"Mal da Yalan Mülk de Yalan Var Biraz da Sen Oyalan.."

"Mal da Yalan Mülk de Yalan Var Biraz da Sen Oyalan.."
Hayri Bostan: "Sahip olduğumuz her şeyin bir zekâtı ve ilahi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluklar bir yana, böyle şuursuz insanlar başkalarının emeklerine de göz dikerler.."

Mal da Yalan Mülk de Yalan Var Biraz da Sen Oyalan

Sahip olduğumuz her şeyin bir zekâtı ve ilahi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluklar bir yana, böyle şuursuz insanlar başkalarının emeklerine de göz dikerler.

Müslümanlardan birçoğu, sahip oldukları dünyalıkları, kendi kafalarını çalıştırarak, kendi zekâ ve emekleriyle kendilerinin kazandıklarını zannederler.

Hâlbuki bu ayetlere göre kul çalışır; Allah verir. Kur’an’da bu konudaki bütün ayetler bu mealdedir. Yani “çalışıp kazandıklarınızdan Allah yolunda verin” demez. Allah’ın size verdiklerinden siz de verin” der. Çünkü öyle çok çalışanlar vardır ki adeta boğaz tokluğuna yaşarlar. Öyleleri de vardır ki, hem çalışıp kazandıkları bereketlenir, hem annelerinden, babalarından, eşlerinden miraslar kalır. Bir koyarlar bin alırlar, hiçbir emek koymadan da birçok şey kazanabilirler. Bütün bunlar insana ilahi bir sınavdır.

Kul, sahip olduğu dünyalıkları kendisine Allah’ın verdiğini düşünürse onlara bakışı değişir. Bir emanetçi olduğunu, bu sahip olduklarının hakkını vermekle mükellef olduğunu bilir. Eğer bilmezse sahip olduğu her şeyi kendisi tüketmeye çalışır. Bu sefer de ya başına bazı felaketler gelir, ya neslinden har vurup harman savuran çocuklar verir ona Allah. Ve “Hay’dan gelen böylece Hu’a gider de gene de bu musibetlerin nereden geldiğini akıl edemez birçokları...

Sahip olduğumuz her şeyin bir zekâtı ve ilahi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluklar bir yana, böyle şuursuz insanlar başkalarının emeklerine de göz dikerler. Kendi zevkine çok bol bol harcarken sahip olduklarında emeği ve hakkı olanların haklarını küçümserler. O zaman da “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” özdeyişi tahakkuk eder.

 

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ

"Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar."  (Bakara; 3)

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

"Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez."  (Kasas; 77)

قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ

"Kârûn, "Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir" dedi. O, Allah'ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helak etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir)."  (Kasas; 78)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

"Onlara, "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın" denildiği zaman, inkar edenler iman edenlere, "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" derler."  (Yâsîn; 47)

وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟

"Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır."  (Enfâl; 28)

Ne kadar manidar bir ayeti kerime. Malları da, evlatları da, başta hayatımız olmak üzere sahip olduğumuz her şeyi veren Allah. Kimin malından kime cimrilik ediyoruz ki?

Ben de hayatımda şunu çok gözlemledim: Kendisine bir çuval ceviz verdiklerim o çuvaldan bana bir avuç vermekte cimrilik ettiklerini gördüm.

Vaizler bağırıp çağırarak Müslümanlara “Kur’an’ı yaşayın” diye tembih ederler; ama bu Kur’an’ı yaşamanın nasıl olacağını ayrıntılarıyla anlatmaya çalışanını pek görmemeyiz. Kur’an’ı yüzlerce kere hatmetmek yerine bizleri doğrudan ilgilendiren ayetleri okuyup anlayarak ve ciddiye alarak başlayabiliriz mesela. İnsanlar bize kızacaklardır, “laf sokuyorsun” diyecekler, “sen benim yapmadığımı nerden biliyorsun” diyeceklerdir. Hiç önemli değil. Kim ne derse desin. İşte size her Müslümanın en çok zaaf gösterdiği konulardan biri. Elimizi de, kendimizi de, çocuklarımızı da alıştırmamız gerekiyor.

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً

"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın."  (İsrâ; 29)  

Ölçüyü ne kadar güzel koymuş Yüce Rabbimiz. Hayran olmamak mümkün değil. Ama Kur’an okuyanlarımızın, dinleyenlerimizin çoklarının bu güzel anlamlardan haberleri olmuyor. Onlar sadece Kur’an’ı makamla okuyup sevabını umarlar. Mehmet Akif Ersoy:

Ya açar bakarız Nazmı Celil’in yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’ an şunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak nede fal bakmak için” diyor.

Ne kadar güzel anlatmış halimizi.

Kur’an okuyanlarımızın birçoğu da sayısal okumalara odaklanmışlardır. Ne zaman, ne kadar sürede kaç tane hatim indirmiş, kaç tane Yasin Suresi okumuş, ona bakarlar. Bunun yerine, “bugün Kur’an’dan ne öğrendim, hayatıma nesini uyguladım” diye düşünsek çok kısa zamanlarda çok iyi mesafeler alabiliriz. Aynı şeyi hadis öğreniminde, sünnet uygulamalarımızda da yapabiliriz.

Sadece bir örnek vermekle yetineceğim: Çöpleri yerlere, kamusal alanlara atmak, çevreyi kirletmek neredeyse ulusal bir özelliğimiz bizim. Dindar kişiler olarak camiye giderken, marketten dönerken yolda gördüğümüz bir pet şişeyi, bir naylon poşeti, bir meşrubat kutusunu alıp en yakınımızdaki çöp konteynırına atmakla başlayabiliriz. Biz bu davranışımızla hem sünneti ihya etmiş, sevap almış, hem de çevremize örnek olmuş oluruz. İnsanları eleştirmek, kınamak, söylenmek bir şey değiştirmiyor. Ama uygulamalarımızla en güzel örnek olabiliriz. Sizlere yemin ederim ki öyle farz namaza durmadan önce cebimizden çıkardığımız misvakı ağzımızda şakşuk gezdirmekten, sarık ve cübbelerle film setlerinden kaçmış figüranlar gibi ortalıkta dolaşmaktan çok çok daha fazla sevap kazanmış ve çok da güzel bir iş yapmış oluruz. Artık sizler bunu selamlaşmak, komşuluk, alışveriş, yolculuk, sohbet ve tartışma adabı gibi şeylerle zenginleştirebilirsiniz. Sevgili Peygamberimiz(sav) bizleri en çok riyadan sakındırmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Maun Suresi’nde hayatımıza uygulayacağımız, günlük hayatımızda dikkat edeceğimiz ne kadar incelikler vardır. Sadece “الذيناَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ

"Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar."  (Maûn; 6) - Onlar ki gösteriş yaparlar.                               وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ

"Ufacık bir yardıma bile engel olurlar"  (Maûn; 7)  kısmını anlamak bile bize yeter de artar bile.

Bunca imam hatip lisesi, ilahiyat fakültesi,  Kur’an kursu olan bir ülkede nasıl olur da bu konularda bir duyarlık oluşturamadığımızı düşünmemiz gerekmez mi?   Bunun sebebi,  ne kadar hatim indirdiğimizi, tecvide ve meharici hurufa ne kadar dikkat ettiğimizi,  makamla Kur’an okumayı ne kadar yücelttiğimizi, Kur’an’ı sadece birileri öldüğünde hatırladığımızı önemsiyor olmamızda aramak gerekmez mi?

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

"Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."  (Furkân; 70) Şimdi bu ayete bakarak ölen bir kişinin ardından “Allah seyyiatını hasenata tebdil eylesin” diye dua etmek uygun olur mu? Ölen kişi artık ne tövbe edebilir, ne de durumunu düzeltebilir, öyle değil mi?

Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın dinle ilgili bilgi ve davranışların güncellenmesi gerektiğini söylemesinden ben tam da bunu anlıyorum. Ama en başta gerek din içerikli, gerek siyaset içerikli tartışmalarda her şeyden önce nezakete, karşılıklı sevgi-saygıya ve hoşgörüye ihtiyacımız var. Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Sayın Ebubekir Sifil’in Sayın Mustafa İslamoğlu hakkında yazdıklarını görünce ben buna iyice kanaat getirdim. Bizim her şeyden önce ciddiyete, nezakete, karşılıklı saygı ve hoşgörüye de ihtiyacımız olduğu aşikârdır.

 

Hayri BOSTAN

uzmanustaz@hotmail.com

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.