Mustafa Yürekli: 'Şerif Mardin’in din emziği..'

Mustafa Yürekli: 'Şerif Mardin’in din emziği..'
Zafer Toprak, hocası Şerif Mardin’i anlattığı söyleşisinde “Şerif Mardin’in özellikle din sosyolojisi alanındaki çalışmalarının AK Parti’nin yükselişine önayak olduğunu söyleyenler var. Böyle bir etkisi oldu mu sahiden?”sorusuna şu ilginç cevabı verdi:  

“Düşünce insanları her zaman siyaset çevrelerinde “kullanılır”[1]. Böylece düşünce siyaset ilişkisi bir kez daha gündeme geldi.

Toprak, sürdürüyor hocası Şerif Mardin’i tanıtmayı: “Şerif Mardin, Türkiye’de din sosyolojisini başlatan kişidir. Türkiye’de sosyoloji görece dinle mesafeliydi. Bu da bir ölçüde Cumhuriyet Türkiye’sinin sorunsallarıyla çok yakından bağlantılıydı. O yüzden, 1970’lerde akademik camiada din ile uğraşmak aslında cesaret işiydi. Şerif bunu yaptı.”

Böylece düşünce siyaset ilişkisi, sosyoloji alanında değil ama alt disiplin olan din sosyolojisi üzerinden ülke gündemine gelmiş oldu. Toprak’ın tespitlerinde biri doğru diğeri yanlış iki yaklaşım üzerinde duracağım bu yazıda.

TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ İSLAMA MESAFELİ DEĞİL DÜŞMANDIR

Önce Toprak’ın doğrusundan başlayalım: “Türkiye’de sosyoloji görece dinle mesafeliydi.” derken, çok iyimser ve nezaketli bir ifadede bulunmaktadır.

Bütün sosyal bilimler gibi sosyoloji de Türkiye’de Avrupa merkezli bir metodolojiyle etkinlik göstermiştir; dolayısıyla sosyoloji toplum mühendisliği işlevine indirgenmiş ve oryantalizmin bir alt dalı haline getirilmiştir.

Kısaca şöyle söyleyebiliriz: Türk sosyolojisinin kurucusu, bir Batıcı aydın olan Ziya Gökalp, II. Meşrutiyet döneminin olduğu kadar Cumhuriyet döneminin de en önemli sosyoloğu ve ideoloğudur. Ziya Gökalp, hayatının her döneminde sosyolog, politikacı ve reformisttir.

Ziya Gökalp, her iki dönemde de devletin dine müdahalesi politikasının ideoloğudur: İslam medeniyetinden çıkarılacak olan toplumu, Batı uygarlığına taşıma biçimini belirleyen ve sonradan Kemalizm adını alacak olan ideolojiyi, daha doğrusu devlet politikasını ortaya atmıştır: Ziya Gökalp, Şeyhülislamlığın kaldırılıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, eğitim ve yargının laikleştirilmesi, Türkçe ibadet ve dini hayatın ulusallaştırılması, kısaca etnoseküler milliyetçiliğin ve kurgulayıp kuramlaştırdığı protestan İslamlığının ideoloğudur.

Erken cumhuriyet döneminde Türkiye’deki sosyolojinin dine yaklaşımını tespit için din sosyolojisinin kaynakları olarak zikredilen Hüseyin Cahit’in 1924’te E. Durkheim’in “Dini Hayatın İbtidai Şekilleri” (2 cilt) adlı çevirisiyle, 1927’den itibaren Hilmi Ziya’nın “Dini İctimaiyat”la ilgili makale serisini göz önünde bulundurmak yeterlidir. Sözkonusu çalışmalarda din olarak Animizm, Naturizm, Totemizm gibi insanlığın ilk dinler ele alınmakta ve dinlerin evrimi çevresinde yapılan çalışmalardan öteye yeni bir şey getirmemektedir.

Ziya Gökalp’den sonra uzun yıllar sosyoloji çalışmaları birey, toplum ve devletin dinle ilişkisine ilişkin konulara girmemiştir. Pozitivizm etkisiyle siyasi yapılanmanın bu anlayışa göre şekillenme çabaları, din (İslam) üzerine çalışmalarda bir kırılmanın yaşanmasına neden olmuştur. İslam özelinde din görmezden gelinmiş, pozitivist-evrimci anlayış politik kaygılarla birleşince dinden uzak durulmaya çalışılmıştır.

Devletin dine müdahalesi döneminde Türkiye’de genelde sosyolojinin, özelde din sosyolojisinin Comte-Durkheim çizgisini sürdürmesi, onları bu dar alana sıkıştırmış, ayrıca dinlerin artık dönemlerini kapadığı varsayımı da din araştırmalarını durma noktasına getirmiştir.

Oysa Avrupa’da aynı dönemlerde Weber’in din sosyolojisi anlayışını sürdüren Batılı din sosyologlarının “anlayıcı sosyoloji” çerçevesinde önemli ve gittikçe artan çalışmalarla yeni açılımlar/kuramlar geliştirdikleri bilinmektedir. 1970 öncesinde, Avrupa merkezli bilim anlayışının hakim olduğu üniversitelerdeki sosyoloji, araçsallaşarak ve siyasallaşarak dine ve topluma müdahale eden, İslam medeniyetini ortadan kaldıran baskıcı politikalara alet olmuştur.

AMERİKANCILIĞIN İDEOLOĞU: ŞERİF MARDİN  

Zafer Toprak’ın “Şerif Mardin, Türkiye’de din sosyolojisini başlatan kişidir.” tespiti yanlıştır.

Bir dönem Washington’daki Amerikan Üniversitesi İslami Araştırmalar Merkezi’nin başkanlığını da yapmış olan Şerif Mardin’in din sosyolojisi alanındaki ilk ve en önemli eserleri olarak, ilk baskısı 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları arasında yer alan “Din ve İdeoloji” kitabı, 1983’te İletişim yayınları tarafından çıkarılmıştır. Dolayısıyla bu kitabın yayınlanış tarihinden önceki süreci yok saymak gibi bir hatayla maluldür sözkonusu tespit. Şerif Mardin, “Din ve İdeoloji” kitabını,  “Modern Türkiye’de Din ve Siyaset”, “Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim” adlı çalışmalarıyla  din sosyolojisi alanındaki etkinliğini devam ettirmiştir.   

1960’lı yılların ortalarından itibaren din, ideoloji ve kültür konularına ağırlık verdiği görülen Şerif Mardin’in yaklaşımlarında, Türk modernleşmesi ve Türk siyasal hayatı açısından, ortodoks devlet İslam’ı (ve İslam’ın devlet seçkinleri) ile heterodoks halk (volk) İslam’ı (ve İslam’ın halk seçkinleri) arasındaki ayrım çizgisi önemli bir analitik araç olma niteliği taşımaktadır. İslamiyet’in ‘volk İslam’ şeklinin, Türkiye’deki tarihi gelişmeler sonucunda bir yumuşak ideoloji haline geliş sürecini analiz etme girişiminde Şerif Mardin, bugün dahi İslam’ın bu formunun halk arasında dünya görüşünü nasıl şekillendirdiğini göstermeye çalışmaktadır. Tezi kısaca mahalle (taşra) baskısı, şehirlilere rağmen siyaseti belirliyorsa, bunun nedeni halk islamıdır, şeklinde ifade edilebilir. Doğrusu Amerikancılıktan kurtulmak için Mardin’in makale ve kitapları çözümlenip çürütülmeyi beklemektedir. Fırsat buldukça kitaplarına eleştirel yaklaşan, çözümleyen, sorgulayan, derinlikli yazılar kaleme almaya çalışacağım.

Türk modernleşme deneyimi içinde yaşanan süreçlere benzer gelişmeler, Mardin’e göre 19. yüzyıl Batı düşüncesinde de benzer yönelimlerle tartışılmıştır. Örneğin Durkheim, insanların, içinde saklanabilecekleri birincil ilişkilerin yoğun olduğu kurumlara dikkat çekmiş, insanların bu gibi kurumları modern dünyada bulamadıkları sürece modern dünyaya uymakta çekebilecekleri

zorluklara işaret etmiştir. Tönnies’in tabirleriyle söylemek gerekirse, gemeinschaft (geleneksel) ilişkilerden gesellschaft (modern) ilişkilere geçiş modern dünyanın en önemli uyum problemidir. Mardin’e göre bu kapsayıcı birincil ilişki özleminin, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde ümmet yapısından yeni çıkmış kimseler tarafından duyulmasını yadırgamamak gerekir. Volk İslam’ın gücünü ve etkinliğini biraz da bu özlemin giderilmesi konusundaki işlevlerinde aramak gerekir.

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.