Siyasi Uzlaşı

Siyasi Uzlaşı
Millete dayatılan “uzlaşma kültürü” de; bir, boyun eğme, gücü tanıma ve ancak ödün verdiğin takdirde yaşayabileceğin bir hayatı kültür edinme anlamına gelmektedir.

Bu günkü dünyada Müslümanlar, kendi bildikleri, inandıkları, arzu ettikleri, hayalini kurdukları ideal bir dini değil, emperyalizmin zorlamaları karşısında, tavizler vererek, özünden neredeyse bir şey kalmayan, uzlaşı bir dini yaşıyor, yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

Uzlaşma, günümüzde, sosyal ve siyasi hayatın olmazsa olmazı, ilişki yönetiminin çilingiri bir yöntem haline geldi. İnsan insanla, devletler devletlerle, uzlaşa uzlaşa ama güçlükle ayakta durabiliyorlar. Artık konuşmanın bir yararının kalmadığı bu ortamda, restleşme ve münakaşanın da getirisi görülmeyince, en az zararı göze alıp, iyi ya da kötü, “uzlaşabilmek” ehveni şer sayılıyor.

Sosyal hayatın, çoğu zarurete dayalı, kasıt içermeyen, eşya ve imkanlarına yönelik hak ihlal ve kayıplarını karşılıklı iyi niyetle, helalleşme yoluyla halletmek, gerektiğinde bir aracı ve hakem tayin ederek, dünyalık meseleleri iyi niyetle çözmek güzel bir şey. Bunun, sahabe yaşantısında has örnekleri var. Devlet de bu gün, avukatları yetkilendirmiş, mahkemeye gerek kalmadan, vatandaşları “uzlaşma merkezlerine” davet ederek, bir uzlaşma altyapısı oluşturmuştur.

Günümüzde siyasi uzlaşma, eşit güçlerin asgari müşterekte buluşup, her iki tarafın da verdiği zorunlu kaybı gözden çıkararak yaptığı bir anlaşma değil, baskın gücün dayatmalarından, kıskacından, bunaltmasından dolayı, karşısında direnç gösteremeyen devletlerin, zorunlu tavizleri üzeri üzerinden yürümektedir.

Her kim, bir uzlaşıya çağrılsa, bu görüşmeden, ölçüsüz güçlerin, mazlumu bir köşeye sıkıştırdığı, niza ya da gürültü çıkarmaması için ikna edilmeye çalışıldığı, adaletsizlik ve zulüm kokusu yayılmaktadır.

Millete dayatılan “uzlaşma kültürü” de; bir, boyun eğme, gücü tanıma ve ancak ödün verdiğin takdirde yaşayabileceğin bir hayatı kültür edinme anlamına gelmektedir.

Bu denklemde uzlaşan, tavizle yürür.

Tavizin sonu da, yok oluştur.

Siyasi uzlaşmanın kendilerince pozitif sonuçlarını alan zalimler, dini konuları da bir uzlaşma masasında çözmeyi hedeflemektedir. Yumuşatılmış ve kamuflajlı ismiyle, “dinler arası diyalog platformu” bunun siyasi altyapısını oluşturmak içindi.

Uzlaşı, İslam toplumun temeline yerleştirilen güçlü bir dinamit, Müslüman şahsiyeti yok edici, ciddi bir projedir. Kafirle uzlaşılmaz. Müslüman ancak, kalbiyle uzlaşır. Vicdanına hesabını veremediği hiçbir karar ya da uygulamayı, hiçbir şeye rağmen kabullenip benimsemez.

Din, bizim tasarrufumuzda mıdır ki, dinden bir şey eksilterek, taviz vererek, herhangi bir hükmünü yok sayarak ya da o hükmü usulüne uygun yaşamayarak birileriyle uzlaşalım, bir tasarrufta bulunabilelim?

İslam’da, uzlaşma değil, helalleşme vardır.

Hak arayışı, hakkı korumak, emek, cesaret ve sabır ister. Müslüman, kendi kişiliğini inci tanesine dönüştürebilmek için, tüm edimlerini, yönelimlerini, duygu, düşünce ve hayallerini süzer. Müslüman, uzlaşa uzlaşa, kendinde, dinden hiç bir emare kalmayacak hale gelemez.
Bu günkü dünyada Müslümanlar, kendi bildikleri, inandıkları, arzu ettikleri, hayalini kurdukları ideal bir dini değil, emperyalizmin zorlamaları karşısında, tavizler vererek, özünden neredeyse bir şey kalmayan, uzlaşı bir dini yaşıyor, yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Müslümanların, sosyal hayata temas eden, eğitici ve geliştirici hükümlerini, uygulandığı zaman bütün bir insanlığı selamete çıkaracak dinamiklerini yok eden bu “uzlaşı kültürü”, İslamı, ancak içinde taşıyabileceğimiz, aile arasında kullanılabilecek bir “iyi niyet” ile sınırlamak istiyor. Dini, din olmaktan çıkarıp, adet ve gelenek sınıfına indirgemek istiyor.

İslam’ın şerefini korumak ve yaşatmak için, Müslümanların şahsiyetli olması gerekiyor.

Müslümanların bu acz ve çaresizlikten kurtulmak için, yeniden, büyük bir kararlılık ve ısrarla, İslami şahsiyetlerini kuşanmaları, Müslüman tavrı takınmaları gerekiyor. Dinini kendi aslî ikliminde yaşamayı arzulamaları, bunun için her şeyi göze alabilmeleri gerekiyor.

Usta bir ressamın, resmin tüm ögelerinin, en ince detaylarına kavuşabilmesi, görselin kendini her şeyi ile ifade edebilmesi için kıl fırçayla yaptığı o hassas dokunuşlar gibi, biz de, şahsiyetimizin ayan beyan ortaya çıkabilmesi için gerektiğinde en tali hükümlere bile ölümüne sahip çıkmalıyız. O ressamın, en sonunda, “final touch”, yani son bir dokunuşla, her şeyi ile içine sinen bu tabloyu onaylaması, “işte budur” deyip ortaya koyması gibi, bizler de, Müslüman şahsiyetimizi, kendi içimizde böyle onaylayıp, tüm renkleriyle yaşayarak ortaya koymalıyız.

Şahsiyet, insanı topluma konumlar. Toplumun rengini belirler.

Şahsiyetli insanlar, aralarında; kötülüğü, çirkinliği, haksızlığı barındırmayacakları için, hayat da bu denklemde akmaya başlar.

Müslümanlar, hak ettikleri izzetli konumu elde edebileceklerse, bu, özgün karakterleriyle davranarak, uzlaşarak verdiği tavizlerden dönerek, dini, bütün hükümleriyle şahsiyetinde yeniden ve esasına uygun bir biçimde inkişaf ederek başaracaklardır.

Kaynak:Adanapost

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.