Korkut Daban: 6284 Zulmü
Davranış Bilimleri Uzmanı Korkut Daban: 6284 Zulmü
Bizim dünyamızda Hak ve Hakikat söz konusu olduğu zaman akan sular durur deriz. Hatta bu durumlarda en sık başvurduğumuz ifade efendimizin söylediği “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözüdür. Mensubu olduğumuz İslam Dini terazisi bu hassas denge üzerine inşa olmuştur.
Genel anlamda Hak ve Hakikat ifadeleri hayatımızın neredeyse tamamına hükmeden bir kavramdır. Ancak biz bugün son yıllarda Emperyalist Batı’nın bizlerin sosyal yaşamına Hak ve Hukuk kavramları üzerinden nasıl istismar ettiklerini dile getirmeye çalışacağız.
İslamiyet yeryüzüne indiği günden itibaren zalimin ve zulmün en büyük tehditi olmuştur. Öyle ki bugün medeni olarak tanımlanan batının siyahi insanlara veremediği eşitlik hakkını İslam Dini 1400 yıl önce gerçekleştirmişti. İslamiyet öncesi köle olarak zulüm görenlerden biri de Habeşli siyahi köle Bilal idi.
Müslüman olduğu için türlü işkencelere maruz kalan siyahi kadın Hamame’nin oğlu Bilal, İslam’ın ilk Müezzini olarak efendimiz tarafından şerefli bir göreve layık görülmüştü. Tam on dört asır önce insanların ten renginin herhangi bir özellik veya avantaj sağlamayacağını net bir şekilde ortaya koymuştu.
On dört asır önce esaretten kurtulan Müslüman Erkekler in hakkı bugün batının bizlere dayatmış olduğu İstanbul Sözleşmesi ve onun uzantısı olan bir takım hukuksal düzenlemeler ile yeniden esaret altına alınmaktadır. Öyle ki en sapkın ideolojiler dahi İslam düşmanlığını kadın ve aile üzerinden gerçekleştirmektedir. Kısacası Küfür tek millet olarak kendi davasını savunmaktadır.
Ancak son zamanlarda Müslümanların bu küfür ordusuna karşı mücadelede zayıf kaldığına tanık olmaktayız. Her fırsatta bir araya gelmeyi başaran küfür ordusunun bileşenlerine karşılık İslam Aleminin fırkalara bölünmesi en büyük zafiyeti oluşturmaktadır.
Çoğu zaman Küfrün sözüne ve sahibine sarf etmediğimiz ifadeleri kendi kardeşlerimize karşı sarf etmekten çekinmiyoruz. Bizlerin bu gereksiz münakaşaları israftan öte olmadığı gibi münafıkların değirmenine su taşımaya sebep olmaktadır.
Müslümanları kendi içinde çatışmaya sevk eden Küresel güçlerin diğer taraftan en büyük sömürge araçları olan kadın ve çocuk üzerinden yapmış olduğu Yıkım Projelerini bu yüzden çoğu zaman güzümüzden kaçmaktadır. Küfür Milleti her zaman olduğu gibi fitne ve nifak ile mücadelesini büyük bir azimle sürdürmektedir. Ancak Müslüman Kardeşler bırakın bu küfür milleti cihat etmeyi, kendi nefsini aşmayı dahi gerçekleştirememiştir.
İşte tam da bu noktada Küfür Milleti emeline ulaşmayı başarmaktadır. Müslümanları sürekli olarak Sünni-Şii, Türk-Kürt, Arap-Acem ve Erkek-Kadın gibi kavramlarla ayrıştırma fırsatını kullanmaktan kaçınmamıştır.
Dikkat ederseniz Müslüman Coğrafyalarında devam eden zulüm ve katliamların tek kaynağının Küfür Milletinin temsilcisi Emperyal Güçler olduğunu görebilirsiniz. Son yıllarda ülkemizde Kadın Haklarını aradığını iddia eden sözde hukuk havarilerinin de aynı kaynaklardan beslendiğini görebilirsiniz.
Ümmetin temsilcisi olan Türkiye başta olmak üzere Müslümanların asla bir araya gelip güçlü olmalarını istemeyen bu küresel güçler kadınlarımızı, bize düşman etmek suretiyle aile yapısını temelden sarsmayı hedeflemektedirler.
Son yıllarda ülkemizde meydana gelen aile içi sorunlar ve boşanma oranları bu dış güçlerin belli oranda başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. İlk günden itibaren karşı olduğumuz ve devletimizin boynuna bir zincir misali asılan İstanbul Sözleşmesi ve onun kılıcı haline gelen 6284 sayılı yasanın ortadan kaldırılması için mücadeleye devam edeceğiz.
İslam Dini, Kadın ve Aile kavramlarını asırlar öncesinde mukaddes saymakla beraber hakkını ve hukukunu da garanti altına almıştır. Oysa bugün Müslüman Kadına ve Ailesine reva görülmeye çalışılan sözde hukuk uygulamaları adeta Aile kavramını temelden sarsıp yok etmeyi amaçlamaktadır.
Bu noktada başta sözde Kadın Hakları Savunucusu olduğunu iddia eden Kadem olmak üzere bu konudaki tüm paydaşları aklı selim bir tutum ile İstanbul Sözleşmesinin iptaline davet ediyorum. Aksi takdirde çöken aile binasının enkazından her kesimin payını alacağı aşikar bir durumdur.
Sadece kadının beyanının esas alındığı bir hukuksal uygulama Hukuksuzluğun en büyük ve en vahşi uygulama halidir. Erken yaşlarda evlendiği için cezaevlerinde sapık koğuşlarında hapis yatanların hesabını kimse veremez. Ya da bir kadının, sevmediği herhangi bir erkek akrabasına atılan iftira ile ömrü zindanlarda geçen masumların vebalinin altından kimse kalkamaz! Ardından gelen boşanmalar ve sürüp giden nafaka davaları…
İstediği notu vermeyen öğretmenine iftirada bulunan çocuk ceza almazken bu onursuz suçlamayı izzeti nefsine sindiremeyip intihar eden öğretmenin alacağı için ahirette ne söyleyebiliriz?
On sekiz yaşından küçük kızların nikahsız olarak birliktelik yaşamasına, daha açıkçası fuhuş yapmasına müsaade eden ancak aynı yaştaki genç kızların kendi rızası ile namusuyla evlenmesini suç sayan bir yasa bizim yasamız olamaz.
Ailenin Mukaddesatını ve Kadının toplumdaki yerinin ne demek olduğunu bu toplumda en iyi bilenlerden birisi Sayın Erdoğan’dır. Ben iddia ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanımız yoğun gündeminden dolayı bu konulardan bihaberdir.
Sapıkların korunduğu masum insanların zan altında bırakıldığı bir ortamda bu konudaki hassasiyetini bildiğimiz sayın Cumhurbaşkanımızın meselenin kendisine aksedilmesi halinde kayıtsız kalacağını hiç sanmıyorum. Açıkçası bu saatten sonra İstanbul Sözleşmesi ve onun zulüm içeren uygulamalarının Cumhurbaşkanı tarafından da kabul görmeyeceğine kanattim tamdır.
Bu vesile ile konuyu sadece bir parti ve hükümet meselesi olarak görmeden millet olarak Sivi Toplum Kuruluşlarıyla topyekün mücadele etmemiz gerekmektedir. Aksini düşünmek bile istemiyorum.
Aile Mukaddesatımız elimizden yitip gittiği an son kalenin kaybedildiğini anladığımızda artık çok geç olacaktır!
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.