Ömer Fâruk Karabucak dedemizi sabırsızlıkla beklerdik..
İki Damla Gözyaşı Ne Gün İçin Saklanır?
Fâruk Efendi Ağabey’in hayatı, Sâmi Efendi Hazretleri’yle tanışmasıyla bambaşka bir boyut kazanır.
- Mübârekle zaman zaman karşılaşırdık. Hep ürperirdim. Önünü alamadığım hislerim olurdu. Kendilerinin sonradan anlattığına göre bizi o zamandan gözlerine kestirmişler; sonra tanışıldı ve elhamdülillah yolumuzun eşsiz nimetlerine erişmemize vesile oldular” derlerdi.
Yaklaşık 30 yıl önce, küçücük bir çocuktum. 2 yaş büyüğüm, ağabeyimle beraber, Karabucak Camii’nde kılınan Cuma Namazları sonrası bahçede yerimizi alır, Fâruk Dede’mizi sabırsızlıkla beklerdik.
Çocuklara dahî el öptürmekten imtinâ eden “Efendi Abi”, hemen cebinden şekerler çıkarır, tatlı sözlerle gönlümüzü alarak avuçlarımızı doldururdu. Bir komutan oradaymış edâsıyla, tek kol aralığı hizâda, elleri önlerinde bağlı, boyunları bükük onca büyüğümüz de o şekerlerden nasiplenirlerdi. Musâfahâ ile başlayan o küçük ayrılıklarda bile gözleri dolan insanları müşâhade ederdik.
Babamızın cebinde akşama ayırılmış iki-üç şeker, o gece ailemizin sürûr kaynağı olurdu. Büyüdükçe, etrafımızdakilerle beraber, hayatımızdaki Fâruk Efendi tesirini daha derin hissetmeye başladık. Varlıklı bir ailenin evlâdı olan Ömer Fâruk Karabucak, Arif Nihat Asya’nın Edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı Adana Erkek Lisesi’nden İstanbul’a geçmiş, Hasan Ali Yücel, Nihal Atsız gibilerin tedrisâtında, İstanbul’da, ticaret alanında üniversite okumuşlar.
O zamânın eğitim sistemi ve hoca(!)lardaki düşünce yapısından bahsederken hep “Allah’sızlık”tan yakınır, akademide, bir bayram namazı için demir parmaklıkları açıp okuldan kaçtıklarında 3 gün uzaklaştırma cezası aldıklarını sık sık anlatırlardı.
Üniversitede kalmasına yönelik ısrarlara rağmen, babasının yanına, çiftçilik mesleğine dönmüşler. 58 yıl evli kaldıkları Havva Güzin Hanım ile 22 yaşındayken evlenmişler.
2005’te, hastanede, yanındaki hemşireyi “kapıdaki misafire” gönderip ruhunu teslim eden Güzin Hanım için, “-58 sene boyunca bir kere bile birbirimizi üzmedik, küs olmadık. Bu kadar sene boyunca ona ne bir defa ceketimi tutturdum, ne de kendisinden bir bardak su istedim; susadıysam, kalktım suyumu kendim içtim” derlerdi. En hassas olduğu meselelerden birinin, erkeğin akşam eve geldiğinde hanımının evde olması olduğunu söyler, Güzin hanımın bir gün bile eve sonra gelerek kendisini üzmediğinden bahsederlerdi.
Emâneti teslim alınmış mübârek kendi bedenleri de, cenaze namazlarına kadar, 68 yıl önce düğünleri için aldıkları koltuk takımlarının bulunduğu salonda, klima serinliğinde bekletildi.
Toplam yedi çocukları olmuş. Son iki oğulları hariç, kendi ifâdeleriyle kimi kız, kimi erkek, kimi 10-15 aylık, kimi 4-6 yaşında, 5 çocuklarını elleriyle toprağa vermişler. “Rabbimizin, en sevilecek çağlarında bize verdiği imtihanlarıydı onlar” diye anlatıp geçerlerdi.
İstanbul’da gittikleri ünlü bir doktorun, bir daha çocuk sahibi olmamalarını tavsiye etmesiyle gözyaşlarına boğulan Güzin anneyi, biraz da hiddet ile “Hâtun! Bu doktor mu külli şey’inkadir, bizim Rabbimiz mi`” diye teselli ederek Adana’ya getirmişler.
Ömürlerinin özellikle son 10-15 yılında, “Rabbimizin rızâsı ve ihvanın muhabbetinin önüne geçerler korkusuyla ben hayatımda çocuklarımı öpüp koklayamadım” derlerdi.
Öyle ki, vefat ettikten sonra, evde, kendilerine özel bir yerden, oğullarından, gelinlerinden bugüne kadar kimsenin görmediği ve oraya konulduktan sonra bir daha hiç bakılmadığı tahmin edilen 11-12 aylık bir kızıyla çekilmiş fotoğrafı bulunduğu haber verildi.
Günlük işlerini takip ettikleri birgün, babaları Ahmet Karabucak, kendilerine, bir okul veya bir cami yaptırmak istediğini söyler. Babalarına, hangisini uygun görürlerse, ellerinden geleni yapacaklarını bildirirler.
Ahmet Bey’e gece rüyasında cennet gösterilir. Kendisine bir köşk işaret edilir. Okul veya camiden birini yaptırırsa, o köşkün kendisine verileceği söylenir. Ama her ikisini de yaptırırsa o bölgede bulunan bütün köşklerin kendisinin olacağı ifade edilir.
Maddi açıdan o vakte kadar bu ikisinden birine ancak güçleri yetecekken, beklemedikleri bir yerden fazlaca bir gelirleri olur, hem cami, hem okul yaptırırlar; artan para da bir sürü ihtiyaç alanının kaynağı olur.
Fâruk Efendi Ağabey’in hayatı, Sâmi Efendi Hazretleri’yle tanışmasıyla bambaşka bir boyut kazanır. “-Mübârekle zaman zaman karşılaşırdık. Hep ürperirdim. Önünü alamadığım hislerim olurdu. Kendilerinin sonradan anlattığına göre bizi o zamandan gözlerine kestirmişler; sonra tanışıldı ve elhamdülillah yolumuzun eşsiz nimetlerine erişmemize vesile oldular” derlerdi.
Sâmi Efendi’yle tanışmaları, kıvamı artmış bir dîni hayatı da beraberinde getirmiş. Emânet edildikleri ve yetişmelerinde çok büyük emeği olduğunu söyledikleri Efendi Hazretleri’nin Adana’ya vazifeli kıldığı Van Gevaşlı Hacı Hasan Efendi’yi öyle anlatırlar, öyle anlatırlardı ki...
Hacı Hasan Efendi ki, doğuştan evliyâ, hayli de celâlli bir zâtmış. İhvanı çok kıskanır, muhabbetlerinin kayma yapmasından endişe eder, müthiş bir disiplin uygularmış.
Faruk Bey, bir defa kendilerinden izin almadan başka bir şehre, bir zâtı ziyârete gitmesinden ötürü, 4 veya 5 yıl Sami Efendi’yi görmekten, dolaylı olarak men edilmiş.
Üstâdı Sâmi Efendi’nin rahatsızlandığını duyup, “Allah’ım, efendimin ızdırabının birazını bana versen” diye dua ettikten sonra vefat eden Hasan Efendi’den sonra görevi devralan Mehmet Baysal Hoca da kısa süre içerisinde vefât eder.
2005’te, hastanede, yanındaki hemşireyi “kapıdaki misafire” gönderip ruhunu teslim eden Güzin Hanım için, “-58 sene boyunca bir kere bile birbirimizi üzmedik, küs olmadık. Bu kadar sene boyunca ona ne bir defa ceketimi tutturdum, ne de kendisinden bir bardak su istedim; susadıysam, kalktım suyumu kendim içtim” derlerdi.
Fâruk Bey, Baysal Hoca hakkında bahsederlerdi ki:”-Öyle saf, öyle temizlerdi ki, bir gün fakire şöyle dediler: Fâruk Bey, kimi zaman dışarıda denk geliyor; hanımlar var, demek ki güç yetiremiyorlar ki kumaşı uzun alamıyorlar, kısacık kısacık etekler giyiyorlar. Ne yapsak da bunlara biraz yardım etsek, eksiklerini tamamlasak...”
Mehmet Baysal Hocaefendi’nin vefatıyla, vazife Sami Efendi tarafından kendilerine verilir.
“Efendim, ben bir çiftçiyim; bu işlerden ne anlarım?” dedilerse de Efendi Hazretleri, baş parmaklarının tırnaklarını göstererek, “-Bizim yapacağımız bir şey yok Fâruk Bey, baksanıza, isminiz, ihvana hizmet edecek, diye yazılmış” derler.
Hayat, bir yandan dayıları tarafından uzun yıllar önce dâhil edildikleri Hayırlı İşler Derneği’nin artık başkanlığı -ki bu derneğin tam 37 yıl aktif olarak başkanlığını yapmışlardır- ve Adana bölgesi ihvanının vazifeliliği hayatıdır artık.
Hem cemiyete, hem cemaate yönelik, bölgedeki neredeyse bütün hayırlı işlerde öncülükleri vardır.
Çoğu saygın ama bir kısmı farklı düşüncedeki sülâle üyelerinin “-Seni bu sakal ve bu şalvarla aramızda görmek istemiyoruz!” tepkilerine rağmen, İslâm ve îmanın prensiplerinden aslâ taviz vermeden yaşadığı hayat, etrafındaki hâlenin hızla genişlemesinin en büyük sebebi olur.
Görevi devraldığında 350 kadar ihvanın bulunduğunu hatırlatarak, “-Rabbimin huzuruna vardığımda bana ne getirdiğim sorulursa, inşallah, âciz bir kul olduğumu beyanla, on beş binden fazla kardeşimin muhabbetini getirdim Allah’ım!” diyeceğim” derlerdi.
Şu son birkaç ay içerisinde bile üç beş defâ gerçekleştirdiği şehir merkezi sohbet programının her birine üç binden fazla seveni gelir, muhterem üstadının kaleminden, dilinden değil, kalbinden dökülen sohbet pınarıyla serinlettiği gönüllere, tevhit ve zikir tâlimiyle maneviyat tatlıları ikrâm ederlerdi.
Merhum Mûsâ Efendi Hazretleri’nin kendisine çok şey öğrettiğini anlatır, mübâreğin, muayyen zamanlarda, çeşitli görevlilerle kendilerini aldığı çok özel programlarda yaşadıklarını, kıyısından, kenarından, köşesinden anlattıkları olurdu.
Habire İstanbul’a gitmek, Muhterem Osman Efendi Üstâdımız’ı ziyaret etmek isteyenlere hayret nazarıyla bakar, “-Ben bir rahatsızlık verir miyim acaba diye, Adana’dayken, yönümü İstanbul’a dönerek oturamıyorum, şunların hâline bak!” derlerdi.
Hülâsâ, anlatılması hayli kişi, hayli zaman ve hayli alan isteyen merhum Fâruk Efendi Ağabeyimiz için bir Fâtihâ, on bir İhlâs istirhâm ederim...
Ömrü bir iman endişesi ve son nefesine kadar hizmet ile geçen onunla ve onun gibilerle tekrar görüşmek için, çâre yok, illâki ve inşallah, cennete gidilecek...
Birkaç damla gözyaşının, bir yazının mürekkebine karılmasını hiç bu kadar istemedim ama, hayırlısı...
Halit Yasir Özoğul
gencdergisi.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.