Mehmet Yürekli : 'Mi’rac, Efendimize Has Bir İhsan, Bir San’attır..’
Bu mi'râc-ı nebevî, mucizat-ı Nebevinin en büyüğüdür..
Mi'râc vakası, zaman ve zemin kayıtlarından, hâriç, mülk ve melekûta dair birçok hikmet ve esrar ile dolu, muazzam bir mucizedir’
Mi'râc gecesi, Sallallahu aleyhi ve Sellem Efendimiz hakkında efdal gecedir. Ümmeti hakkında ise efdal olan gece Kadir Gece'sidir.
Mi'râcın gece olmasındaki hikmet hakkında, Mevâhib-i Ledünniye'de şöyle bir kayıt vardır:
"Mi'râcın gece olması gaybe iman cihetinden mü'minlerin tasdîk ederek imanlarının tezyidine vesile olacağı gibi, kâfir ve münkirin de küfrünün ziyadesine sebep olmuştur. Eğer mi'râc gündüz olmuş olsaydı gaybe iman eden mü'minler, nâil olacakları fazîleti fevt etmiş olacaklardı. Ve münkirlere vaki olan fitne ve imtihan husule gelmemiş olacaktı.
Hicret-i Nebeviyyeden 1 sene 8 ay evvel vuku bulmuştur. Ve ruh maal-cesed(hem ruh, hem cesed) vâki olmuştur.
Şakk-ı Sadır (Göksün yarılıp iman ve hikmetle doldurulması)nın hikmeti, urûca (mi'râca) istidâd hasıl olmasıdır.
Şakk-ı sadr-ı nebevî, zahirî olarak vakî olmuştur. Bu hususta biz mü'minler bunun zahirî olarak vuku bulduğunu kabul etmekliğimiz vacibdir. Yoksa fikrimizi teşvişe uğratıp da başka bir ma'naya hamletmemekliğimiz lazımdır. (1)
Mi’rac: Sure-i Necm’ deki tariflerin sınırı ile incelenirse; Efendimizin sonsuz mekânlarda Allah’a ayina oluşudur. (Ka’be- Kalseyn) Mi’rac’a, Efendimiz, evrenin sonsuz yüzeylerinde onların hiçbirine takılmadan yalnız Allah güzelliğini seyretmiştir. Allah’ın sonsuz güzelliği sonsuz boyutlarda bir izdüşüm gibi Kalb-i Muhammedî’ye yansımıştır.
Bu intikal, sanıldığının tersine, Efendimizin evrenlerde dolaşması yerine evrenlerin Efendimizin gönlünde dürülmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Boyutlar ve varlıklar Efendimizin gönlünde dürüle dürüle Vahdet sırrına eriyor; böylece Allah kendi güzelliğini hem buutların her yüzünde fakat aslında Efendimizin gönlünde seyrediyor.
Bu mâna alışverişi perde perdedir. (Mi’rac, zâten perde perde yücelmek demektir.) Mi’rac’ta: zamanın ve mekanın, kendi koşulları içinde Efendimizin emrine girdiği kesindir. Ancak, Allah, bazı densizlere (hayal dedirtmemek için; Mi’rac’ı madde aleminden başlayıp yürütmüştür. (Mescid-i Aksa) Allah mekânların ötesindedir. Bu nedenle boyutlar, çizgiler ve şekiller bir fotoğraf gibi hiçbir zaman Allah’ı yansıtmaz. Ancak Efendimizin sosuz yüzeyler üstünde kurulu gönlünde hamd sırrı içinde Allah San’at şaheserinde güzelliğini seyretmiştir.
İkinci bir husus Cenab-ı Hakkın âlemleri yaratırken bilinmek istemesidir. İşte, Rabbin âlemine hamd; Allah’ın bu arzusuna karşı bizlerin zorunlu kulluk görevidir. Mi’rac Efendimize has bir ihsan, bir san’ attır.
Allah sevgili Habibine, Efendimize (hamd emri içinde, Allah’a perde perde derinleş ve bana ulaş) demektedir. Rabbül alemin hükmü gereği Efendimize (Mustafa) sırrı ‘Bu sır kelime olarak Allah tarafından arıtılarak yüceltilmiş demektir. ‘ verdim demiştir. Efendimiz Allah’a mana yakınlığı içinde, sonsuz boyutları dürerek Mi’rac’a vardıran manevi bir ceryan vardır.
Efendimiz, Mi’rac’ta salih kulları görmek istemiş; Allah’da bu dileği kabul etmiştir. Böylece Efendimiz kendine verilen nimet ve şaheserlerini biz müminlere de geçerli kılmak için Mi’rac yolunu bize açmıştır. Fahr-i kâinat ahlakında, verilen her nimetin sevdikleriyle paylaştırılması vardır. Allah, Efendimizin bu huyunu farz hale getirmiştir.(Size verilen her şeyden infak ediniz)
‘Nefis vesveselerinden kurtulmanın, Allah’a kulluk edebilmenin temel ilkelerinden birisi Efendimizin mi’rac’ta Allah’a verdiği kelâmdır. Mi’rac’da: Allah, Efendimize (bana ne getirdin) diye takılmıştı. Efendimiz, (Yarabbî, sana öyle bir şey getirdim ki: o sende ve senin hazinende yoktur.) Bu söz Allah’ın o kadar hoşuna gitti ki; onun için bilinmeyen hiç bir şey olmadığı halde, özellikle, bütün ekranları kapatarak Efendimizin getirdiği o şeyi Efendimiz lisanında dinlemek istedi. O zaman, Fahr-i kâinat Efendimiz, (Yarabbî, sana öyle bir şey getirmeliyim ki; o sende olmasın, neticede aradım buldum. Sana getirdiğim şey yokluktur. Senin hazinende olmayan tek şey bu yokluktur.) Ne var ki buradaki yokluktan murad özellikle Efendimizin gönlünde Allah sevgisi dışında bir şey kalmamış olmasıdır.’ (2)
İşte, Mi’rac sırrını vermesi için Efendimizin bu yokluk hikmetini gönüllerde yer etmesi lazımdır. Mâna erleri dediğimiz İslam büyükleri, kalplerini öyle arıtmışlar, öyle berraklaştırmışlar ki; tam bir yokluk teşekkül etmiştir.
İşte Allah’ın kendi güzelliğini seyir için tecelli mekânı bu yokluk sırrıdır. Mirac, Efendimizin sevdiklerine, bu sır içinde tecelli eder.
Allah zatını ancak O’na bildirdi.
Cemâlini ancak O’na gösterdi.
Kelamını O’na duyurdu.
Kur’an ını O’na buyurdu.
O’nun kitabı mü’minin kalbinde kuvvettir. Onun sünneti müslimin hayatına hikmettir. O’nun eteğini elden bırakmak ölmektir. Millet O’nun nefesi ile hayat bulmuştur.
Bu seher O’nun güneşi sayesinde fecr-i sâdıka ermiştir.
Fert, Hak sayesinde, millet de, fert sayesinde dirilir. Bize, BİR’i bildiren, bize, bizi bildiren O’dur’
‘O Hak katına, sükûn yurduna giderken, yüzünü gören melekler kanatlarını attı. Felek de hırkasını yırttı. İlâhi ruhu kafesinden uçmuş, kalıbı kalbinden daha hafif hâle gelmişti. Lâhûtî (ilahî) mekanlara kavuşma yolunda ilerlerken mesafeler O’nu uğurluyor, iki cihan gözünü O’na çeviriyordu’ (3)
Ölümün ötesi O’na gösterildi. Ölüm ötesini O gördü. Bakâ sırrına erdi. Mü’minlerin ölmediğini O bildirdi.
Aşk refrefine bindi, Hakka ulaştı.
"Zaten ol suntanı mâ zâ ğâl-basar
Eylemişti Hakka tahsis-i nazar
Bî hurûf u lafz u savt ol pâdişâh
Mustafâ’ya söyledi bi iştibah
Şeş cehetten ol münezzeh zülcelâl
Bî kamû keyf âna gösterdi cemâl!.." (4)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.