İrfan Küçükköy: Diyanet İşleri Eski Başkanı Merhum İbrahim Elmalı İle Üç Gün

İrfan Küçükköy: Diyanet İşleri Eski Başkanı Merhum İbrahim Elmalı İle Üç Gün
Çok yaşlı bir ihtiyar “Ene Türk. Ene Türk” (Ben Türküm. Ben Türküm) diye bağırıyordu. Yanına vardım. Sırtını sıvazladım. O şöyle söyledi. “Ben Arabım ama Türküm. Çünkü Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya geldim”.

1903 yılında Antalya’nın Elmalı ilçesinde dünyaya gelen İbrahim Elmalı, bir süre kasabasında okuduktan sonra İstanbul’a gider. “Dâru’l-Hilafeti’l-Âliye” isimli bir yüksek okula girer. Daha sonra İstanbul Üniversitesi (Daru’l-Fünun) bağlı olarak yeni kurulan İlahiyat Fakültesi’ne geçer ve bu fakülteden mezun olur. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çeşitli üst düzey yöneticiliklerde bulunduktan sonra Üsküdar ve İstanbul müftülükleri yapar. Ve nihayet 1964 yılında Diyanet İşleri başkanı olur. Bir sene kadar başkanlık yapar ama önemli bir görevle yakın tarihimizde yerini alır. Ben kendisinden, Elmalı’da, 1980’de bir düğün için bulunduğum yeğeninin evinde üç gün hatıralarını dinledim. Bunların yazılmasını rica ettim ama maalesef çoğu kendisi ile kayboldu gitti. Ben burada Türkiye Diyanet İşleri Başkanı olarak Kuzey Afrika ülkelerine yaptığı resmi ziyareti değerlendireceğim.

1958'lerde başlayan ABD-Türkiye arasındaki ihtilafın 1960 ihtilali ile bertaraf edileceği beklentisine giren ABD, 1963’ten itibaren yeniden alevlenmesine sebebiyet verecektir. Mali, ekonomik ihtilaflar, siyasi ihtilaf hatta siyasi başkaldırı haline dönüşecektir. Başlangıcından beri, ABD ile yapılan her ikili anlaşmanın altında imzası bulunan, ABD-Türkiye dostluk ilişkilerinin mimarı, Türk siyasetinin duayeni İsmet İnönü, bu tarihten itibaren Türkiye dış politikasını yeni bir rotaya oturtmak isteyecektir. Bu değişimin gösterilmesinde kullanılan argümanlardan biri de Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ve başkanı İbrahim Elmalı’dır. Şöyle ki; ABD ve İngiltere dış politikaları yönünden Kıbrıs Akdeniz’in ve özellikle Ortadoğu’nun kalbidir. Menderes döneminde Londra ve Zürih Anlaşmaları ile elde edilen kazanımlar, Yunanistan ve Türkiye açısından hatta Rumlar ve Kkıbrıs Türkleri açılarından siyasi ve askeri gibi gözükse de asıl itibariyle İngiliz üslerinin varlığını perçinlemiştir. Türkiye-Yunanistan, Rumlar-Kıbrıs Türkleri aralarında var olan ihtilafları gidermemiş, ihtiyaç duyuldukça ihtilafların alevlendirilmesi, ABD ve İngiltere gizli servisleri yönlendirilmesi ile sağlanmış, bazen bir bardak suda fırtına koparılarak canlı tutulmuştur. 1963’te bu anlaşmalar uyarınca kurulan, iki ayrı kurumdan oluşan Federe Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk yönetiminin pasifize edilmesiyle varlığını tartışmalı hale getirmiştir. Yunanistan’da bazı askeri mahfiller ve Kıbrıs’ta sol mihraklar, İngiliz üslerinin Kıbrıs’tan çıkarılması tezini daha canlı işler olmuşlardır. İngiltere Rum-Türk düşmanlığını körüklemiş, Türklerin bir gecede toptan imha edilmesi tehlikesi baş göstermiştir.

Bunu önlemenin tek yolu Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesidir. Bu tarihte İsmet İnönü ihtilal sonrası koalisyon hükümetinin başındadır. Askeri müdahale yapmak istemekte ve fakat İngiltere ve ABD’yi ikna edememektedir. Bu gelişmeleri bu tarihlerde bakan olan Mehmet Altınsoy’dan bizzat dinledim. Şöyle anlattı: “Bakanlar kurulu toplanıyor, bakanlar yerlerini alıyor, başbakan İsmet İnönü geliyor. Konuyu özetle arz ediyor. Bakanlardan sözde görüşlerini soruyor ama cevap beklemiyor. İnönü ‘Atatürk olsaydı müdahale ederdi’ diyor. Sonra kendi kendine ‘nasıl, nasıl, nasıl?’ diye tekrar ediyor”. Niyeti açık ama çaresiz. Konuyu elçilikler aracılığı ile her iki devlete (İngiltere-ABD) ulaştırıyor ama müsbet cevap alamıyor. Türk uçakları Kıbrıs semalarında görülüyor. Amerika çok tedirgin oluyor ve Chonson’dan meşhur mektup geliyor. “Bizim silahlarımızı bizim istemediğimiz yerde kullanamzsınız”. İsmet İnönü mektubu basına sızdırıyor. Niyeti, ABD’yi müdahaleye ikna etmek. Diplomatik temaslar ABD’yi iknaya yetmiyor. İnönü tarihi cevabını söylüyor: “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye yerini alır”. Bunun anlamı ABD ve İngiltere’nin nüfuz bölgelerinde olan eski Osmanlı topraklarında Türkiye’nin aktif bir politikaya geçmesidir.

Türkiye bir taraftan NATO’nun askeri kanadından çıkan ve ABD ile ihtilaflı dönemini yaşayan Fransa ile ilişkilerini artırırken, diğer taraftan yeni kurulmakta olan İslam Konferansı’na destek verir. Bir taraftan da İslam ülkeleri ile tarihi bağları canlandırmak ister. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanı’nı İslam ülkelerini ziyarete gönderir. Başkan İbrahim Elmalı’dır. Ziyaretini, Başbakan’ı temsilen yapmaktadır. Kendisini büyükelçiler karşılamakta ve programlarını elçilikler yapmaktadır. İlk ziyaret güzergâhı Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Suudi Arabistan olarak programlanmıştır. Belki daha sonra arkası gelecektir.

Elmalı, özellikle ziyaretlerinde karşılanış tarzlarını anlatırken bir başka heyecan duyuyordu. “İlk gittiğim ülke Cezayir oldu. Beni havaalanından bizzat bakan uğurladı. Cezayir havaalanından beni resmi zevat merasimle karşıladılar. Arabaya bindik. Konvoy halinde Cumhurbaşkanı’nın sarayına gittik. Bir hafta bu sarayda misafir edildik. Cumhurbaşkanı Bû Medyen büyük ilgi gösterdi. Hemen hergün akşam yemeklerini birlikte yedik. Her akşam saat dokuzda televizyonda birlikte programa çıktık. Ben programı arz ederken o yanımda oturuyordu. Bana, programı halkın büyük bir ilgi ile izlediğini anlattılar. Bir başka şehre ziyarete gideceğim. Ben hava yolu ile gitmek istedim. Cumhurbaşkanı bana şöyle söyledi: “Efendim, ben sizi kendi özel uçağımla göndermek isterim. Ama gazeteler yazdı, radyolar, televizyon duyurdu. Halk sizi görmek için yollara çıkarlar. Lütfen onları mahrum bırakmayın”. Ertesi gün kara yolu ile Cezayir şehrinden hareket ettik. İnsanlar Türkiye Diyanet İşleri Başkanı’nın görmek için yollara çıkmışlar. Yer yer arabamızı durdurduk, indik. Onlarla selamlaştık, kucaklaştık. Türkiye Diyanet İşleri Başkanını görme heyecanından ağlayanlar vardı. Topluluklar “Türkiye… Türkiye…” diye slogan tutuyorlardı. Resmi temsilci olmasam ben de oturup ağlayacaktım. Çok yaşlı bir ihtiyar “Ene Türk. Ene Türk” (Ben Türküm. Ben Türküm) diye bağırıyordu. Yanına vardım. Sırtını sıvazladım. O şöyle söyledi. “Ben Arabım ama Türküm. Çünkü Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya geldim”. Bir hafta süreyle hem resmi zevattan, hem halktan, hem de basından büyük ilgi gördüm. Radyonun, televizyonun birinci haberi, gazetelerin manşetleri hep ben oldum”.

İbrahim Elmalı ile hep aynı odada kaldım Ondan önemli çok şeyler, dinledim. Konu çok uzayacağı için bu kadarla keseceğim. Ancak bir iki kısa not daha arz edeyim.

İbrahim Elmalı, 1969 seçimlerinde AP’den milletvekili oldu. 1970’te Demokrat Parti kurulurken kurucular listesinde bulundu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde her parti kendi adayını çıkardı. DP İbrahim Elmalı’yı aday yaptı. Oylama onlarca kez tekrar edildi. Her seferinde her parti kendi adayına destek ve rey verdi. Sonunda Demirel ve Ecevit, Fahri Korutürk üzerinde anlaştılar. Elmalı 1973 Demokratik Parti listesinden tekrar seçildi. Bu partinin eriyerek siyasi hayattan çekilmesi ile onun da siyasi hayatı sona erdi.

Allah rahmet eylesin.

İbrahim Elmalı hoca ile ilgili değerli hatıralardan ileride birkaç estantane daha paylaşabilirim. Kaliteli insandan kaliteli hatıralar.

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.