Hayri Bostan: Kadir Mısıroğlu vefat etti
Hayri Bostan: Kadir Mısıroğlu vefat etti
Ne anlatırsa anlatsın, katılmasanız da zevkle dinlerdiniz. Sanırım biraz da deliliğe vurarak içindeki en söylenmeyecek şeyleri esirgemeden söylerdi.
Allah rahmet eylesin. Taksiratını affetsin. Mekânı cennet olsun.
İlk defa İzmit İmam Hatip Lisesinde öğrenci olduğum 70'li yılların ortalarında Adapazarı-Hendek'te bir konferansına gitmiştik ve orada tanımıştım. Hafızamda siyah-beyaz bir fotoğraf olarak; ama boylu boslu, yakışıklı bir insan imajı bırakmıştı. Konuşurken sağ elinin şehadet parmağını adeta hudutları gösterir gibi uzatıyor, Orta Asya’dan Tuna'ya, Kırım'dan Necid Çöllerine adeta haritalar çiziyor ve anlatıyordu.
80'li yıllarda Sarıyer İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptığım zamanlarda arkadaşlarla her iki haftada bir Vefa'daki İlim Yayma Cemiyeti Konferans Salonuna Prof. Dr. Osman Öztürk'ü dinlemeye giderdik. Öztürk hocamız zaman zaman değişik yazar, düşünür ve fikir adamlarını davet eder ve bizlere konferans vermelerini sağlardı.
Kadir Mısıroğlu da birkaç kere gelmiş, orada bizlere konuşmuştu. Konuşmaya başlamadan önce bir yerden, içine kara biber konulmuş duble bardaktaki çayını isterdi. Kapalı salonda hem anlatır hem de sigarasını tellendirirdi. O zamanlar kapalı mekânlarda sigara yasağı başlamamıştı. Başında kırmızı Osmanlı fesi, elinde bastonu, boynunda kravatı mutlaka olurdu.
Birkaç kitabını okudum. Bunlardan biri de rahmetli N. F. Kısakürek hakkında yazdığı hatıra kitabıydı. Oradan aldığım bazı anekdotları çok yerlerde anlatmış ve kullanmışımdır. O kitapta yer alan ve çok etkilendiğim yaşanmış bir hikâye şöyleydi:
“Bir akşam üstat Necip Fazıl Kısakürek’le Babıali’nin en lüks lokantalarından birine gitmiştik. İçeri girdik, paltolarımızı vestiyere verdik, daha önce ayırttığımız masaya geçtik oturduk. Nefis bir akşam yemeğinden sonra Üstat “Hesap” dedi. Garson hesabı getirdi. Otuz lira tutmuştu yemek. Üstat elli lira attı ve “üstü kalsın, bahşiş” dedi. Garsonlar mutluluktan yerlere yatıyorlardı. Vestiyere geçtik. Paltolarımızı tuttular, giydik ve Üstat vestiyerlere elli lira attı ve “bahşiş” dedi. Vestiyer çalışanları hayatlarında görmedikleri böyle bir bahşiş karşısında teşekkür etmek için yerlere yatıyorlardı. Dışarıya çıktık ve üstat bana: “Oğlum! Benim basın kartım var. Otobüslere bedava binebilirim. Sen tabana kuvvet. Haydi, bakalım…” dedi. O akşam üstat lokantada bol keseden harcadığı bu yüz lirayı da benden borç almıştı…” Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in “Babıali” adlı eserini okuyanlar bu ve benzeri olayların bu insanların hayatında çokça yaşandığını göreceklerdir.
Macera dolu bir hayatı oldu. Kayserililere şöyle demiş: "Biz Karadenizliler dağların yamaçlarından Karadeniz'in enginliklerine bakarak büyüdük. Siz, "başıma Erciyes'ten ne zaman bir kaya düşecek" korkusuyla büyüdünüz. Biz cesuruz, siz korkaksınız..."
Konuşurken hiç zorlanmadan bizim kuşakların çoktan unuttuğu kelimeleri ustalıkla kullanır, yeni kelimeleri kullananları da şiddetle eleştirir, azarlardı. Bir kere beni de azarlamıştı. Ben de O'na: " Sizin şu başınızdaki fes, elinizdeki baston ile boynunuzdaki kravat ne kadar paradoks ise bizim yeni kelimeleri kullanmamız da ancak o kadar paradokstur" gibi bir eleştiri yapmıştım.
Ne anlatırsa anlatsın, katılmasanız da zevkle dinlerdiniz. Sanırım biraz da deliliğe vurarak içindeki en söylenmeyecek şeyleri esirgemeden söylerdi.
Kendisi hukuk fakültesi mezunuydu. Öğrencilik ve gençlik yıllarında öğrenci yurdu açmış, işletmiş, eli para görmüş birisiydi. Daha sonra Sebil Yayınlarını kurdu. Sebil Dergisini düzenli okuyorduk. 12 Eylül Darbesi olduğunda Bursa'da öğrenciydim ve bir evde kiracıydım. Ev sahibimiz İspirli'nin bizi evden atmak için şikâyet etme olasılığı korkusundan o Sebil Dergileri koleksiyonumu kese kâğıdı yapan bir arkadaşıma vermiştim.
Bir Akçaabatlı hemşerim olmasından, duruşundan, cesaretinden, öz güveninden dolayı biz onu seviyorduk. Ama bu sevgimiz onun her düşüncesine, her yazdığına katıldığımız anlamına hiç bir zaman gelmemiştir. Bazılarının dediği gibi o bir tarihçi değildi. O, içi içine sığmayan, volkan gibi bir yürek sahibi, heyecanlı, öfkeli, başını taştan taşa vurarak dağlardan vadilere akan bir Karadeniz deresiydi. Bu dere bir değil birkaç tane HES çalıştıracak debiye sahipti. Bu heyecanı, coşkusu ölünceye kadar devam etti. Tıpkı üstadı Necip Fazıl Kısakürek gibi. Necip Fazıl'ın da, Ali Nar'ın da, Mustafa Miyasoğl'nun da, Osman Öztürk'ün de ve Kadir Mısıroğlu'nun da ruhları şad, mekânları cennet olsun. İnşallah.
Ulu Kanal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.