İdamları aydınlar tahrik etti

İdamları aydınlar tahrik etti
27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümü yaklaşırken Prof. Ali Şafak, BUGÜN?e çarpıcı açıklamalar yaptı.Aydınların darbelerdeki önemine dikkat çekti....



27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümü yaklaşırken Prof. Ali Şafak, BUGÜN?e çarpıcı açıklamalar yaptı.

Aydınların darbelerdeki önemine dikkat çekti.

RÖPORTAJ: SEDA ŞİMŞEK / BUGÜN GAZETESİ (sedasimsek@bugun.com.tr)

27 MAYIS'IN BAŞLANGIÇ TARİHİ: Prof. Dr. Ali Şafak, 27 Mayıs darbesini eleştiren ünlü anayasa hukukçusu Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'in talebelerinden.

Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi. Ali Fuad Başgil, 27 Mayıs İhtilâli'nden sonra üniversitelerden emekli edilen 147 akademisyen arasında yer alan bir ordinaryüs profesör.

Zaten 27 Mayıs sonrasında "ordinaryüs profesörlük" de kaldırılmış. 27 Mayıs sürecini "27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri" kitabında anlatır.

Fransızca yazmış, sonra Türkçe'ye çevrilmiş. O kitapta DP'yi, Adnan Menderes'i övdüğü, darbeyi eleştirdiği için yargılanmış.

İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Şafak, Başgil'in yargılandığı duruşmaları mahkeme salonunda izlemiş.

Kitabında,"Tarihi bakış açısından, 27 Mayıs olayları İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin ayaklanmasıyla başlar. Bu gösterilerin kökeninde ise, hiç şüphesiz, DP'ye düşmanlıklarıyla bilinen bazı profesörler tarafından 26 Nisan'da yapılan kışkırtıcı açıklamalar yer alır" der.

Şafak ile 27 Mayıs'ın yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde Ali Fuad Başgil'i, 27 Mayıs'ın "aydın" ayağını ve yeni anayasayı konuştuk.

YASSIADA TRAJEDiSiNiN SORUMLUSU AYDINLAR

Prof. Dr. Ali Şafak, 27 Mayıs ihtilali öncesi devlet erkanıyla toplantı yapan hocası Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Fuad Başgil?in meslektaşları tarafından aforoz edildiğini söyledi. Şafak, Yassıada idamlarında profesörlerin rolü olduğunu kaydetti.

* Ali Fuad Başgil'in Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes ile Yassıada Mahkemeleri'nde de gündeme gelen görüşmesi var.

Evet, 28 Nisan'da üniversitede yaşanan olayların ardından Başbakan Menderes kendisini Ankara'ya çağırır. Başgil, 29 Nisan'da Ankara'da olmuş. Cumhurbaşkanı Bayar, ertesi gün akşam yemeğine davet etmiş. Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fatin Rüştü Zorlu varmış yemekte.

DP'nin kendisi ile istişare etmesi üzerine İstanbul'a döndüğünde bazı hocalar öğrencileri hocanın aleyhine kışkırtmışlar. Derslerde ve dışarıda şahsiyetini rencide edici davranışlara maruz kalmış, tabiri caizse aforoz edilmiş.

* "Tenkil" meselesi orada geçiyor sanıyorum

Evet, Hoca orada Bayar'a ihtiyatlı davranmalarını tavsiye eder. Yetki Kanunu'nu Meclis'e geri göndermesini, gençliğe karşı da aşırı sert tedbirlere başvurulmamasını ister. Ancak, Bayar bu görüşe katılmaz. Kitabında, "Sayın Bayar, düşüncesini ifade etmek için Arapça'dan Türkçe'ye geçmiş, çok sert ve suçluların ibret alacağı bir cezalandırma anlamına gelen 'tenkil' kelimesini kullanmıştı" der.

Yassıada'da bu 'tenkil' kelimesi kendisine sorulur, Hoca, "Mahkeme Başkanı onu hiç kullanılmayan manasıyla ele aldı ve Bayar'ın bu kelimeyi gösteri yapan bütün talebelerin kökünü kazımak anlamında kullandığı yorumunu yaptı. Cumhurbaşkanı'nın hiç de böyle bir kastı yoktu" diye tarihe not düştü.

?PAHALI ŞAHİT? LAKABI TAKILMIŞ

* Aleyhte görüş bildiren hukukçular olmuş.

Olmaz olur mu hiç? Yassıada Davaları'nda Hüseyin Nail Kubalı'ya anayasa hukuku bakımından bu "tenkil" sözünün ne anlama geldiği soruldu. Bu konuda tanık olarak vereceği ifade için Kubalı, ABD'den özel uçakla duruşmaya getirildi. Hatta, ABD'den özel uçakla getirildiği için ona Yassıada'da "pahalı şahit" lakabı takılmıştır.

* 27 Mayıs darbesinde aydınların oynadığı role işaret eden değerlendirmeleri var.

Tabii, "Aydınların Zararları" adlı kitaba atıfta bulunuyor. Çok önemli tespitlerinden birisidir, "Türk halkının uzun zamandan beri çektiği acıların sorumluluğunu büyük ölçüde taşıyanlar profesörler, yazarlar, milletvekilleri veya yüksek düzeydeki görevlilerden oluşan aydınlardır.

Burada bizim hedef aldığımız kimseler, iki yüzlülüğü bazen mide bulandıracak kadar ileri noktalara götürerek, düşündüklerini asla söylemeyen, aynı şekilde söylediklerini de asla düşünmeyen aydınlardır.

Onlar, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki ataları olan ulemadan, silahlı kuvvetleri - eskiden Yeniçerileri - sivil yetkililere, o zamanlar saraya karşı ayaklandırmak ve sonunda bu hareketin meyvelerini isyancılarla paylaşmak gibi kötü bir alışkanlığı miras almışlardır" diyor.

Bu tür aydın takımının, Osmanlı İmparatorluğu'nun "ulemâ-yi rüsûm"u tarafından kökleştirilen alışkanlığı benimseyip devam ettirdiği görüşünü dile getiriyor.

Cesetlerinin yok edildiğini iddia etmiş

* Profesörlerin darbeyi tahrik etmelerinden rahatsızlığını ifade etmiş.

Tabii, onları son derece art niyetli buluyor ve hatta çok önemli bir eleştiri getirerek, "27 Mayıs gecesinden sonra ortaya çıkan sosyal kargaşa ve bunalımın büyük ölçüde suçluları oldukları gibi, Yassıada trajedisinin daha da fazla sorumlusudurlar" diyor.

* Neden aydınları sorumlu görüyor?

İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar örneğini veriyor. Onar, 28 Nisan günkü kargaşada on binden fazla öğrencinin polis kurşunuyla öldürüldüğünü ve cesetlerinin yok edildiğini ısrarla iddia etmiş, bu iddiasının yalan olduğu daha sonra ortaya çıkmış.

Başgil, "Böylesi iddialar sırf DP yetkililerinin sorumluluğunu daha fazla ağırlaştırmak ve onlara karşı ihtilâlcilerin kudurganlığını daha fazla artırmak gayesi güdüyordu. Sözün özü, böylesi bir örnek bile, 27 Mayıs olaylarında bazı vicdansız aydınların oynamış olduğu uğursuz rolün önemini ispata yetmez mi?" sözleriyle anlatıyor, oynadıkları rolü.

ANAYASA YENİ ANAYASAL KURUM ÜRETMEMELİ

* Türkiye darbelerle yüzleşiyor.

Bizim yasalarımızda, anayasamızda tuhaf bir durum var. Devleti yıkmaya teşebbüs suçtur, meclisi düşürmeye teşebbüs, hükümetin icrai görev yapmasını engellemeye teşebbüs suçtur, yani devirirse, yıkarsa suç değil. TCK 301 ve devamı maddelerde yer alan suç fiillerinin çoğu teşebbüs halidir.

* Şimdi yeni anayasa yazımına başlandı, nasıl buluyorsunuz çalışmaları?

"Anayasa" denilince bizim zihnimizde sayfalarca yazılı bir hukuk metni tasavvur edilir. Osmanlı'nın, Selçuklu'nun ve halen İngiltere'nin asırlardır yazılı anayasası yok. Osmanlı'nın ilk anayasası 1876'da kabul edildi. "Devlet olabilmek için bir anayasa olacak" diye bir kural yok ya da mükemmel devlet olabilmek için çok uzun bir anayasa olması şart değil. Anayasa, az, özlü ve sadece üç kuvvetin adını içeren bir metin olmalı. Tabiî hakların kullanılmasına dair hükümler olmamalı. Anayasada devlet kurumlarını saymaya başladınız mı, o kurumlar yasama, yürütme, yargı kuvvetinden birine ortak olmaya kalkışır.

* "Egemenlik kayıtsız şartsız milletin" denilmiş ama anayasalarla egemenliği kurumlara devreden bir yapı mı kurulmuş?

Evet, mesela 82 Anayasası, üst düzey devlet kurumlarını saymış, hepsi anayasal organ olmuş, bu sebeple de o kurumların her biri bazen bağlı olduğu 3 kuvvetten birine kafa tutar olmuştur. Bir örnekle anlatayım, geçmişte YÖK Kanunu'nda değişiklik yapılması gündeme gelmişti, YÖK de kendi teklifini hazırlayıp hükümete sunmuştu. Yürürlük maddesinde, "bu kanunu YÖK Başkanı yürütür" diye bir ifade vardı. O nedenle, yeni anayasada bu türlü üst düzey devlet kurumları sayılmamalı, illa sözleri geçecekse de yetkileri ve sorumluluklarının kendi kanunlarında düzenleneceği ifadesi ile yetinilmeli. Çok önemli, yeni anayasal kurumlar oluşturulmamalı.

* Sizin de hakkınızda 28 Şubat'ta soruşturma açılmış, ne yaptınız da hakkınızda soruşturma açıldı?

Bugün Türkiye'de bayramlar, törenler veya anma törenleriyle ilgili düzenlemeler yapılıyor. Şükrü Karatepe belediye başkanıyken 10 Kasım 1996'da, 10 Kasım törenleriyle ilgili bazı sözler söylemiş, DGM Savcısı hakkında dava açmış. Konuşması suç mudur değil midir diye, dosya bilirkişi incelemesi yapılmak üzere 2 kere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gönderilmiş. Fakültede bilirkişilik yapacak kimse olmadığı gerekçesiyle dosya geri gönderilmiş. Her gidiş-geliş 3-4 ay zaman alıyor. Hatta, bir de özel kişi bilirkişi tayin ediliyor, o da işinin yoğunluğunu bahane ederek dosyayı geri gönderiyor.

'Suç yok' dedik irticacı ettiler

* Karakepe dosyasında bilirkişi mi oldunuz?

Evet, dördüncü kez DGM'ye geldiğinde, savcılık "dosyaya bilirkişilik yapar mısınız?" diye sordu. Dosyanın ne olduğunu, kiminle ilgili olduğunu bilmiyoruz. Yapabileceğimizi söyledik. Dosya geldi. 3 arkadaş bilirkişilik yaptık, konuşmanın TCK hükümlerine göre suç olmadığı yönünde görüşümüzü bildirdik. Bir kaç ay sonra 28 Şubat oldu. "Suç yok" dediğimiz için gazetelerde, "Meğer bilirkişiler de irticacı" diye haberler çıktı. İdare, üçümüzle ilgili soruşturma açtı. Hakkımızı aramaya çalıştık, tazminat ve düzeltme davaları açtık ama hepsi reddedildi. Ben Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olmuştum, 1997 Temmuz ayında bırakıp Malezya'ya gittim.

Sistemi darbeler kokuşturdu

* Başkanlık sistemi tartışılıyor, aslında geçmişten bu sisteme Türkiye'nin alışkın olduğu görüşleri dile getilriiyor, katılıyor musunuz?

Ali Fuad Başgil Hoca, 1956'da verdiği bir konferansta, rejimleri değerlendirirken bakın ne demiş: "Ülkemizde çeşitli siyasi rejimler görüp yaşadık. Mutlakiyetten ilkin otoriter bir meşrutiyet düzenine geçtik. Ondan, Jön Türkler'in ihtilaliyle birlikte çok kısa süren liberal parlamento rejimine girdik. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra otoriter Cumhuriyet'i, ardından İnönü'yle totoliter eğilimli Cumhuriyet'i denedik. 1950'den itibaren liberal demokrasi rejimi denemesi başladı. Böylece, hemen hemen bütün klasik rejimleri görüp yaşadık. Şimdiki deneme bizim için son şanstır. En büyük dikkati göstermeli ve bu son tecrübede durumun kokuşmasına müsaade etmemeliyiz. Yoksa, tarihin akışını geriye döndürmek de, geçmişin tecrübelerini tekrarlamak da mümkün olmadığına göre, bize geriye denenecek tek bir rejim kalır: Onun hangisi olduğunu söylemeyeceğim, onu tahmin etmeyi sizlere bırakıyorum" der. 27 Mayıs ihtilalinden sonra işte Türkiye o rejimi de denedi. Aslında, bizim parlamenter sistemimiz de hep o gölgenin altında kaldı. Başgil, o tarihte "kokuşmasına müsaade etmemeliyiz" diye uyarmış ama maalesef en başta darbelerle kokuştu.

* Aslında yapılan anayasalar ve inşa edilen sistemler darbeleri engelleyememe arazını mı taşıyor?

Osmanlı dönemini bir tarafa bırakırsak, Cumhuriyet döneminde 21 Anayasası Meclis (yasama) ağırlıklı bir anayasaydı. Cumhurbaşkanı, Meclis'in de başkanıydı. Yürütme ile yasama bir elde toplanmıştı. Ama 24 Anayasası'nda kuvvetler ayrılığı benimsenmiş. 1961 ve 1982 Anayasaları'nda tamamen parlamenter sistem benimsenmiş. Bu sistem, 24'ten bugüne kadar uygulanan sistem Türkiye'nin önünü açabilmiş midir? Bu memlekette, en iyisinin "parlamenter sistem" olduğu iddia ediliyor. Peki, 1924'den 2012'ye kadar uygulanmış, ihtilalleri, seçimlere hile karıştırılmasını, bazı kurumların hükümete kafa tutmasını engelleyebilmiş mi? Daha dün, 27 Nisan e-muhtırası verildi, parlamenter sistem bunu dahi engelleyemiyor, azıcık bir zaaf gösterilse tepesine biniliyor.

* Parlamenter sistemden mi kaynaklanıyor bunlar?

Bu milletin mayası aslında biraz başkanlık sistemine yatkındır, temel insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren ama yürütme gücü biraz daha güçlendirilmiş bir sistemi öngören anayasa denenmelidir. Parlamenter sistem sorunları çözmek yerine sorun üretiyor. En basit örnek, cumhurbaşkanı bir anayasa fırlattığında ekonomi alt üst oluyor, ama bunun sorumluluğu hükümette, cumhurbaşkanında değil.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.