Kehf suresinin 49. ayetindeki hıçkırık seslerini duymuş muydunuz?

Kehf suresinin 49. ayetindeki hıçkırık seslerini duymuş muydunuz?
Arap yazım kurallarına göre "lâm" ve "he" harfleri uygun konum yakalamaları durumunda kendilerinden önceki ve sonraki harflere bitişebilirler. Ancak üzerinde konuşacağımız Kehf suresinin 49. ayetinde bu iki harf (مَالِ‌هٰذَا) şeklinde birbirlerinden ayrı.

Kehf suresinin 49. ayetindeki hıçkırık seslerini duymuş muydunuz?

Kur'an'ın nüzulü devam ederken Peygamber Efendimiz (sas) inen ayetleri arkadaşlarının bir kısmına ezberletmiş, bir kısmına da imkanları nispetinde kemik, tahta, deri ve taş gibi malzemelere yazdırmıştır. Efendimizin vefatının ardından İslam devletinin başına geçen Hz. Ebubekir (ra), her ayet için iki şahit arayarak bir komisyon marifetiyle Kur'an'ı iki kapak arasında toplamış (İmam nüsha/el-Mushaf); Hz. Osman (ra) ise sonraki dönemde Kur'an'ı, bu nüshayı esas alarak çoğaltmıştır. Biz de bugün Kur'an-ı Kerim'i Hz. Osman döneminde yazılan hatla (er-Resmü'l Osmanî) okuyor ve çoğaltıyoruz.

Arap yazım kurallarına göre "lâm" ve "he" harfleri uygun konum yakalamaları durumunda kendilerinden önceki ve sonraki harflere bitişebilirler. Ancak üzerinde konuşacağımız Kehf suresinin 49. ayetinde bu iki harf (مَالِ‌هٰذَا) şeklinde birbirlerinden ayrı yazılmışlardır. Bunun bir sebebi var.

Şimdi başlayabiliriz.

"وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟."

[Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, "Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!" dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.] (Kehf 18/ 49)

Bundan yaklaşık bir yıl önce bir tefsir dersinde sıra bu ayet-i celîleyi okumaya gelince hocamız ayetin neden yazım kurallarına uygun olarak (مَا لِهٰذَا الْكِتَابِ) şeklinde değil de kurala aykırı olarak (مَا لِ‌ هٰذَا الْكِتَابِ) şeklinde hece hece yazıldığını sormuş, biz ise cevap verememiştik.

Arap yazısında "lâm" ve "he" harfleri kendilerinden önceki ve sonraki harflere bitişebilen harflerdendir. Burada da (ما لهذا) şeklinde yazılmalarında bir sakınca bulunmamaktayken garip bir şekilde bu iki harf birbirlerinden ayrı yazılmışlar...

Korku ve acıdan söylenemeyen kelimeler

Hocamız bizden cevap beklerken bizim akıllarımıza ilk gelen sorular şunlardı: Acaba bu, çağları aşarak bize kadar gelen, gözden kaçmış bir yazım hatası olabilir miydi? Bu sorunun bu kadar basit bir izahı olabilir miydi?

Bizi daha fazla meraka salmadan, hocamız durumu şöyle izah etti: "Burada ‘lâm’ ve ‘he’ harflerinin ayrı ayrı yazılmasının sebebi, o gün günahkârların çekeceği sıkıntıyı metne yansıtmaktır. Zira amel defterlerinin açıldığı o günde günahkârlar öyle ağlayacaklar ve hıçkıracaklar ki bırakın düzgün, tek nefeste cümle kurabilmeyi, kelimeleri bile ancak hece hece telaffuz edebileceklerdir. Şöyle ki, ‘Mâ (Ne oluyor?)’ diyecekler, bir müddet ağlayıp hıçkırdıktan sonra ‘li (a)’ diyebilecekler, sonra biraz daha hıçkırıp ‘hâze'l (bu)’ diyecekler. Nihayet sonunda ‘kitâbe (kitaba?)’ deyip kısacık bir cümleyi (Ne oluyor bu kitaba?) böyle parça parça ancak kurabileceklerdir."

Ne kadar çarpıcı değil mi? Kehf suresinin 49. ayetinde, aslında bitişik yazılması gereken iki harf birbirinden ayrılarak aralarına mücrimlerin acıyla dolu nefesleri konulmuş; iki harfin arasındaki boşluklar aslında günahkârların hıçkırıklarıyla doluymuş...

O gün geçirdiğimiz şokla kaynağını sormayı unuttuğumuz bu bilginin nerede geçtiğini bulmak için tefsirlere bakmaya karar verdiğimde, âlimlerimizin pek çoğunun bu konuya hiç değinmediğini görmek beni biraz şaşırttı.

Bir yandan "Böyle bir ayrıntı nasıl olmuş da farkedilmemiş; farkedildiyse neden kaydedilmemiş?" diye düşünüp diğer yandan tefsir alanında yazılmış eserlere hızlıca göz gezdirirken Âlûsî'nin (ö. 1270) de kendi tefsiri olan "Ruhu'l meânî"de benim gibi aynı dertten yakındığını ve konuyu Bikâî'nin (ö. 885) bir yorumuna yer vererek açıkladığını görmek beni ziyadesiyle mutlu etti.

Harfler bilinçli olarak ayrı yazılmış

Âlûsî kısaca şöyle diyordu: "'Lâm' ve 'he' harflerinin burada kural dışı olarak aykırı bir hatla yazılmasına dair çokları herhangi bir söz söylemedi. Ancak Bikâî şöyle diyor: 'Hattın bu şekilde ayrı olması mücrimlerin o anki çektikleri acıyla her hecede ancak dura dura konuşabildiklerine işaret etsin diyedir.'" (Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûhu’l-meânî fî tefsîri’l-Kur'âni’l-azîm ve’s-seb'il-mesânî, Daru'l kütübi'l İlmiyye, Beyrut, c. 8.)

Şimdi bu ayeti her okuduğumda amel defterlerinin açılma zamanı gelip içine düştükleri çaresizlikle günahkârların hıçkırarak ağlayışları kulağıma gelir gibi oluyor. Belki bundan sonra siz de ayetin bu kısmında biraz duraksayacaksınız...

Allah o dehşetli günde bizlere yardım etsin, bizi esirgesin.

Mücrimler zümresinden olmaktan, böyleleriyle oturup kalkmaktan bizleri muhafaza eylesin.

Not: Âlûsî'de geçen ifadeyi asıl kaynağında görmek isteyenler için Ebü’l-Hasen Burhânüddîn el-Bikâî, Nazmü’d-dürer fî tenâsübi’l-âyât ve’s-süver adlı eserine bakabilirler. (Dâru'l kütübi'l İslâmî, Kâhire, c. 12, s. 72.)

Bu görüşlerin hepsi müfessirlerimizin kendi yorumlamalarıdır. En nihayetinde imam nüshada böyle yazıldığı için böyle yazılmaya devam edilmiştir. Ben bu yazıda sadece alimlerimizin tefsir birikimimize kattıkları zenginliği yansıtmaya çalıştım.

En doğrusunu yüce Allah bilir…

 

Celalettin Alkan

dunyabizim.com

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.