İrfan Küçükköy: Necip Fazıl Kısakürek İle..

İrfan Küçükköy: Necip Fazıl Kısakürek İle..
Yanına vardık elini öptük. Kendimizi tanıttık. Çok memnun oldu. Bir sandalye bulduk. Oturmasını sağladık. “En yalnız anımda Allah bana sizi gönderdi. Mahşerde yalnız gibi kalmıştım.” dedi.

Bir Hatıra

İrfan Küçükköy

Necip Fazıl Kısakürek İle

Necip Fazıl şüphesiz “Sultânü’ş-Şuara”, (şairlerin sultanı) dır. Bu unvan ona “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından resmen verilmiştir

Necip Fazıl’ın yakın dostu Prof.Dr. Ayhan Songar (Otorite psikiyatrist) Necip Fazıl’ın yüz görüntüsü için “Düşünen Adam Sembolü” demişti. Her düşünce yüzde bir çizgi bırakırmış. Necip Fazıl’ın yüzü derin, hafif, irili, ufaklı binlerce çizgiyle doluydu. Ben hiç kimsenin yüzünde bu kadar çizgi görmedim. Alnı, yüzü çene altına kadar yeni nadas olmuş tarla gibi çizgi çizgi idi. Sanki her çizgi bir çileyi temsil ediyordu. Davası adeta yüzünde sembolleşmişti.

Prof. Dr. Ayhan Songar üstad, bu değerlendirmeyi yaptığı zaman, stresin insan vücudu, özellikle yüz bölgesindeki etkilerini de örneklerle anlatmıştı. Evindeki iftarda anlatmıştı, heyecanla dinlemiştim.Düşünen Adam’ın çok konuyu kendine dert edindiğini, onun da yüzünde iz bıraktığını anlatmıştı. Düşünen Adam tabiri düşünce sahibi adam, düşüncelerini sistematize eden kişi anlamına da gelir ki, buna ilim dilinde filozof denir. Necip Fazıl bir filozoftu. Şair olarak sadece hislere değil, mantığa ve akla da hitap ediyordu. Denilir ki her şair, biraz da filozoftur. Divan edebiyatı geleneğinde filozof şairler vardır. Ancak Necip Fazıl bu kalıplara sığmaz. Hele divan edebiyatı kalıbına hiç sığmaz. Keşke Necip Fazıl’ın şairliği üzerinde durulduğu gibi filozofluğu üzerinde de yorumlar yapılmış olsaydı. Araştırmacılardan bekliyorum.

Necip Fazıl’ın en yalnız anında üç arkadaş, biz vardık yanında. Üstelik bu tabir Üstad’ın kendisine ait. 1977 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı toplantı yaptı ve bir kokteyl düzenledi. Kokteylden sonra bakan bey bir konuşma yaptı. Ardından emekli basın mensuplarına emekli basın kartları ve basın hizmetinde yirmi beş senesi geçenlere Şeref basın Kartları merasimi yapıldı. Necip Fazıl Kısakürek’in adı da Şeref Basın Kartı alacaklar listesi içinde vardı. Bunlar zaten birkaç kişiydi. Toplantı, İstanbul Çemberlitaş’da Dâru’ş-Şafaka binasında yapıldı.

Kokteyl, zemin kattaki salonda idi. Toplantıda sağ gazetelerden kimse yoktu. Sadece ben (İrfan Küçükköy), Bayrak Gazetesi sahibi Yıldırım Kemal Akıncı ve Sabah gazetesi (o tarihlerde Süleyman Efendici) sahibi Mehmet Arıkan vardık. Herkes, kadehlerinde içki yudumlarken biz üçümüz, kapalı şişede meşrubat arıyorduk. Kokteyl salonunda bir buçuk saat kadar oyalandık. Bu esnada davetliler konferans salonunda ikinci katta toplanmışlar.

Üst kata çıkarken merdiven kenarındaki pencerenin süvesine oturmuş halde, yalnız bekleyen Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i gördük. Yukarıya çıkmış, kalabalıktan ve ilgisizlikten iyice sıkılmış. Topluluktan ayrılmış, pencere kenarına oturmuş. Yanına vardık elini öptük. Kendimizi tanıttık. Çok memnun oldu. Bir sandalye bulduk. Oturmasını sağladık. “En yalnız anımda Allah bana sizi gönderdi. Mahşerde yalnız gibi kalmıştım.” dedi.

Yalnızlığını, nükte uzmanı olarak mahşer yalnızlığına benzetmişti. Ben bunu "deha seviyesinde zeka" ile yoruyorum. Onun için diyorum ki “Necip Fazıl Kısakürek’in en yalnız kaldığı zamanda yanında ben vardım”. Sohbet ettik. Hüznü dağıldı, neşesi yerine geldi. Çok geçmeden ismi anons edildi. Kürsüye kadar eşlik ettik. Şeref basın kartını alkışlar arasında aldı.

Prof. Dr. Ayhan Songar üstat ile hatıralarımdan ileride sunacağım var. Her iki Üstad'a Allah rahmet eylesin. Amin...

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.