Mustafa Yürekli ​​​​​​: 'Sultan Abdülhamid’in Vefatının 100. Yıldönümü..'

Mustafa Yürekli ​​​​​​: 'Sultan Abdülhamid’in Vefatının 100. Yıldönümü..'
Mustafa Yürekli: ​​​​​Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi, Tür­ki­ye ve kom­şu top­rak­la­r için, Darül İslam için hâ­lâ can­lı bir ta­rih..

10 Şubat 2018  tarihi, Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid’in ve­fa­tı­nın 100. yıl­dö­nü­mü.  Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi, Tür­ki­ye ve kom­şu top­rak­la­r için, Darül İslam için hâ­lâ can­lı bir ta­rih. Bu nedenle de otobiyoğrafi ve döneme ilgi gittikçe artıyor.

On yıl önce, 2008 yı­lın­da, 90. vefat yıl­dö­nü­münde çe­şit­li üni­ver­si­te­le­rin ve si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı­nın et­kin­lik­le­ri sa­ye­sin­de ya­pı­lan tet­kik­ler­le, Sultan II. Ab­dül­ha­mid Han’ın saltanat dö­ne­mi hak­kın­da yapılan çalışmalar sayesinde ar­tık da­ha faz­la bil­gi sa­hi­bi­yiz. Ye­ni tet­kik­ler, taht­tan in­di­ri­li­şi­nin 100. yıl­dö­nü­mü olan 2009 yı­lın­da Ab­dül­ha­mid portre­sini da­ha da zen­gin­leş­ti­ri­lmiştir. Tarihin sözkonusu dönemi, her geçen gün daha da aydınlanmaktadır.

Taht­tan in­di­ril­dik­ten son­ra ölün­ce­ye ka­dar Ab­dül­ha­mid’in özel dok­tor­lu­ğun­da bu­lu­nan Atıf Hü­se­yin Bey’in Ha­tı­ra­tı (İs­tan­bul, 2003) önem­li bil­gi­ler ve­ren bir gün­lük­tür. Neş­rin­de bir­çok ku­sur var­sa da, ken­di­si­ni sev­me­yen bir İt­ti­hat­çı ta­ra­fın­dan ya­zıl­dı­ğı için Ab­dül­ha­mid’e at­fe­di­len ko­nuş­ma­lar sa­hih ola­bi­lir. Bu me­tin­de Ab­dül­ha­mid’in eği­ti­mi ve kül­tü­rü hak­kın­da ken­di ağ­zın­dan an­la­tı­lan­lar bi­ze pek renk­li bir por­tre su­nar.

Ab­dül­ha­mid şeh­za­de­li­ğin­de özel ho­ca­lar­dan tah­sil gö­rür. Se­la­nik’te sür­gün­dey­ken Hal­ley Kuy­ruk­lu­yıl­dı­zı’nın ge­çi­şi­ni iz­le­mek için bir ge­ce­si­ni pen­ce­re önün­de ge­çir­di­ği için üşü­te­bi­le­cek ka­dar yıl­dız­la­ra me­rak­lı­dır, ilm-i nü­cum okur. Aca­ba Yıl­dız Sa­ra­yı’nda ta­ay­yü­şü bu sev­gi­ye mi da­ya­nır, me­rak ko­nu­su­dur. Tef­sir oku­du­ğu, ko­nuş­ma­la­rı ara­sı­na ser­piş­tir­di­ği ayet­le­re ge­tir­di­ği açık­la­ma­lar­dan bel­li­dir. Her da­im Bu­hâ­rî-i Şe­rif oku­du­ğu­nu sık sık tek­rar­lar. Halk di­ni­nin ge­le­nek­sel uy­gu­la­ma­la­rı­na bağ­lı­dır; Ça­nak­ka­le Sa­va­şı sı­ra­sın­da De­la­il-i Hay­rat ve Şi­fa-i Şe­rif ha­tim­le­ri ya­par. Di­nî ilim­le­re vâ­kıf­tır, hat­ta Ra­ma­zan­lar­da hu­zu­run­da ya­pı­lan tef­sir ders­le­rin­de so­ru­la­ra ce­vap ve­re­me­yen mu­kar­rir­le­rin ye­ri­ne mü­da­ha­le edip yo­rum ge­tir­di­ği çok­tur. “Ba­şı­ma sa­rık sar­sam, va­az ü na­si­hat et­sem iti­bar bu­lu­rum” di­ye­cek de­re­ce­de bu ko­nu­da ken­di­si­ne gü­ve­nir.

Ha­fız Şi­ra­zî’nin di­va­nı­nı Fars­ça­dan okur. Fars­ça yaz­dı­ğı be­yit­le­rin ya­nı sı­ra yap­tı­ğı re­sim­ler­den ha­ber­dar da­hi de­ği­liz. Bir­çok ifa­de­sin­den Ka­di­rî ol­du­ğu an­la­şı­lı­yor. Pi­ri­nin Bağ­dat’ta­ki tür­be­si­ne hiz­met et­miş ol­mak­la övü­nü­yor. Şi­ma­li Ar­na­vut­ça ko­nu­şa­bil­di­ği­ni, Çer­kez­ce an­la­dı­ğı­nı ken­di­si söy­lü­yor; an­cak Fran­sız­ca, Arap­ça ve Fars­ça­yı iyi bil­di­ği ke­sindir.

Vak­ti­ne düş­kün ol­du­ğun­dan, ga­ze­te­le­ri ye­mek yer­ken ken­di­si­ne oku­tur. Ma­te­ma­tik­te iyi­dir, hat­ta tah­did-i me­sa­ha, ya­ni ateş­li si­lah­lar için me­sa­fe ta­yi­ni hu­su­sun­da bir ri­sa­le­si ol­du­ğu­nu, bu­ra­da ken­di keş­fet­ti­ği ba­sit bir usu­lü ka­le­me al­dı­ğı­nı söy­ler (keş­ke eli­miz­de ol­say­dı). Şeh­za­de­li­ğin­de ti­ca­ret­ten çok pa­ra ka­za­nır; Mas­lak’ta­ki çift­li­ğin­de hay­va­nat ye­tiş­ti­rip sa­tar. Hay­van me­rak­lı­sı ol­du­ğun­dan, çok hay­van bes­le­di­ğin­den ade­ta bir bay­tar ka­dar has­ta­lık­la­rı iyi bi­lir. Ke­di­si, pa­pa­ğa­nı ve gü­ver­cin­le­ri var­dır; genç­li­ğin­de yı­lan bi­le bes­ler, as­lan ve kap­lan bes­le­me­yi de de­ner ama ho­şu­na git­mez.

Tıp bil­gi­si de şa­şı­la­cak de­re­ce­de ge­niş­tir; hat­ta İbn Si­na’nın ki­ta­bı­nı Arap­ça­dan okur. He­kim­li­ğe o de­re­ce me­rak­lı­dır ki, ame­li­yat­ha­ne­le­re ara sı­ra de­vam eder. Meş­hur dok­tor­la­ra sü­rek­li so­ru­lar so­rar. Bah­çe­le­ri­ne de düş­kün­dür; şeh­za­de­li­ği za­ma­nın­da Ye­ni­köy’de­ki köş­kü­nün bah­çe­si çok meş­hur­dur, öy­le ki cu­ma ve pa­zar gün­le­ri bah­çe­nin ka­pı­la­rı­nı aç­tı­rır, aha­li­nin gez­me­si­ne izin ve­rir. Şeh­za­de­li­ğin­de iyi bir av­cı­dır, o yüz­den sağ ku­la­ğı iyi işit­mez. Kı­lıç kul­lan­ma­yı öğ­re­nir ve es­ki si­lah­lar­dan olu­şan bir ko­lek­si­yo­nu var­dır. İyi bir yü­zü­cü ol­mak­la övü­nür. Ma­ran­goz­lu­ğu za­ten ün­lü­dür, Yıl­dız Sa­ra­yı’nda atöl­ye­si var­dır; za­ma­nın­da bu­ra­ya ye­te­nek­li za­na­at­çı­la­rı cel­be­der.

Ab­dül­ha­mid’e gö­re aşk­lı-meşk­li ro­man­lar ah­la­kı bo­zar; se­ya­hat­na­me­le­ri ve ci­na­yet ro­man­la­rı­nı oku­mak la­zım­dır. Bu­na kar­şın, Ba­tı mü­zi­ği­ne me­rak­lı­dır; Al­man­ya’dan ço­cuk­la­rı için dört ta­ne pi­ya­no ge­tirt­miş­tir sa­ra­ya. Pi­ya­no ve sa­ir saz­lar­dan ba­zı­la­rı­nı ken­di­si de ça­la­bi­len Ab­dül­ha­mid:

“No­ta bil­mek şart­tır, gü­zel bi­li­rim. Doğ­ru­su­nu is­ter­se­niz ben Tür­küm ama Türk­çe ha­va­lar­dan zi­ya­de alaf­ran­ga ha­va­lar, ope­ra­lar ho­şu­ma gi­der. Çün­kü Türk­çe mi­nör­dür, in­sa­na uy­ku ge­ti­rir. Hem de bi­zim Türk­çe de­di­ği­miz ma­kam­lar Türk­çe de­ğil­dir; Yu­nan’dan, Acem’den alın­mış­tır. Türk çal­gı­sı da­vul zur­na­dır.” der. Kı­zı Ay­şe Sul­tan pi­ya­no, ke­man ve arp ça­lar za­man za­man ba­ba­sı­na. Yıl­dız’da­ki kü­çük ti­yat­ro­suy­la gu­rur du­yan Ab­dül­ha­mid, İtal­ya’dan oyun­cu­lar da ge­tir­tir. Özel­lik­le Ver­di’nin ope­ra­la­rı­nı se­ver.

“Kül­tür za­man is­ter. Bi­zi baş­lı­ca te­rak­ki­den men eden as­ker­lik­tir” der Ab­dül­ha­mid. Mem­le­ke­ti­miz­de Av­ru­pa mem­le­ket­le­ri gi­bi imar olu­na­ma­ma­sı­na, hal­kın ca­hil kal­ma­sı­na baş­lı­ca se­bep as­ker­lik­tir. Ta­bii o za­man­lar as­ker­lik çok uzun­dur, Ab­dül­ha­mid as­ker­lik sü­re­si­ni bu yüz­den ye­di-se­kiz se­ne­den üç se­ne­ye in­di­rir. Ken­di­si­ni ye­tiş­tir­mek is­te­yen genç­le­re yıl­la­rı­nı ge­ri ve­rir. As­lın­da as­ker­li­ği iki se­ne­ye in­dir­mek is­ter, fa­kat ge­nel­kur­may nü­fu­su ye­ter­li bul­ma­dı­ğın­dan bu ka­ra­rı ve­re­mez.

Ab­dül­ha­mid şeh­za­de­li­ğin­de gez­me­yi, ma­ce­ra­yı, ha­ya­tı se­ven bir in­san­dır. Fa­kat 33 yıl­lık pa­di­şah­lı­ğın­da (1876-1909) İs­tan­bul dı­şı­na hiç çık­maz. Taş­ra­ya git­me­yen Sul­tan Ab­dül­ha­mid fo­toğ­raf­lar­la, tel­graf­lar­la, mü­fet­tiş­ler­le ve va­li­ler­den sü­rek­li is­te­ye­dur­du­ğu vi­la­yet ra­por­la­rıy­la taş­ra­yı ken­di­si­ne ge­ti­rir.

yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.