Mustafa Yürekli: Malazgirt Savaşı’na Türkçü, Anadolucu ve İslamcı Yorumlar

Mustafa Yürekli: Malazgirt Savaşı’na Türkçü, Anadolucu ve İslamcı Yorumlar
Anadolu’nun İslam ülkesinin (Darülislam) bir parçası haline gelmesine ve İstanbul'un fethine başlangıç olarak sadece Malazgirt Zaferi'ni anmak eksik bir yaklaşımdır.

Türk yazarlarının tarihe bakış tarzlarının yaşadıkları devir ve benimsedikleri hayât görüşüne göre değiştiğini belirten Mehmet Kaplan, ‘Ziya Gökalp v e Yahya Kemal'e Göre Malazgirt Savaşı’nın Mana ve Ehemmiyeti’ makalesinin başında, Bernard Lewis’in Türk tarihçiliğinin başlıca üç merhaleden geçtiği tespitine yer verir:

1.Osmanlı-İslâm devri tarihçiliği: Osmanlı' Devleti, daha önceki islâm devletlerinin bir devamıdır. Bu devirde yazılmış tarih kitaplarında Türklerin Orta Asya'da Islâmiyetten önce yaşadıkları devre ve Osmanlı Devleti'nin dışındaki Türklere yer verilmez. Bu görüş tarzı, Tanzimat'tan sonra da devam etmiş ve politik sahada Osmanlıcılık ve İslâm İttihadı ideolojilerinin temeli olmuştur.

2. Avrupa'da yapılan Türkoloji araştırmaları: Bütün Türk kavimlerinin dil ve gelenek bakımından bir bütün olarak görülmelerini mümkün kılmış ve Türkiye Türklerini de içine alan geniş bir tarih görüşünün doğmasına sebep olmuştur. Ahmed Vefik Paşa ile Süleyman Paşa, Batı'da hazırlanan bu tarih görüşünün öncüleri olmuşlardır. Bu tarih görüşü, daha sonra Türkçülük ve Turancılık ideolojisinin temellerini teşkil etmiştir.

3. Cumhuriyet devri Anadolucu tarihçilik: Turancılığa bir reaksiyon olarak Anadolu'yu ve Anadolu'da teşekkül eden eski medeniyetleri kaynak olarak kabul eden yeni bir tarih görüşü. Mehmet Kaplan, Bernard Lewis'in bu şemasını esas itibariyle doğru bulmakla birlikte Türk tarihçiliğinin Cumhuriyet'ten sonrası hakkında söylediklerini ‘fazla basitleştirilmiş’ bulur. Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinde Türkleri bir bütün olarak gören tarih görüşünün sona ermediğini, aksine daha ilmî bir şekilde devam ettiğini belirtir: ‘Atatürk, Türklerin dünya medeniyeti üzerinde oynadıkları rolü ilmî olarak aydınlatmak maksadı ile Türk Tarih Kurumu'nu kurmuştur. Bu devrede Selçuklu ve Osmanlı devirlerine geniş yer verilmekle beraber, İslâmlıktan önce ve sonra Asya'da geçen tarih safhaları da ihmal edilmemiştir’ der.

Mehmet Kaplan, Bernard Lewis’in yazısında Yahya Kemal’in Türklerden öncesine gitmeyen, fakat yine de Anadolu'yu esas alan tarih ve medeniyet görüşüne yer vermediğini ifade eder; Yahya Kemal’in Anadoluculuğunun Cumhuriyet'in ilk yıllarında, hattâ Mütareke devrinde ‘tarih ile beraber edebiyat üzerinde de mühim bir rol oynamıştır’ der.

Ahmed Hamdi Tanpınar'a göre, Yahya Kemal'in bu coğrafya ile tarihi birleştiren milliyetçilik anlayışında Fransız fikir adamlarının, özellikle gençlik yıllarında hayran olduğu Barres'in büyük rolü olmuştur: "Barres'in ölülerin yattığı toprak fikri onun için bir hareket noktası gibidir." Tarihçi Michelet’in "Fransız toprağı bin senede Fransız milletini, yaptı" görüşü de Yahya Kemal'in milliyetçilik anlayışına tesir etmiştir. (Ahmet Hamdi Tanpmar, Yahya Kemal, İstanbul 1963, s. 37)

Yahya Kemal’in Anadoluculuğu

Beyoğlu Halkevi’nde ‘Türk İstanbul’ başlıklı konferans veren Yahya Kemal, "Malazgirt Meydan Muharebesi, Rum Selçuklu Devleti’nin kurulmasına sebep olan vak'a olmadan ibaret değildir, tesiri itibariyle vatanın temeli o muzafferiyettir. Bu itibarla bizce kudsiyetinin hududu olmayan bir hadisedir." Der.

Yahya Kemal'e göre, Türkiye Türkleri, daha 1071 den itibaren İstanbul'u ele geçirmeyi gaye edinmişlerdir: "Malazgirt muzafferiyetinin neticesi olarak, on sene sonra Anadolu fâtihi Kutülmuşoğlu Süleyman'ın Türk atlılarıyle -şimdi Bağdad caddesi dediğimiz yoldan- 1081 de Üsküdar'a gelişi ne kadar düşündüren bir vakıadır. Ayasofya kubbesini, Üsküdar'dan dünya gözüyle gören ilk Türk ordusu budur."

Yahya Kemal bu fikirlerden hareket ederek Malazgirt Savaşı'nın Türk tarihinde yeni bir başlangıç olduğu tezini ileri sürer :

"Malazgirt muharebesinin açtığı bu vatanda, yeni bir millet, üst üste kan çatışmalarIyle yeni bir ırk teşekkül etmiştir. Ona göre dilimiz de böyleydi. İmparatorluğun terkibine giren, Müslüman olarak ve her biri ana dillerinin şivesiyle Türkçeyi konuşan ve birbirinin çocuklarıyle evlenen o kadar kavmin müşterek hayatının neticesi olarak gerek fonetik, gerek lügat ve ifade bakımından öbür Türk lehçe ve şivelerinden ayrı bir Türkçe doğmuştur.

Böylece, toprağa, tarihe bağlanan bir millet telâkkisi meydana geliyordu. Yahya Kemal, bunu vatana ve tarihe teşmil ediyordu. Açılmış bir toprak, ancak ilk gömülen insan ve ilk doğan çocukla vatan olabilirdi." Camille Julian'ın "Fransız milletini, bin yılda Fransa'nın toprağı yarattı'' sözünden hareketle dağınık tarih görüşüne yeni bir istikamet verir..

Yahya Kemal’in Malazgirt Savaşı’nı yeni bir tarih, millet ve medeniyetin başlangıcı sayan bu görüşü, Balkan Savaşı’ndan sonra Ziya Gökalp'ın temsilciliğini yaptığı Türkçü-Turancı tarih ve millet anlayışına zıttır:

"Bana, bütün Asya'daki Türklüğü aramak ve bulmak hayli müphem bir çalışma gibi görünüyordu. Lâkin Türkiye'deki Türklüğün yeni vatana ne zaman, nerelerden geldiğini; Anadolu'ya geldikten sonra da nasıl tekevvün ettiğini şedîd bir arzu ile öğrenmek ve bilmek istiyordum."

Yahya Kemal, bu yıllarda "barbar" saydığı Türkçü ve Turancı dil, tarih ye millet anlayışına karşı Osmanlı Türklerini Akdeniz medeniyeti içine yerleştiren, ideolojik olmaktan ziyade, estetik mahiyeti haiz bir görüş ileri sürer..

Hilmi Ziya Ülken de ‘Türkler ve Moğollar’ adlı yazısında Turancılığı şu şekilde eleştirir: "Bizde Turan mefküresi ve Kızıl Elma cereyanının tevlid ettiği sakîm kanaatlerden biri de Türk ve Moğol kardeşliği meselesidir, denilebilir. Mefkureyi kendi içimizde, vicdanımızda arıyacak yerde, mütemadiyen haricî ve âfâkî, hattâ hayâlî bir mebdee irca temayülü sağlam iradeler ve kuvvetli ihtiraslar değil, belki mütereddid, ilcaî ruhlar yetiştirmeğe sâik oldu. Tahkik ve icrası kabil yakın hakikatler dururken en uzak ve husulü muhal tasavvurlara doğru gençliği sürükledi"

Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu) da aynı görüşü savunan bir yazısında fikrini şöyle özetler: "Bizim bugünkü Türklüğümüz büyük ve kavmî Türklükten tamamen ayrılmış, kendi istiklâliyeti içinde, kendine has bir mevcudiyet iktisab etmiştir."

Ziya Gökalp İle Yahya Kemal’in Malazgirt Savaşı Görüşleri

Türk aydınlarının Malazgirt Savaşı'nın mânasını Milli Mücadele sırasında idrâk ettiklerini belirten Mehmet Kaplan, "İki savaş arasında benzerlikler bulmuşlardır. Fakat onlar asırlar önce cereyan eden savaşı değerlendirirlerken, ona farklı zaviyelerden bakmışlardır." der.

Mehmet Kaplan, ‘Ziya Gökalp v e Yahya Kemal'e Göre Malazgirt Savaşı’nın Mana ve Ehemmiyeti’ makalesinde iki yazarın görüşlerini karşılaştırıp farkları tespit eder:

"Gökalp'a göre, Malazgirt savaşı ve onun kahramanı Alparslan, manevî kuvvetin maddî kuvvete galebesini, Türkün inandığı değerlerin üstünlüğünü ifade eder.

Yahya Kemal'e göre, Malazgirt savaşı, Gökalp'ın ileri sürdüğü değerle beraber, başka bir değer taşır. O, Türk tarihinde yeni bir devrin başlangıcıdır. Malazgirt zaferinden sonra Türklük; yeni bir vatanda, yeni tarihî şartlar altında, yeni bir hüviyet kazanır.

Ziya Gökalp için Alparslan, ezelî ve ebedî Türk ruhunun sayısız tecellilerinden biridir. Başlangıç, coğrafyada değil, efsanede; maddede değil, ruhtadır.

Anadolu Mecmuası ile Yahya Kemal'e göre ruh, Zaman ve Mekân içinde şekil alır. İçinde yaşanılan coğrafya ve tarih, milletlere ayrı bir şekil verir, i k i büyük Türk edebiyatçısı arasındaki düşünce ayrılığı, Hars, Tarih ve Coğrafya arasındaki münasebetin daha geniş planda ele alınmasını ve Türk tarih ve kültürünün mukayeseli olarak tetkik edilmesini gerektirir."

İslam Tarihinde Malazgirt Savaşı

Mehmet Kaplan’ın aktardığı Bernard Lewis’in Türk tarihçiliği şablonundan hareketle İslamcı, Türkçü ve Anadolucu tarih paradigmaları Malazgirt Savaşı’na farklı anlamlar yüklediğini söyleyebiliriz. Mehmet Kaplan sözkonusu makalesinde Türkçü ve Anadolucu Malazgirt Savaşı okumalarını çok güzel bir şekilde özetlemitir. Ben bu yazıda Kaplan’ın makalesine Malazgirt Savaşı’na İslamcı yaklaşımı eklemeye çalışacağım.

Anadolu’nun İslam ülkesinin (Darülislam) bir parçası haline gelmesine ve İstanbul'un fethine başlangıç olarak sadece Malazgirt Zaferi'ni anmak eksik bir yaklaşımdır. İslam’ın Anadolu’ya girişi ve İstanbul'un fetih hazırlıklarına İslam tarihi içinden bakılınca Asr-ı Saadet’e kadar uzanır.

Kısaca Allah İslam ordusuna Malazgirt Zaferi'ni Hicrî 25 Zilkade 463'te bahşetti.. Malazgirt Zaferi'ni Miladi 1071 ile kodlamak zaten Batıcı bir yaklaşımdır.

İslam tarihinde, içeride birlik anlamına gelen Mekke'nin fethi, İslam'ın karşısında Bizans'ın iradesini kırmak olarak Yermuk Savaşı ve Malazgirt Zaferi topyekun olarak İstanbul'un fethine hazırlıktır.

Rum Suresi'yle Kur'an- Kerim'in ve Hz.Peygamber'in işaret ettiği Anadolu ve İstanbul'un fethine etno seküler yaklaşım, Malazgirt Zaferi'ni tek başına ele almakta ve abartmaktadır.

İstanbul'un fethine, Mekke, Yermuk ve Malazgirt zaferleri ile hazırlanılmıştır. Batı etkisindeki Türk tarihçiliği, ulus devlet politikası emrine giren Anadoluculuk yaklaşımıyla Malazgirt Savaşı’nı Türkçü ve İslamcı anlamlandırma çalışmalarından koparıp uzaklaştırmıştır.

İslam devleti, İstanbul’un fethine, sekiz asır gibi uzun bir sürede Mekke, Yermuk ve Malazgirt zaferleriyle hazırlanmıştır. Sürecin böyle uzun sürmesinin ana nedeni de iktidar kavgaları, Emevi ve Abbasi devletlerinin Doğu Roma’ya yeterince yoğunlaşamamalarıdır.

Anadolu Müslümanları ve devletin kurucu unsuru olarak Türkler, Muhammed aleyhiisselamın ümmetiyle kader birliği yapmış, İslam tarihinde altın sayfalar kazanmışlardır. Bu gerçek çarpıtılmamalıdır.

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.