Hayri Bostan: Öğretmenler Günü

Hayri Bostan: Öğretmenler Günü
İdareci isterse istediğini istediği zaman idare eder. İşi düştüğünde idare edilmeyi gözetenler de idarecilerin hoşnutluklarını gözetirler. Böylece bu, birbirinin sırtını kaşıma ilişkisi çok görülen durumdur.

Hayri Bostan: Öğretmenler Günü

İdareci isterse istediğini istediği zaman idare eder. İşi düştüğünde idare edilmeyi gözetenler de idarecilerin hoşnutluklarını gözetirler. Böylece bu, birbirinin sırtını kaşıma ilişkisi çok görülen durumdur.

Kasım ayında göreve başladığım için ilk öğretmenler gününü iki haftalık öğretmenken yaşadım. Okul idaresi beni ve okulda sanırım fazla hoşlanmadığı iki bayanı Taksim’e, AKM’deki törene göndermişti. Bu Türkiye’de 12 Eylül sonrası, Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı etkinlikleri kapsamında belirlenen öğretmenler günü kutlamalarının ikincisiydi. Bilindiği gibi dünya öğretmenler günü 5 Ekim tarihidir.[1] Henüz her yerde darbecilerin gölgesi vardı. Normal siyasi hayatın başlaması için bir yıl daha geçmesi gerekiyordu.
Sahneye, elinde eprimiş deri bir çantayla çıkan emekli bir öğretmen konuşuyordu. Adeta çantasıyla övünüyor, yıllardır bu çantayı kullandığını anlatıyordu. Konuşmalardan sıkılanlar dışarıya kaçmasın diye kapıları kapamışlardı. Yıllar sonra askerlikte dinlemek zorunda bırakıldığımız sıkıcı konferanslara benziyordu konuşmalar.
Aralarında ayrım yapmamızdan hoşlanmayan öğrencilerimiz her yıl öğretmenler günü geldiğinde öğretmenleri arasında bal gibi ayrım yapıyorlardı. Bunu bilen uyanık öğretmenler okulda ve öğrencileri arasında ne kadar çok sevildiklerini kanıtlamak için sınıflarda yaptıkları ince ayar konuşmalarla adeta hediye ısmarlıyorlardı. Sonra da elleri, kolları çiçek buketleri ve paketler halinde hediyelerle dolu, gururlu adımlarla öğretmenler odasına gelir hava atarlardı. Bazı öğretmenlere ise hiç hediye gelmez, onlar biraz ezik kalırlardı. Öğrenciler de az uyanık değillerdi. Daha sonra nota tahvil etmeyi düşündükleri hediyeler alırlardı bazı öğretmenlerine.
Televizyonlarda, gazetelerde hep bir “züğürt öğretmen” edebiyatı estirilirdi. Limon satan, çeşitli işlerde çalışan ve gene de geçinemeyen, sersefil öğretmenler anlatılırdı. Bu söylemler aslında öğretmenlerin işini daha da zorlaştırıyordu. Kimse öğretmene ev kiraya vermek istemiyordu. Sebebini de, “sen benim evimin kirasını ödeyemezsin, git, kendine uygun bir ev bul” ve benzeri sözlerle açıklıyorlardı. Evini vermeyi kabul edenler de akla ziyan şartlar koşuyorlardı. Bunlardan birkaç örnek vermek aydınlatıcı olacaktır. “Evine televizyon sokmayacaksın” diyen hacı babalar. “Benimle her Pazar İsmail Ağa’ya şeyhimin sohbetini dinlemeye geleceksin” diye şart koşan müritler. “Evine misafir kabul etmeyeceksin” diye şart koşan softalar. “Benim ayranım budur, yarısı sudur” diyerek hiçbir şeye karışmayacağını söyleyip evinin tadilatını kiracıya yaptırıp bir kuruşunu dahi kiradan düşmeyen açgözlüler vardı. Peşinat vererek ve inşaatında çalışarak ev kiraladığımız da oldu. Aile desteği olmayan her öğretmen ille de bir yan iş yapmak zorundaydı. Özel ders vermek, pazarlarda tezgâh açmak, turist gezdirmek, bir şeyler alıp satmak gibi. Aynı elbiseyi aylarca, hatta yıllarca giyinen öğretmenler vardı ve bunlar alay konusu oluyorlardı.
Yurtdışına yaptığımız umre seyahatlerinde kişi başına yüz dolar konut fonu ödemek zorundaydık. Konut fonuna birçok kalemde paralar toplanırdı; ama ortada konut diye bir şey yoktu.
Matematik, fizik, İngilizce ve benzeri bazı derslerden öğrenciler sınıfta çok kalırlardı. Bunun nedenini daha sonraları bir nebze anlayabilmiştik. Öğrenciler daha iyi yetişsin diye değil, piyasada özel ders bolluğu olsun diye oluyordu bütün bunlar. İşini bilen öğretmenler vardı. Ders başına o zaman için yüklü sayılacak fiyatlar vardı. O parayı ödeyen sınıfını geçiyordu. Güya ders alıyorlardı; ama aslında ders almıyorlardı. Sınıf geçme garantisi alıyorlardı. Öğrencilerden bir tanesi çıkıp da bunları şikâyet etmiyordu.  Bu ve benzeri yolsuzluk ve usulsüzlükleri şikâyet etmenin ne manaya geldiğini biz de zaman içinde öğrenmiş olduk. Hiçbir şey değişmedi. Bedeli onlar değil, biz ödedik.
Öğretmenler öğrencilerine dürüst olmayı öğretirler. Büyük düşünürler de dürüstlüğün önemli olduğunu dile getirirler. Kur’an-ı Kerim’de de dürüstlükle ilgili bir ayet vardır: “فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

"Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir."  (Hûd; 112) Ancak bu o kadar kolay değildir. Doğru olmanın, dürüst olmanın ağır bedelleri vardır. İnsanlar doğruyu söyleyenlerden pek hoşlanmazlar. Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur. Köşesinin adını “Onuncu köy” koyan yazarlar vardır hani. Güya doğruyu yazdıkları ve söyledikleri için hep kovulurlar ve dokuz köyden kovulunca onuncu köye yerleşirler. Gerçekten de basında böyle doğruluğu, dürüstlüğü ilke edinmiş yazarların sık sık gazetelerinden kovulduklarını duyarız. Öğretmenlikte de bu böyledir. Ancak zaman içinde o öğretmenler dürüstlüklerinin güzel karşılıklarını ve geri dönüşlerini alırlar. Sahtekârlar, fırıldakçılar, öğrenciyi saf yerine koyanlar, kişisel menfaatini güdenler de en azından iyi anılmazlar. İdareci isterse istediğini istediği zaman idare eder. İşi düştüğünde idare edilmeyi gözetenler de idarecilerin hoşnutluklarını gözetirler. Böylece bu, birbirinin sırtını kaşıma ilişkisi çok görülen durumdur. Uzun vadede öğrencinize bir şeyler öğretmeye çalışmışsanız, her zaman elinizden geldiğince onların yanında olmaya çalışmışsanız, hayata atıldıklarında da okumalarına, evlenmelerine, iş bulmalarına, kendilerini yetiştirmelerine yardımcı olmuşsanız en kalıcı izleri bıraktığınızdan emin olabilirsiniz.
Öğretmenlik hayatı bana bir şey öğretti: İyi öğretmenleri öyle çok sevilen olmazlar. Popülist öğretmenler çok sevilir. Onlar da bunu ya fiziki yapılarına borçludurlar, ya da herkesi hoş tutan tavırlarına. Ben bu tipleri çok gördüm. Devletin kendisine emanet ettiği sınavı, öğrencilerden istedikleri lehine bir avantaj ve lütuf olarak kullanan tipler vardır. Çok iyiliksever, yardımsever insanlar gibi görünürler; ama hiç de öyle değillerdir. Bunları kısaca “mesleğin uyanıkları” olarak tanımlayabiliriz. Bir de aşırı kuralcı, bir kuralın neden konulduğunu hiç düşünmeden, asla taviz vermeyen ceberut tipler vardır…
Kısacası bütün iş samimi ve iyi niyetli olmakta düğümleniyor. Biz bunu ne kadar basardık bilemiyorum; ama meslek hayatımın ilk yıllarından öğrencilerimle hala görüşüyorsam fazla da başarısız sayılmam diye düşünüyorum.
Öğretmenlik hayatımda ya da özel hayatımda “keşke yapmasaydım” dediğim işler de olmuştur. Allah kulunu hesaba çekerken, mahkeme ederken terazi esasını getirmiştir. Terazinin bir kefesine iyi davranışlar, ötekine kötü davranışlar konulacak. Hangi taraf ağır basarsa o taraf kazanacakmış. (A’raf; 8-9; Enbiya; 47; Mü’minûn; 102-103; Karia; 6-7-8-9) Dileyelim iyi davranışlarımız kötülerinden çok olsun. Otuz beş yıl gibi uzun bir zamanı kapsayan öğretmenlik hayatımızda elbette ki yanlışlar da yaptık. Ama güzel işler de yaptık. Emeklilik dönemimdeki bu öğretmenler gününde ilk görev yaptığım okuldan mezun, şimdilerde her biri iş güç sahibi, çoluk çocuk; hatta torun sahibi öğrencilerim ziyaretime gelecekler. Ne kadar mutluluk verici bir şey olduğunu ifade etmem mümkün değil. Elimden geldiğince cenazelerine, düğünlerine, davetlerine katılmaya çalışıyorum. Onlar da benim mutlu ya da yaslı günlerimde yanımda oluyorlar. Bir insanın hayatında bundan daha güzel ne olabilir.
Öğretmenler günü dolayısıyla yapılan konuşmalarda, yazılan yazılarda hep öğretmenlerin ne kadar kutsal bir meslek icra ettikleri, onların üzerimizde ne kadar ödenemez hakları olduğu dile getirilir. Ben bu tür söylemlerden oldum olası rencide olmuş, rahatsızlık duymuşumdur. Öyle ya, öğretmenler kendilerinin ne kadar kutsal varlıklar olduklarını düşünmek yerine ne kadar önemli bir görev yaptıklarını, bu görevin hakkını ne derece verebildiklerini düşünmeliler bana göre. Çünkü başka bir meslekte yapılan hatalar bir şekilde telafi edilebilir; ama geleceğimiz emanet edeceğimiz insanların düşüncelerinin, olaylara bakışlarının, özgür düşünce yeteneklerinin gelişmesine ne kadar katkı verebilmişiz diye uykularımız kaçmalı değil midir? Bu açıdan baktığımızda ben çok ümitli değilim. Öğretmenlik mesleğini hakkıyla yapan, kendini yenileyen, çağın gereklerine göre yenileyen öğretmenler maalesef çok azdır. Yıllar öncesinden öğrendiklerini papağan gibi tekrarlayan, her şeyi şablonlaştırmış halde tekrarlayan tipler çoktur. Yıllık planları, günlük planları, kullandıkları örnekler, verdikleri misaller hep aynıdır onların. Onun için de eğitim öğretimde sistemler ne kadar değişse, yenilikler getirilse de onlar hep bildiklerini okurlar. Yılsonlarında da hak etsin etmesin herkesi başarılı gösterip başarı ortalamasını yüksek verdikten sonra da kimse onlara ne öğrettiklerini sormaz. Bu işin çözümü aslında çok basittir; ama ne okul idarecilerinin, ne öğrenci velilerinin, ne öğrencilerin, ne de öğretmenlerin işlerine gelmediği için bu yapılmaz. Öğretmenler belirlenmiş müfredatları okutmalı ve sınavlar merkezi bir sistemle profesyonel bir sınav kurulunca yapılmalıdır. İşte o zaman hangi öğretmenin ne kadar başarılı ya da başarısız olduğu ortaya çıkacaktır. Bizim ülkemizde bu sadece ÖSYM sınavlarında uygulanmaktadır. Oralara da sahteciliği, kopya sistemini bulaştırmayı başardık.
Gecesini gündüzüne katarak kendini yetiştiren, yenileyen, öğrencilerini iyi yetiştirmek için çalışan öğretmenler eli öpülesi öğretmenlerdir. Öğretmenliği sadece bir yan iş olarak gören, kendine boş zamanlar yaratıp başka işlerle uğraşanlar, sahte doktor raporlarıyla devamsızlık yapan; ama maaşlarını tam alan ne öğretmenlerden, ne imamlardan, ne de başka bir meslek erbabından hayır gelmez.
O halde eğri otursak da doğru konuşalım. Kendimizi aldatıp avutmayalım. Hakkı verilerek yapılan her meslek kutsaldır. Allah, işini güzel yapanları sever. Çok hoşuma giden, haaytıma rehber etmeye çalıştığım bir hadisi şerif var: “إِنّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبّ إِذَا عَمِلَ أَحَدُكُمْ عَمَلاً أَنْ يُتْقِنَهُ- İnsanın yaptığı işe özen göstermesinden Allah hoşnut olur.”
Öğretmenler günü dolayısıyla bu mesleğin genellemelerle kutsanmasının altında çok farklı kötü niyetler seziyorum. Minicik çocuklara Atatürk’ü sevdireceğim diye onları Atatürk’ün heykeline ya da portresine secde ettiren öğretmenin nesi kutsaldır sormak isterim. Ya da din öğreteceğim diye çocukların beyinlerini hurafelerle dolduran öğretmen böyle bir övgüyü hak ediyor mu?
İşini güzel yapmak gibi bir derdi olan, sürekli kendini yenilemeyi önemseyen, sorumluluğunun bilincinde öğretmenlere selam olsun.
 

24 KASIM 2019

Hayri BOSTAN
uzmanustaz@hotmail.com

ulukanal.com


[1] Pek çok ülkede 1994 senesinden beri UNESCO’nun da önerisi ile 5 Ekim tarihinde kutlanan Öğretmenler Günü, Türkiye’de 24 Kasım tarihinde kutlanır.

Kasım ayının en özel günlerinden biri olan Öğretmenler Günü, bu mesleğe hayatlarını adayan, öğrencilerini evlatları gibi gören bütün öğretmenlere teşekkür edilen, minnet duyulan gündür ve farklı ülkeler, bu özel gün için kendilerince anlamlı olan başka tarihleri uygun görmüşlerdir. Bugün dünyada Öğretmenler Günü olarak kutlanan en az 10 ayrı tarih vardır. Öğretmenler Günü bazı ülkeler için resmi tatil olarak kabul edilmiştir ancak ülkemizde resmi tatil kapsamında değildir. Bu anlamlı günde okullarda törenler ve çeşitli kutlamalar yapılır.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.