Mustafa Yolcu: Tarihin İbret Levhaları- 1
Filistin Cephesi- 1
Birinci Dünya harbinin son yıllarında idi. Ben 23. Alayın 1. Makineli tüfek bölüğünü kumanda ediyordum. Alayımız 48.Tümen kumandanı Asım Gündüz’ün emrinde, Filistin Şeria mıntıkasında İngilizlerle birçok muharebeler yaparak, altı aydır Şeria nehrinin gerisindeki sırtları tutuyoruz. Müttefiklerimizin teslim olduğu, İngilizlerin Filistin cephesinde başlarına Alenby namında eski bir kumandanın getirildiği duyumlarını alıyorduk. Düşmanın sağ yanımıza yaptığı saldırı neticesinde, bütün Filistin cephesinde geri çekilme hareketi başlamıştı.
İçinde bulunduğumuz durumun, harbin son safhası olduğu şeklinde yorumlanıyordu. 48. Tümenin, bulunduğu cephede hiçbir baskıya maruz kalmadan Şam istikametine geri çekilme emri alınmış, 23. Alayımız ise Alay kumandanı Ahmet Fuat beyin kumandası altında Şam’a doğru yürüyüşe geçmişti. Hâlbuki buradaki Türk Alayı, gerek kendi vatanımızı ve gerekse Osmanlı uyruğundan olan diğer toplumları korumak için gelmişti. Oysa Arap bedevileri bunu idrak edemeyerek, yaralılarımızın bile üstlerini soyarak öldürdükleri esefle görülüyordu. Şam’a geldiğimiz zaman caddeden geçen, geri çekilen Alman birlikleri havaya ateş ederek kamyonlar içinde ilerliyorlardı. Şam’da kısa bir moladan sonra, yolumuza tekrar devam ettik. Şam’ın sıcak iklimi içinde güneş adeta başımızı delercesine tepemize çökmüştü. Asker sıcaktan bitkindi. Alayımız ve diğer birlikler yürüyüş sırasında ikinci bir ateş tehdidi altında kaldık. İlk gördüğümüz manzara düşman birliklerinden gelen subayların bize seslenmeleri idi. Subaylar, silahlarımızı bırakarak teslim olmamızı istiyorlardı. Neticede bu durumu kabulden başka çare kalmadığını görerek teslim olup, diğer esirlerin bulunduğu yere götürüldük. Bizden önce esir düşenler müttefik birliklerine aittiler.
Sıcaktan bunaldığımdan bir kenara çekilerek, yorgunluğumu gidermek için uzanmıştım. Askerlerimizden birisi yanıma sokularak:
Kumandanım, dedi. Tümen kumandanımız Asım beyle, Alay kumandanımız Ahmet Fuat bey de buradalar. Bir zeytin ağacının altında esir olarak yatıyorlar. Hemen yerimden kalkarak yanlarına koştum. Kumandanlarım büyük bir ümitsizlik içinde idiler. Zaten hepimiz üzgün ve manen yıkılmış vaziyette idik. Fakat yinede cesaretimizi kırmayarak, kurtulmak ümidi içinde bulunuyorduk.
Burada geçirdiğimiz üç beş sıkıntılı günden sonra, kampta bulunan binbaşı rütbesine kadar yüksek rütbeli subayların adedi sorularak; kendilerinin başka bir yere nakledileceği söylenmekte idi. Yapılan bir sayımdan sonra kampta 136 subay olduğu İngilizlere intikal ettirildi. Bu durum beni fazlası ile üzmüştü. Her ne pahasına olursa olsun, kendime Binbaşı süsü vererek kumandanlarımdan ayrılmak istememiş ve onların kaderine kendimi severek ortak etmiştim.
Ertesi gün mevcudu bildirilen subaylar alınmak üzere, bulunduğumuz yere kamyonlar gelmişti. Bu kafilenin arasında bende vardım. Fakat tekrar sayım yapıldığı zaman, mevcudun 137 oluşu İngiliz kumandanı sinirlendirmişti. Sanki mutlaka benim bulunmam için alay kumandanını sıkıştırıyor, alay kumandanımız ise dikkatle beni süzerek “ Bize de mani olma, ne olur çık Sokrat der gibi içli bir bakış atıyordu.”
Ben bu tasarladığım planda muvaffak olmuştum. Zira meselenin üzerinde daha fazla durulmayarak, kamyonlara bindirilmiş, gideceğimiz yere hareket etmiştik.
Bir müddet sonra kamyonlar Taberiye gölü kenarında durdular. Burada hususi şekilde hazırlanmış bir kampa alındık. Tümen kumandanımız Asım Gündüz Bey ve Alay kumandanımız Ahmet Fuat Bey, açlıktan bitkin bir vaziyetteydiler. Naklimiz sırasında, kamyonlarda bulunan İngiliz askerlerinin erzak sandıklarındaki kuru peksimet kırıntılarını toplayarak, ceplerimi doldurmuştum. Bunları suyla ıslayarak kumandanlarıma ikram ettim. Çok sevinmişlerdi. Ama gelecek zaman için bir şey düşünemiyorduk. Tamamen burada açlığa susuzluğa terk edilmiş, kaderin hakkımızda kılacağı hükme boyun eğerek, beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yoktu.
Taberiye gölünün kenarında şafak yeni sökmüştü. İngilizlere hizmet eden Ermeni tercüman avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
- Esir subaylar, haydin kamyonlara binin.
Bizi almaya gelen kamyonlardan birine binerek, öğleye doğru çadırlı bir ordugâhın bulunduğu mahalle geldik. Ermeni tercümandan öğrendiğimize göre, öğle yemeğini burada yiyecektik. Bir süre bekledikten sonra bizi sekizer kişi ayırarak, içimizden bir kişinin gelmesini ve yiyecek almamızı söylediler.
Erzak çadırına girdiğim zaman, içerdeki genç İngiliz askerlerine biraz taklit yaptım. İngilizler soğuk insanlar olmalarına rağmen, bazılarının da şakayı sever insan olduklarını daha önce öğrenmiştim. İngiliz bu hareketimden hoşlanmış olacak ki oda bana şaka yollu takıldı. Şakayı daha ileri götürmeden, işaretle karnımın çok aç olduğunu anlatmaya çalıştım. İngiliz yerden aldığı bir torbayı bana uzattı. Kaldıracak güçten yoksundum. Günlerce açlık ve sefalet çekmiştim. Fakat bir anda arkadaşlarım gözümün önüne gelerek, torbayı hemen kucakladım. Torbayı sırtladığım gibi doğru arkadaşlarımın yanına koştum. Torbayı açınca içinden, 10 okka kadar hurma çıkmasın mı? Hepimiz, günlerden beri aç midelerimizi bu nefis hurmalarla doldurma yarışına başladık. İkinci gidişimde erzak çadırında yine İngiliz vardı, biraz taklitten sonra bu defa bana bir torba kuru üzüm vermek lütfünde bulundu. Bu üzümlerden çok az kısmını yedik. Diğerlerini bu ziyafetten mahrum kalan arkadaşlarımızla gizli olarak, avuç avuç paylaştırdık.
Yemekten sonra bizi yola çıkardıkları zaman, yediğimiz hurma ve üzümün tesiri ile susamaya başladık. Fakat hiç suyumuz yoktu. Bir ara keşke hurma, üzüm yemeyip, diğer arkadaşlarımız gibi kuru peksimet yeseydik diye hayıflandık. Yol uzadıkça susuzluğumuz artıyor, bazı hayvan izlerinde tesadüf ettiğimiz bulanık sularda hararetimizi söndürmeye çalışırken, bizi takip eden İngiliz süvarileri kılıçlarının tersi ile sırtımıza, başımıza darbeler indiriyorlardı.
Nihayet hava kararırken; büyük bir tel örgü ile çevrilmiş kampa geldik. Mevcudumuz Binbaşı, Albay ve kaymakam olmak üzere 137 kişi idi. Daha doğrusu 137 iskelettik.
Günler boyunca Arabistan çöllerinin kavurucu sıcağında mücadeleden çok, müttefik kuvvetlerimizin geri çekilmesi ile esir düştüğümüzden dolayı, manen bitik vaziyette idik. Tel örgülerden içeri girenler kendilerini oldukları yere atıverdiler. Yorgunluk ve azap içinde geçen günlere, vücudumuz artık mukavemet edemez oldu. Bu anda ermeni tercümanın sesi duyuldu:
1 / 2 Devam edecek.
Bu yazı, Arma yayınlarının
Çanakkale Hatıraları adlı
Kitabından alınmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.