Mustafa Yürekli: Milletimizin rûhu bir râyiha gibi uçtu mu?
Milletimizin rûhu bir râyiha gibi uçtu mu?
Yahya Kemal’in camiye gitmesi, Milli Mücadele’nin ilk yıllarında bile, milletimiz için olağanüstü bir olaydı.
Kanal 7’de yayınlanan “Yitik Şehrin Figüranları” isimli televizyon programını hazırlayıp sunduğum yıllarda, “Faytoncular” bölümünü çekmek için Büyükada’ya gitmiştim. Belediyenin kültür müdüründen rica ettim, bana Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler” başlıklı ünlü yazısında anlattığı ve bayram namazı kıldığı küçük camiyi gösterdi.
Yahya Kemal, “Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı?” deyip uykusuz kaldığı o bayram gecesinde neler düşündü, içinde ne fırtınalar koptu ki daha sonra “Ezansız Semtler”i kaleme aldı. Yahya Kemal, işte bu camiye gelmişti. Küçük, sevimli bir cami. İki hamalın arasına oturdu: “Vaiz kürsüde va'az ediyordu. Ben kapıdan girince, bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden birini, camiide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Va'zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum.”
Yahya Kemal’in camiye gitmesi, Milli Mücadele’nin ilk yıllarında bile, milletimiz için olağanüstü bir olaydı. Çünkü ülke Tanzimat’tan beri Batıcılık fırtınasıyla tarumar olmuş, son on yılda İttahat Terakki yönetimde Balkanları, Libya’yı, Birinci Dünya Savaşı’yla kocaman bir vatanı kaybetmişti. Milletimizin başına bir lanet gibi çöken Batılılaşma sonucu aydınlarımız, iş adamlarımız, bürokratlarımız ve politikacılarımız camiden uzaklaşmış, topluma iyice yabancılaşmışlardı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da “Yaban” adlı romanında bu yancılaşmayı anlatmaz mı? Ahalisinin çoğunluğunu gayri Müslimlerin oluşturduğu Büyükada’da bayram namazı kılmak, Yahya Kemal için Batılılaşmamızın sorgulandığı, aydınımızın içine düştüğü yabancılaşmanın gözden geçirildiği ve millete ‘ricat’in, eve dönüş imkanının araştırıldığı bir milli muhasebeye dönüşecekti.
Cemaatin Yahya Kemal’in camiye gelişini yadırgaması, şairin bunu fark etmesi ve ruhunda kopan fırtınalar. Yahya Kemal, camideki ruh halini “Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm.” diyerek anlatır. Yahya Kemal’in Allah ve peygamber sevgisiyle gözlerinin yaşarması, milletimizle buluştuğu, kaynaştığı ve milli ruha ulaştığı o noktada büyük bir vuslat sevincine dönüşür ve “O sabah o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemeaati idik.” demekten kendini alamaz.. Belki Büyükada’da küçük bir camide kıldığı bu bayram namazında yaşadıkları, “Süleymaniye’de Bayram Namazı” şiirinin hazırlıklarını başlatacaktı..
Cemaatin namaz sonrasında kendi aralarında bayramlaşmaları da Yahya Kemal için oldukça sarsıcı bir tecrübe olur. Namazdan çıkarken, kapıda ayandan Reşid Akif Paşa’yla karşılaşır. Osmanlı paşası onu görünce, sevinir, elini sıkıca tutarak ‘Bu bayram namazında iki defa mes'udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!’ der. Reşid Akif Paşa, milli vicdanın ve tarihin hükmünü Yahya Kemal’in yüzüne okumuştur: Eve dönmelisiniz. Yabancılaşma sona ermeli, aydınlarımız camiye gelip milli ruha ulaşmalı ve milletimizle kucaklaşmalı.
EZANSIZ SEMTLER’DEKİ TÜRKLER
Yahya Kemal, Milli Mücadele yıllarında, 22 Nisan 1922’de Tevhid-i Efkar’da yayınladığı “Ezansız Semtler” yazısında, adeta geleceği öngörür, Batılılaşmanın vitrini olan şehirlerde İslam’dan uzak yetişmenin yeni nesilleri milletimize büsbütün yabancılaştıracağını dile getirir ve sorunu milli bir mesele olarak ortaya koyar: “Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?”
Ülkemizde iki yüz yıldır Batılılaşma, “alafranga hayat”ın şehirlerimizi büsbütün sarması ve yabancılaşma olarak tecelli etmektedir: “Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman ruhundan ari, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar'a bakınız bir de Kadıköy'e. Üsküdar’ın yanında Kadıköy Tatavla (Kurtuluş)'yı andırır.”
Yahya Kemal, gidişatı oldukça gerçekçi bir şekilde değerlendirip geleceğe ilişkin öngörüde bulunmuştu: Tanzimat’tan itibaren aşama aşama resmi politika haline gelen Batıcılık, Cumhuriyet devrimleriyle birlikte, milletimizi, tarih mecrası olan İslam medeniyetinden birden keskin, sert ve hızlı bir şekilde uzaklaştıracaktı.. Bir kaç yıl sonra tek parti döneminin seküler ve laik politikalarıyla milletimiz İslam'dan iyice koparılacaktı. “Ezansız Semtler” çoğalacak, hatta bütün ülke ezansız hale gelecekti. Dahası “Ezansız Semtler”deki Türkler, küçük bir azınlık olmalarına rağmen devleti ele geçirecek, yönetimi ve düzeni belirleyecekti.
Cumhuriyet, kuruluşundan itibaren, vitrin olarak seçtiği İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde, modernleşme projesine uygun bir şehirli elit ve orta sınıf oluşturmaya çalıştı. Cumhuriyet balolarıyla sembolize edilen, alabildiğince seküler, Batıcı hayat biçimi dar bir kesimle sınırlı kaldı; nüfusunun büyük kısmı köylüydü ve köylü kalmalıydılar. Şehirlerde modernleşme projesinin seküler eğitimden geçmiş, İslami referanslarıyla bağı kopmuş ya da alabildiğince zayıflamış bir şehirlilik hayatı kurdu.
Batılılaşma ve yabancılaşma, tarihimizin ve kültürümüzün trajik bir gerçeği. Eve dönüş, milletle yeniden kucaklaşma ve milli ruha ulaşma kolay değil. Yahya Kemal, eve dönüşü zorlaştıran bir hususa da dikkat çekiyor: “Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir Sabah Namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”
Yahya Kemal, “minaresiz ve ezansız semtlerde doğan” ve “frenk terbiyesiyle yetişen” aydınımızın “dönecekleri yeri”, milletimizin kalbi olan camilerimizi “hatırlayamayacaklar”nı, bir bayram namazında olsun camiye giderek eve dönemeyeceklerini üzülerek belirtir: “Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri (yaratılışları) çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaşayış, ne semt hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.”
RUHUMUZ BİR RAYİHA GİBİ UÇTU MU?
İslam’dan uzaklaşarak medenileşmenin yanlış olduğunu düşünen Yahya Kemal, aydını ve yöneticileri daha Milli Mücadele yıllarında “Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz, bu son asırda peyda olan semtlerle, İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabi ve hoş gören eblehler uzağa değil, Balkan Devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenilşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir. Pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan ari değildirler.” diyerek açıkça uyarmıştı.
Bizi ‘millet halinde tutan’ şeyin ‘çocukluk’ adını verdiğimiz ‘Müslümanlık rüyası” olduğunu belirten şair, şehirlerimizdeki ortamın, Müslümanca yaşayışın ve milli terbiyenin önemine vurgu yapar: “Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur-an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.”
Adnan Menderes’le başlayan ezanın yeniden orijinal haliyle, Arapça okunması, Kur’an Kursları’nın, İmam Hatip Okullarının, Yüksek İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri’nin açılması, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan’la iktidarların milletin iradesi doğrultusunda düzende yaptığı kimi değişiklikler, devletle milleti kaynaştırma çabalarıydı. Cumhuriyet’in başında kurulan düzen, belli oranda revize edilse de, hemen hemen günümüze kadar devam etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Dindar nesiller yetiştireceğiz!” deyince kopan kıyamette, Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler” başlıklı yazısını bulup yeniden okudum. Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler”de dile getirdiği Türk modernleşmesi, yol açtığı sorunlar, milli kültür, sosyal değişme, eğitim politikası ve şehirleşme gibi pek çok konudaki endişelerini Başbakan Erdoğan’ın da paylaştığı belli..
İslam, toplumumuzu millet, ülkemizi vatan halinde tutan temel unsurdur. Yahya Kemal, İslam’dan uzaklaşmanın, milli hasletleri ve vatanı kaybetmek anlamına geleceğini hatırlatıyor bu vesileyle. Milletimizin İslam’a sımsıkı sarıldığını ve yabancılaşan aydının çocukluğunda ‘Müslümanlık rüyası” görmüşse eve dönüş imkanının bulunduğunu belirtir: “Artık Türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu? Hayır büyük bir kütlede yine o ruh var, fakat biz son nesil bir sürü gibi, büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyanetini meczedip (bir araya getirip) bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten (pis kokudan) kurtaracak mürşidler, şairler, edipler, hatibler, yetişmedi,* fakat gayet tabii bir revişle (gidişle) büyük kafileye, kendi kendimize döneceğiz.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Dindar nesiller yetiştireceğiz!” derken, bu gerçekleri göz önünde bulunduruyor olmalı.. Eve dönüş imkanı, herkes için olsun istiyor. Yeni kuşakların inançlı, ahlaklı, vicdanlı ve erdemli yetişmelerini hedeflemek, dünyadaki her ülkede yöneticilerin sorumlulukları arasına girmez mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.