Kovid-19 Küresel Salgınına Rağmen Kurbanda Kurbiyeti Yaşamak
"Her zamankinden daha fazla itina ile Kurban Bayramı’nı idrak etmek durumundayız: Affederek, şükrederek, merhamet ederek, diğerkâm davranarak, insanlığımızı koruyarak… Her akşam soğuk istatistiklerle verilen ölümleri “Canımdan can gitti.” duygu ve düşüncesiyle izleyerek, kendimizi ve çevremizi koruyarak..."
Bir yandan kovid-19’un yayılım hızına bağlı olarak zuhur eden kısıtlamalarla moralimiz bozulurken öte yandan kısıtlamaların gevşetilmesi veya kaldırılması ile şaşkın bir sevinç yaşıyoruz. Bu süreçte “yeni normal” diye bir kavram giriyor hayatımıza. Buna alışalım derken “yeni normal” eskimeye başlıyor, tıpkı her yeniliğin zamanla yeniliğini yitirmesi gibi. Yine de her gün daha fazla artıyor maziye yönelik özlemlerimiz. Şimdi görece daha rahat gibiyiz. Ancak kovid-19 virüsünün delta ve lambda gibi mutasyona uğramış varyantlarına yönelik haberlerden beslenen kaygılarımız ruhsal bakımdan gerdikçe geriyor bizi.
Gerginlik, yerine ve durumuna göre işlevseldir elbette. Zira her türlü fiziksel, sosyal ve ruhsal gelişim denge ile dengesizlik geriliminde tezahür eder. Tecrübe edildikçe normale dönüşür yeni normaller. İster istemez dünyaya bakışımız, kendimizle ve insanlarla ilişkilerimiz, yeme içme ve eğlence alışkanlıklarımız, dinî ve manevi hayatımız derinden etkileniyor bu süreçte. Savruldukça savruluyoruz özgürlük ile güvenlik arasında. Yaşam biçimlerimizde ortaya çıkan kısıtlamalar özgürlük arzumuzu olumsuz etkilerken bizi daha güvenlikli bir dünyaya taşıyor ancak yaşadığımız savrulma ve kaygı ile baş etmekte zorlanıyoruz. Kısıtlamalar kalkınca başka bir gerilim alanına yelken açıyoruz, acaba kovid-19 daha da artarsa; bize, ailemize, akrabalarımıza ve dostlarımıza musallat olursa… Birden sevincimiz kursağımızda kalır gibi hemen maskelerimizi takıyor, dinî geleneğimizde var olan musafaha davranışımızı askıya alıyor, fiziksel mesafemizi korumaya gayret ediyoruz yutkunarak.
Kovid-19 döneminde dijital imkânları kullanarak sevdiklerimizle ve dostlarımızla görüntülü iletişim kurmaya başladık. Meğer ne kolaymış hasret gidermek! Belki de küresel postmodernite canına okuyor hasret duygusunun. Bence tüm insanlık olarak hasret duygusunun ölümüne şahit oluyoruz. Öyle ya dokunamasak da birbirimize canlı kanlı görüşüyoruz, filim izler gibi. Henüz online görüşme imkânları bu kadar bilinmezken İbrahim Tenekeci “Bir jeton yanağıma getiriyor da yanağını / kokunu rüzgâra salsam bana getirmiyor” diyordu. Şimdi de öyle. Görüntü, ses ve renk her şey tamam ancak insan kokusuna hasret yaşıyoruz. İnsan kokusu derken kanlı canlı belli bir şahsı kastetmiyorum. Hasret duygusu artık daha farklı bir yapı ve şekilde çıkıyor karşımıza. Hasrete hasretlik çekiyoruz. Artık “Göresim geldi.” ifadesi bile anlamını yitirdi sanki. Düşüncelerimizi saklamadan, lafı evirip çevirmeden itiraf edelim: Dijital ortamda kurulan ilişkiler gerçek ilişkilerin verdiği tadı sunmuyor gönlümüze. Kendimizi “Ne yapalım başka çaremiz yok.” diyerek teselli etsek de sosyal destek algımızın gittikçe zayıfladığını hissetmeye başladık. İçimizi ürperten bir histi bu. Kalabalık içinde yalnızlıktan izole yalnızlığa doğru yol alırken içsel-manevi destek arıyoruz mütemadiyen lakin bulamıyoruz yeterince. Bu süreçte her şeyi kuşatan Allah’ı nerede nasıl bulacağımızı bilmememiz kendimize çarpmamıza neden oluyor. Tüm şıkların elendiği yerde tek sığınak kalıyor geriye. Bizi bizden daha iyi tanıyan, her şeye gücü yeten, ol deyince olduran, dilerse her türlü bela ve musibetten bizi emin kılan Rabbimize sığınmaktan öte bir yol bulamıyoruz çoğu kere.
Kovid-19’un gölgesi altında Kurban Bayramı’na eriştik. Kısıtlamalar kaldırıldı. İmkânı olanlar kurbanlarını kesecek, böylece hem ailesini hem de ihtiyaç sahiplerini sevindirecek. Sormadan edemiyoruz: Kurbandan nedir maksat? Elbette kesilen kurbanların etinden yiyeceğiz, misafirlerimize yedireceğiz, ihtiyaç sahiplerine dağıtacağız. Dahası olmalı… Acaba nedir dahası? Kurbanda kurbiyeti hissedebiliyor muyuz acaba? Allah’a yakınlaşabiliyor muyuz kesilen kurbanlarla? O’nu hissedebiliyor muyuz ruhumuzun en derinlerinde? İçsel-manevi desteğimizi bulabiliyor muyuz yeterince? Kurban bir ibadet mi yoksa adet mi? “Üst üste sorular soru içinde” der ya Necip Fazıl… Bölündükçe çoğalan kışkırtıcı sorularla boğuşuyoruz. Sonra, sorular yerinde dursun “Bayramlar bayram olsun derim, Allah kerim” ve “Mübarek elleri öpüp koklayıp / yüzüme sürdüğüm bayramlar hani.” diyen Abdurrahim Karakoç’u anıyoruz buruk bir tebessümle.
Evet, kovid-19 şiddetli bir sarsıntıyla sarstı tüm insanlığı, hâlâ da devam ediyor bu sarsıntı. Aşılama arttıkça tünelin sonu göründü umuduyla ışıldıyor gözlerimiz. Yaşanan sarsıntıları daha büyük felaketlerin öncüsü değil, olan bitenin artçısı olarak görmek istiyoruz. 2020 ve 2021 Ramazan bayramlarını evlerimizde buruk yaşamıştık. Hâlimizi en iyi anlatan dizeler belki de şuydu: “Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir, gönlümün kıyısına vurur.” Gözlerimiz kaygıdan sermest bir şekilde uzaklara dalardı. Acaba ne arardık uzaklarda? “Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin.” der ya Didem Madak tıpkı öyle… Ötelere doğru bakmak hem ötelerle ve ötekiyle buluşmayı hem de ötelediğimiz ne varsa onlarla kucaklaşmayı iktiza eder. İmdada Necip Fazıl yetişir; o meşhur tok ve kadife sesiyle: “Öteler, öteler, gayemin malı / Mesafe ekinim, zaman madenim / Gökte samanyolu benim olmalı / Dipsizlik gölünde inciler benim.” Her şeyle ve herkesle buluşabilmek için önce Rabbimizle karşılaşmamız ve buluşmamız gerekirdi. Yine de sormaya devam edelim: O’nunla karşılaşmak mümkün mü acaba? Hadi karşılaştık diyelim, nasıl gerçekleşecektir bu buluşma?
2020’de olduğu gibi 2021 Kurban Bayramı’nı görece sevinçle karşılıyoruz. Kurbanlarımızı Rabbimize takdim etmenin hazzını yaşama peşindeyiz. “Onların etleri ve kanları elbette ulaşmayacaktır Allah’a. Ancak sizin takvanız erişebilir O’na.” (Hac, 22/37.) ayeti sarıp sarmalıyor bizi. Allah’ı şah damarımızdan daha yakın hissetmeden gerçekleşebilir mi takva? “Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır” der ya Sezai Karakoç Sürgün isimli şiirinde. Rabbimizin bizi sevdiğini, koruduğunu, kolladığını hissettikçe, ruhsal bakımdan hazırız demektir ben ötesiyle temas kurmaya. Yere göğe sığmayan Allah’ın kalbimizi kuşatmasıyla kök salan bu his, filizlenir meyveye durur gönlümüzde. Yunus’un diliyle “Gönül Çalabın tahtı”dır zira. Orası cennet bahçelerinden bir bahçe olur âdeta. Takvadan kurbiyete, kurbiyetten takvaya döngü başlar ve devam eder biteviye. Artık “… Kan kesilince damardan sıcak / sımsıcak kelimeler boşandı … /… Aşk ve ölüm bana yeniden / su ve ateş ve toprak/ yeniden yorumlandı.” dizeleriyle İsmet Özel’in “Amentü”sünü mırıldanmaya başlarız. Kalbin yeniden imar; algı ve idrakin yeniden inşa olduğu kurbiyet hâli, hiçbir şeyin önceki gibi anlamlandırılmadığı yeni bir dünyaya doğuş demektir.
Tam da bu noktada kovid-19 küresel salgınının bozduğu düşünce yapımız, ilişkilerimiz ve sosyal destek algımızı güçlendirmenin imkânlarını arıyoruz. İçe dönmek, içe döndükçe ben ötesine açılmak, ben ötesine açıldıkça ruhen Allah’la buluşmak, Allah’la buluştuktan sonra yeniden beşerî düzleme inmek. İşte “kıvama ermek” denilen durum. “Kıvam” demişken aynı kökten türeyen “sırat-ı müstakim” ve “ahsen-i takvim” geliyor aklımıza. “ed-dinü’l-kayyime” ve “ekimu’s-salâh” terkiplerini de vurgulamak gerek. Bunların hepsinde değer, ahlak, iman ve ihsanla ulaşılması gereken kıvam hâli tanımlanıyor bize. İşte takva ve kıvam ilişkisi. Bu ilişkiden neşet eden ruhsal hâle, en yalın ifadesiyle kurbiyet demek mümkün.
Eğer Rabbimize yakınsak nefsimize, sosyal çevremize ve içinde yaşadığımız dünyaya merhametli davranmak durumundayız. Şayet Kurban Bayramı kurbiyetimize vesile olacaksa kovid-19 küresel salgınının beraberinde getirdiği yeni dünyanın yeni bireyi karşısında kıvamlı ve takvalı insanı öldürmemek için “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça mutlak iyiye ulaşmazsınız.” (Âl-i İmran, 3/92.) ayetini hatırlamak gerek. “Bize ne başkasının ölümünden demeyiz çünkü … /… Başka ölümler çeker bizi / ve bazen başkaları ölümü çeker bizim için” (İ. Özel). Kovid-19’dan vefat edenlerden “Bize ne!” diyerek sıyrılamayacağımız gibi bizim başkalarına başkalarının bize ölümcül virüs sunması karşısında da duyarsız kalamayız. Sadece ölümlere değil maddi manevi yokluk ve yoksunluk yaşayanlar için de aynı cümleler söz konusu. Bize ne başkasının işsiz, evsiz, barksız, aç ve çaresiz oluşundan dediğimiz anda insani kıvam kaybolmuş demektir. Evine ekmek götüremeyip intihar eden babanın, açlıktan ağlayan çocuğun, ayakkabısı olmadığı için ayağına cam batan yetimin; evlatlarının geleceğinden endişe duyarak ruh sağlığı bozulan annenin, dahası dilsizce feryat eden tüm insanların vebali omzumuzdadır akla gelen her anlamıyla.
Yardımlaşma ve dayanışmaya daha fazla ihtiyaç duyulur zor zamanlarda. Madem bayram (iyd) sevinç ve neşe günü demektir, başkasını sevindirmeden ve neşelendirmeden sevinçli ve neşeli olmak, tek taraflı yaşamak değil midir bayramı? İşte kıvamsızlık ve takvasızlık. Dahası kesilen kurbandan kurbiyete vasıl olamamak. Et yiyerek mideyi doyurmak ancak ruhun çorak kalması. Mehmet Akif gibi “Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi.” ya da Yahya Kemal gibi “Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.” diyememek ve boğulmak kıvamsızlıkta.
Her zamankinden daha fazla itina ile Kurban Bayramı’nı idrak etmek durumundayız: Affederek, şükrederek, merhamet ederek, diğerkâm davranarak, insanlığımızı koruyarak… Her akşam soğuk istatistiklerle verilen ölümleri “Canımdan can gitti.” duygu ve düşüncesiyle izleyerek, kendimizi ve çevremizi koruyarak, diğer insanların hâlleriyle hemhâl olarak, hülasa kıvamlı davranarak. Kovid-19 sonrası kurulması planlanan yeni dünya ve yeni bireye inat tedbir-takdir ilişkisine riayetle iç ve dış dünyamızı imar ederek...
Ne dersiniz? Kurbanda kurbiyete var mısınız?
20 Temmuz 2021 - Prof. Dr. Asım YAPICI
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.