünen bir ülke haline geldi son yıllarda.

1980 senesinde Sosyal Demokrat Partinin Bonn'daki genel merkezlerinde bir toplantı yapılıyor. O toplantıda birisi mikrofona geliyor, son derece ırkçı bir konuşma yapıyor. Salon yıkılıyor alkıştan. Bu olay gazetelere intikal ediyor. "Sosyal Demokrat Parti böyle bir şey nasıl yapar?" diye. Aradan zaman geçiyor. 2010'lu yıllarda bir Sosyal Demokrat Parti üyesi, yazdığı kitabında Türk ve Müslümanların yeterince zeki olmadığını iddia etti. Hatta daha da ileri gitti, Almanya'daki çocukların matematik alanında geri kalmalarının sebebini dahi Müslüman-Türklere indirgedi. Keza son zamanlarda Almanya'da, Yeşiller Partisinin eski eş genel başkanı ve şimdi federal bakan olan Cem Özdemir, Türkiye aleyhtarlığı yapıyor. Bu Türkiye aleyhtarlığının, Türk aleyhtarlığına da sebebiyet verdiğini unutmamak lazım. Birbirinden ayırmamak lazım. Siyasi farklılıkları ortadan kaldıran bir durum bu.

Türkiye karşıtlığı Türkofobiyi de besliyor değil mi?

Özellikle Almanya'da bir metafor üzerinden ciddi bir Türkiye karşıtlığı yeşertildi, köpürtüldü. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığıyla başlayan bir süreç. Türkiye ile Erdoğan’ı özdeştirdikleri için doğrudan Türkiye karşıtlığına dönüşen fakat aynı zamanda da Türk nefretini körükleyen bir olguyla karşı karşıyayız. Bu da çağ dışı bir yaklaşım. Bir ülkenin cumhurbaşkanı üzerinden bütün bir ülkenin yok sayılması tuhaf bir durum. Bu diplomasiye de yansıyor, dış politikaya da yansıyor. Almanya'da Erdoğan aleyhtarlığı külliyen Türkiye ve Türk düşmanlığı haline dönmüş durumda. Aslında düşmanlık lafını kullanmaktan kaçınmak istiyorum, bu da farklı duygusallıklara yol açıyor. Aleyhtar denebilir, soğukluk denebilir ama Almanya'daki durum o noktayı çoktan geride bıraktı.

Almanya, Türkleri rencide edecek ifadelerin yer aldığı okul kitaplarını değiştirmezse, Türkiye ile birlikte bir tarih yazımına girişmezse, eşit iki partner olarak birbirimizin hassasiyetlerine ehemmiyet verecek şekilde oturup siyasi kültür inşasına girişmezsek, bunun sonunun iyi olacağı kanaatinde değilim. Bu devam eder gider. Bundan insanlar zarar görür. Ticaret zarar görür. Halbuki Türkiye potansiyeli olan bir ülkedir. Türk halkı potansiyeli olan bir halktır. Bu iki ülkenin birlikte yapacağı çok işler var.

Türkofobiyi ne besliyor?

Cumhurbaşkanımız üzerinden Türkiye aleyhtarlığının sürdürülmesinin hem reel politik boyutu hem de duygusal boyutu var. 2008 senesinde Köln'deki büyük toplantıda "Asimile olmayın, entegre olun, Almancayı öğrenin. Asimilasyon bir insanlık suçudur." dedi Sayın Erdoğan. Bunu söylediği andan itibaren kıyamet koptu. Bu sefer, baklayı ağızlarından çıkarmış oldular, demek ki asimilasyon arzuluyorlarmış.

Türkiye önemli bir ülke. Türkiye merkez ülke. Türkiye jeopolitik açıdan da çok önemli bir konumda. Türkiye’yi yok farz edemezsiniz. Türkiye'ye düşmanlık yapmak kimseye bir fayda getirmez. Türkiye'nin dostluğunu kazanmak, Türkiye ile birlikte olmak fayda getirir.

Türk dış politikası son derece samimidir. Bizim söylemlerimizde kandırmalar, yalan dolanlar yoktur. Bu yeni de bir şey değildir. Bizim uzun bir devlet geleneğimiz vardır. Böyle bir devletin samimiyetinden neden şüphe edeceksiniz? Onun gücünden istifade etmeniz gerekir. Ama durup dururken aleyhte söylemler, davranışlar tuhaf. Bundan önceki Alman hükümetinin dışişleri bakanı doğrusu zaman zaman öyle çıkışlar yaptı ki bir bakanın bunları nasıl söyleyebildiğine hayret ediyor insan.

İslamofobinin Türkofobiye dönüşmesi, Türklerin direncinden kaynaklanıyor olabilir mi?

Türkofobi ya da İslamofobi lafına pek katılmıyorum. Bu neyin korkusu? Kimseye bir şey yaptığımız yok. Siz hiç Türklerin bulundukları memlekette devlete karşı bir şey yaptığını gördünüz mü? Hangi coğrafya olursa olsun. Bu algılar Şarkiyatçı yaklaşımın tezahürüdür. Endülüs’teki Müslümanlar ile problemleri yoktur. Onu konuşmazlar. Çünkü oradakiler mağlup olmuştur. Orayı terk etmişlerdir. Orası artık Müslüman vatanı olmaktan çıkmıştır. Lakin Avrupa, kimliğini bizim üzerimizden tanımlamıştır. Karşısında hasım olarak daima Müslüman-Türk'ü görmüştür.

İslamafobi, ırkçılık dediğimiz şey bütün toplum için dinamit. Toplumsal barışı hedef alıyor. Almanya'da 3 milyon Türk, 5 milyon Müslüman var. Bu iş nereye gidecek?

Batı toplumlarında son 35 yıldır giderek hakim olan neorealizmin ve neoliberalizm etkisi var. Bu, insanları çok bireyci olmaya itti. Kolektif hak arama ortadan kalktı. "Gemisini kurtaran kaptan" pozisyonunda insanlar. İşsizlik artı. Otomasyon ilerledi ve emek yoğun işler ortadan kalktı. Eğitim önem kazandı. Bu eğitim toplumun istihdam ihtiyaçlarına kendini uyduramadı tam olarak. Sektörler değişmeye başladı. Hizmet sektörü ilerledi. Dolayısıyla toplumlarda bir doku değişikliği yaşanıyor. Değişen dokuyla birtakım hassasiyetler ve ötekileştirmeler arttı. Bu ötekileşmeden en çok zararı Müslümanlar ve Türkler görüyor. Ancak bu ötekileşme sadece bize mahsus değil. Toplumsal katmanlar içindeki zayıf grupların tamamına karşı böyle bir ötekileşme var. Engelliler, kadınlar, çocuklar mutlu değil.

Hanau terör saldırıları konusunda son olarak ne söylemek istersiniz?

Hanau terör saldırısında hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Çok acıklı bir olaydır Hanau. Tekrarlanmaması dileğini haliyle hepimiz paylaşıyoruz ama maalesef bir daha olmayacak diyemiyoruz. Keşke diyebileceğimiz günlere erişsek.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.