Hayri Bostan: Tebdili mekânda ferahlık vardır

Hayri Bostan: Tebdili mekânda ferahlık vardır
Oğlum Ankara’da yerleşmişti. Gelin hanım eczacı olduğu için eczane açtılar. Kirada oturuyorlardı. Evi değiştirmek için uygun bir ev arıyorlardı. Tam o sıralar müşteri çıktı ve arsayı sattım. Arsa satılınca oğlum satılık ev aramaya başladı ve..

Hayri Bostan: Tebdili mekânda ferahlık vardır

Oğlum Ankara’da yerleşmişti. Gelin hanım eczacı olduğu için eczane açtılar. Kirada oturuyorlardı. Evi değiştirmek için uygun bir ev arıyorlardı. Tam o sıralar müşteri çıktı ve arsayı sattım. Arsa satılınca oğlum satılık ev aramaya başladı ve olabilecek en uygun, en güzel daireyi de buldular.

Emekli olduktan sonra çeyrek asırdır oturduğumuz yüksek apartmanın yüksek katlarından kurtulup biraz yere, toprağa yaklaşmak istedik. Çok hayaller kurduk. Çok arayışlara girdik. Eğer Allah bize yardım etmeseydi, dualarımız olmasaydı kim bilir nasıl bir yanlış işe bulaşırdık.
Edremit, Milas, Akyaka, Datça gibi Ege yöreleri çekiyor beni; ama ne ben, ne de bizim Hanımağa, çocuklarımızdan ve torunlarımızdan uzaklaşamayız. Bunu anladık ve o uzak seçenekleri çıkardık listeden. Bahçe içinde müstakil evlere baktık, bahçe ve çatı dubleksi evlere baktık; ama bir türlü ne yapacağımıza karar veremiyorduk. Köyde bir arsamız vardı. Oraya müstakil bir ev yapıp emekliliğimde bahçe işleriyle uğraşmayı hayal ettim uzun süre. Taş duvar bir ev mi olmalıydı, ahşap mı, betonarme mi, bir türlü karar veremiyorduk.
Arsamız köyün olabilecek bana göre en güzel yerinde bulunuyordu. Yanında Yuvacık Barajından taşan suların aktığı bir dere, derenin üzerinde asma köprüler, Kızkulesi, Galata Kulesi, tenezzüh parkı, çocuk parkı, spor aletleri kompleksi vardı. Cami, okul, sağlık ocağı, marketler, lokantalar, kahvehaneler, pastaneler, kasap dükkânları, fırınlar… Ne ararsan vardı. Ama bir şey yoktu. O da sağlıklı güzel hava. Kullar oldukça basık bir yerdir. Havası ağırdır. İstanbul’dan İzmit’te tayin olunca üç yıl orada oturmuştuk. Ayaklarımda, dizlerimde ve neredeyse bütün kaslarımda inanılmaz romatizmal ağrılar olurdu o zamanlar. On yedi ağustos Marmara Depreminde binamız hasarlanıp daha sonra yıkılınca daha önce girmiş bulunduğum Akçakoca Konutları zorunlu bir tercih olmuş oldu.
Hakkımızda en hayırlısının olması için sürekli dualar ediyordum.
Oğlum Ankara’da yerleşmişti. Gelin hanım eczacı olduğu için eczane açtılar. Kirada oturuyorlardı. Evi değiştirmek için uygun bir ev arıyorlardı. Tam o sıralar müşteri çıktı ve arsayı sattım. Arsa satılınca oğlum satılık ev aramaya başladı ve olabilecek en uygun, en güzel daireyi de buldular. Her katı çift daireden oluşan on beş katlı bir binanın sekizinci katı. Dört oda, bir salondan ve yüz seksen metrekareden oluşan, üç cepheli, önü kesinlikle kapanmaz konumda, üç cephesinde balkonlu, ana balkonu kare şeklinde ve çok kullanışlı olan bir daireydi. Oğlum o daireyi aldı. Biz de Onun İzmit’te birkaç yıl önce girmiş bulunduğu, kredi taksitlerini ödemeye çalıştığı daireyi almaya karar verdik. Hem ev sorunu çözülecekti hem de oğlumun satmakta zorlandığı daire satılmış olacaktı. Ama bir sorun vardı. Hanımağa o daireyi istemiyordu. Orayı satalım, müstakil, bahçe içerisinde bir ev bulalım istiyordu.
Allah beni koruyup gözetmeseydi, işlerimi en güzel şekilde tertip etmeseydi kesinlikle yanlış bir iş yapar ve pişman olurdum.
Sonunda Ege’den de, bahçeli nizam müstakil ev tutkusundan da vaz geçtik ve bu daireyi satın almış olduk.
Taşınmamızın üzerinden bir hafta geçmedi ki biz bu çevrenin ne kadar güzel olduğunu fark etmeye başladık. Meğer olabilecek en doğru seçeneği nasip eyledi Rabbim.
Şükürler olsun.
Burası beş yıldızlı otel konforunda bir daire. Girişte geniş bir salonu, geniş bir mutfağı ve normal tuvaleti var. Ama tuvalet de oda büyüklüğünde. Üst katta geniş bir yatak odası, iki tane de ziyade odası, biri normal, öteki ebeveyn olmak üzere iki banyosu ve tuvaleti, ön cephede boydan boya uzanan bir balkonu var. Önünden site yolu geçiyor. Dairenin önünde ileride verandaya dönüştürebileceğimiz bir kısım var. Ufak bir çimenlik ve içinde bir tane zeytin ağacı, iki tane de kiraz ağacı bulunuyor. Ön tarafta otopark var. Ama binanın asıl otoparkı kapalı kısımda. Çok geniş, büyük ve güzel. Arabanı park ediyorsun ve dairene geçiyorsun.
Sitenin muazzam bir güvenlik sistemi var. Bizim dairenin olduğu kısma iki ana kapıdan ulaşılıyor. Arabaya bir kart takılıyor ve geldiğimizde kapı otomatik açılıyor. Eğer gelen yabancıysa kime geldiğini, daire bilgisini söylüyor. Telefon ediyor ve soruyorlar. Daire sahibinden onay alırlarsa geleni içeri bırakıyorlar. Ayrıca sitede oturanların yanlarında taşıdıkları akpil tarzı bir kart var. Onunla hem siteye girebiliyor oturanlar, hem de spor salonundan yararlanabiliyor. Bu kartlı giriş çıkışlar çok içime sinmedi; ama bu tür sitelerin özelliği bu.
Çok severek tam on dokuz sene oturduğumuz öteki dairemizden buraya taşınmamız en az yirmi yıl önce sıfır alıp kullandığımız bir arabayı satıp sıfır ve konforlu bir araba edinmek gibi oldu. Bize verdiği nimetler için, yanlış bir işe bulaşmaktan koruduğu için ve sayamayacağımız kadar sonsuz ve sınırsız nimetlerden dolayı Rabbimize ne kadar şükretsek azdır…
Tebdili mekânda ferahlık vardır derler. Bunun ne kadar doğru bir şey olduğunu insan yaşadıkça daha iyi anlıyor. Değişiklik her zaman iyidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, bir yerde bazı sorunlar çoğalınca sıkıntı yaşayanlara şöyle sorar: “اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ

"Kendilerine yazık etmekte iken hayatlarını sona erdirdikleri kimselere melekler "Ne işte idiniz?" dediler, (onlar) "O yerde zayıf görülenlerden idik" cevabını verdiler. Melekler ise "Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir ve orası gidilecek ne kötü bir yerdir!" [1]
Gerek bir görevde, gerekse bir yerde uzun süre kalmak orada bazı güzelliklerin yanında ister istemez istenmeyen şeyler de birikir. Uzun yılar oturduğumuz bu köy büyüklüğündeki binada görmekten hiç hoşlanmadığım bazı insanlar vardı. Asla vaz geçemeyeceğimiz komşularımız da vardı. Binanın on ikinci katına asansörle çıkıp inmeler yoruyordu. Elektrik kesilse ya da iki asansörden ikisi de bozulsa yüz doksan iki basamaktan oluşan merdivenlerden çıkmak çok yorucu ve zordu.
Ama güneş bir pencereden doğuyor, öteki pencereden batıyordu. Uzuntarla’dan Gölcük’e kadar yüz seksen dereceyi aşan bir fayla müthiş bir manzaramız vardı. Deniz uzak da olsa sanki yukarıdan içine atlayacakmışsınız gibi yakın duruyordu. Karşı sahiller akşamları mor ağırlıklı ve her renkte ışıklarıyla ışıl ışıl parlıyordu. Salon ve yatak odası penceremiz ve ufacık balkonumuz Kocaeli Sanayi Fuarına bakıyordu. Anıtpark ve Milli Hâkimiyet Meydanı hemen altımızda yer aldığından orada yapılan mitingleri ve benzeri etkinlikleri izleyebiliyor, konuşmaları dinleyebiliyorduk. Özellikle yaz akşamları orada geç vakitlere kadar süren konserleri evimizden dinlerdik. Hafta sonları yoğunlaşan düğünlerde atılan havai fişekler sanki bizim penceremizin hizasına kadar yükselerek patlıyordu. Dairemiz bulunduğu konum itibariyle perde gerektirmeyecek bir durumdaydı. Perde olsa da genellikle yan taraflara yığılmış, camlar boydan boya açık dururdu.
Otobüs durağı binamızın önünde bulunuyordu. Gerek şehre inmek, gerekse Umuttepe’ye gitmek için oradan biniyor, orada iniyorduk. Sağlık ocağı ve aile hekimimiz çok yakında bulunuyordu. Şehit Ümit Balkan İlköğretim Okulu iki yüz metre mesafemizdeydi. Mahalle camimiz de ancak üç yüz metre kadar mesafedeydi. Sabah namazlarına her gittiğimde Körfeze doğru tanımsız güzellikte fotoğraflar çekerdim. Hasan Ergün hocamızı, Metin Pay hocayı, Rıdvan Turan’ı, Ceyhan Yılmaz’ı, Mine Ablayı ve daha birçok komşumuzu, camide Ebubekir Baran dedeyi, Tayyar Amcayı, Nevzat Ağabeyi, Tahsin Hocayı, Ali Osman Karagüzel’i, ön taraftaki komşumuz Ali Ağabeyi, Mustafa Düzcan’ı, apartman görevlimiz Gıyasettin Erzen’i ve Yılmaz Keleş’i ve daha nicelerini kesinlikle unutmayacağım.
Binamızın altında Nokta Market ve Belmar bulunuyordu. Oraya eskiden yol iniyor, arabalar çalışıyordu. Zaman içinde yol kalktı ve basamaklar yapıldı. Yetmiş altı basamağı inmek ve çıkmak iyi bir spor oluyordu doğrusu.
Evden çarşıya yürümek ayrı bir keyifti. Sekiz yüz metre yürüyüşle Santrale, iki kilo metre yürüyüşle Yalı Çay ocağına ya da Fevziye Camiine varıyorduk.
İki bin yılının mayıs ayında yerleştiğimiz bu dairemizde çok hatıralarımız birikti. Çok konuklar ağırladık. Çok sıkıntılar yaşadık. O zamanlar üç kız bir oğul dört çocuğumuz da evdeydiler. İki de 17 Ağustos Marmara Depreminde hayatlarını kaybeden kardeşim ve eşinin bize yadigâr iki çocukları, toplam sekiz nüfus bu ufacık dairede yaşadık. Bu daireler iki çocuklu çekirdek bir aile için düşünülmüş ve tamamı aynı plan ve genişlikte yapılmıştı. Biz zorunlu olarak tek çocukluk her bir odaya üç çocuk sığdırmak zorundaydı. Banyo ve tuvalet bile tek olduğundan yetmediği zamanlar olurdu…Mutfak küçük ve daracıktı…
Ama hepsi geldi geçti gitti. Çocuklar okudular, büyüdüler. Hepsini tek tek evlendirdik. Yeğenlerim de artık kendi başlarının çaresine bakabilecek yaşa geldiler. Sonuç olarak seksen beş metre kare bir dairede sekiz nüfus yaşarken iki yüz on metre kare kocaman bir dairede iki kişi kalmış olduk. Burası hem büyük, hem de beş yıldızlı otel konforunda ve donanımında üstelik.
Önceki dairede kitaplarım sabit raflarda olduğundan o dolaplar ve raflar orada kaldı. Burada yeni bir kitaplık yaptırarak kitaplarımı rahata kavuşturmuş oldum.
Dairemizin baktığı yönde Muammer Aksoy İlköğretim Okulu var. Bu okul yapıldığında buralar ıssız bir dağ başı gibiydi. Şimdi yanı başına Tuana Evleri gibi görkemli bir site yapılınca okul oldukça eski ve demode kaldı. Son günlerde duydum ki İzmit’te çok sevdiğim bir arkadaşım oraya müdür olarak atanmış. Şu hale bakar mısınız? Allah’ın nimetleri saymakla bitmiyor. Rahman Suresinde:” فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

"Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?" [2] buyuruyor Yüce Rabbimiz. Gerçekten düşündükçe ne kadar çok nimetlere sahip olduğumu anlıyorum ve Rabbime şükretmeye çalışıyorum. Mesleğim, çocuklarım, torunlarım… Allah en ufak kederlerini göstermesin. Allah kimseye dert verip derman aratmasın.

Nimetlerin de, kederlerin de Allah’tan, her biri bir sınav sorusu olarak bizi bulduklarını sanırım unutmamamız gerekiyor. Her ne yaptıysam eşimle, çocuklarımla, arkadaşlarımla istişare ederek yaptım. En hayırlısını vermesi için sürekli Yüce Rabbime dua ettim…
Vizontele[3] filminde belediye başkanının bir repliği vardı: “Eğer bir yeri seversen orası dünyanın en güzel yeridir. Ama eğer bir yeri sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir.”
Gerçekten de tebdili mekânda ferahlık varmış. Bunu şimdi bir kere daha anlamış bulunuyor ve Rabbime şükrediyorum.

[1]) Nisâ; 97

[2]) Rahmân; 13

[3] Yönetmen: Yılmaz Erdoğan, Ömer Faruk Sorak, 2001

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.