Hayri Bostan: Gezmek Yaşamaktır - Eğlenceli Dönüş Yolculuğumuz
Yalova’da çok dostlarım var. Ama bu eş dost ziyaretleri fotoğraf çekerken içine insan katmak gibi bir şey. Yani çok güzel olur; ama içinde insan olmayan fotoğrafları daha anlamlı buluyorum. İnsan bu dünyada asıl değil maalesef. İnsan bu dünyadaki en geçici, en iğreti olan varlık.
EĞLENCELİ DÖNÜŞ YOLCULUĞUMUZ
Sabah erkenden yola koyulduk. Savaştepe yolu tek gidiş gelişli ve çok virajlı; ama çok güzel bir yol. Sabahın bu vaktinde henüz trafik seyrekti. Yol kıyılarında çalıştıkları madenlere ulaşmak üzere servis bekleyen işçilerle dolu. İzmir Otoyolu çalışmaları dolayısıyla zaman zaman güzergâh değişiyor; ama birkaç kere geçtiğimiz için artık yolu biliyorduk. Bu İzmir Otoyolu ne muazzam bir eser! Allah devletimize güç kuvvet versin. İnsanı yaşatmak için yapılan bu yollar “insanı yaşat ki devlet yaşasın” özdeyişine uygun görünüyordu.
Elli kilometrelik bir yolculuktan sonra Balıkesir’e vardık. Ana yoldan çıkıp şehir merkezine giren yola girdim. Bir zamanlar burada yol üzerinde uçakların hıynı hacette konup kalkacağı bir kısım vardı. Orta şeritteki kesik çizgiler ona göre çizilmişlerdi. Kocaman kocaman çizgilerdi. Yeni çevre yolunda göremeyince acaba eski yol üzerinde mi kaldılar merakı, biraz da Balıkesir’e bir selam vermek niyetiyle dalıverdik şehre. Bir taraftan girdik, öte taraftan çıktık. Yollarda duraklarda bekleyen çok öğrenciler var. Çok da imam hatip ortaokulu ya da lisesi kız öğrencileri gördük. Bu imam hatip okulu açma cinneti yurdun her yanını sarmış durumda. Şimdi okuyucularım gene bana kızacaklar. “Ne yani, bu durumdan rahatsız mısın?” diyecekler çıkacaktır. Hayır, öyle şey olabilir mi? Bizim de imam hatip lisesine girdiğimiz zamanlarda ve daha önceleri imam hatip okulu açmak, imam hatip okuluna öğrenci göndermek adeta yangından bir çocuk kurtarmak gibi algılanıyordu. Artık ülkede çok şey değişti. Dindarlar ülkenin marjinal çevrelerinde değil, merkezindeler. Ülkenin cum hurbaşkanı bile imam hatip mezunu. Artık imam hatipçilik devrinin mazide kalması gerektiğini, artık bütün okullarımıza sahip çıkma döneminde olduğumuzu; dolayısıyla bu imam hatip okulu(lise ya da ortaokul) açarak yalakalık yapma rüzgârlarının gözden geçirilmesinin yerinde olacağını söylemek istiyorum... Bu okulların kalitesi nedir, eksikleri nelerdir, bu kadar imam hatip açmaya gerek var mı, yok mu sorgulamadan imam hatip okulu açarak bir yerlere mesaj verme oportünizmi olarak görüyorum. Devletin bütün imkanları seferber edilerek yapılan imam hatip binalarına, iç donanımlarına ve imkanlarına karşın hala üniversitelerin yüksek puanlı fakültelerine öteki normal liselerden öğrenciler gidiyorsa, imam hatiplerde tarikat ve cemaatler fink atıyorsa, öğrencilerin kafaları imam hatip ruhu yerine onun bunun marjinal düşünceleri doğrultusunda militan yetiştiriyorsa büyük bir aldanış içerisindeyiz demektir. Birçok imam hatip lisesinin başına getirilen yöneticiler kesinlikle imam hatip ruhuna sahip değiller. Kimsenin inancına, yaşam tarzına, ibadetine elbette karışmayız; ama imam hatiplerin başına yönetici olarak atanan kişilerin bu yönlerden de değerlendirilmeleri gerekmez mi? Bir takım kendini uyanık sanan ikiyüzlü, her devrin adamı tipler daha kolay gelebiliyorlar bu idari yerlere. Böyle bir durumda çocuklarını bu okullara verip de buralardan bir şeyler bekleyen veliler tıpkı çiftlik bank katılımcıları gibi aldatılıyorlar. O tür dolandırıcı şirketlerde insanların paraları heba oluyor. Hâlbuki buralarda bu insanların ciğerpare evlatları heba ediliyor. Bu yüksek yetenekli çocuklar bir takım hilelerle bu okullara yönlendiriliyor ve oralarda pasifize ediliyorlar. Çünkü onları yetiştirenlerin öyle çaplı bir vizyonları, kültürleri, karizmaları yok. Çünkü onların da çoğu bu tezgâhlardan geçmiş, dar ufuklu, din anlayışları da, dünya anlayışları da dar ve kısır insanlardır. Dışı seni yakar, içi beni demiş.
Susurluk Yörsan Tesislerinde kahvaltı molası verdik, nefis bir kahvaltı ve höşmerim alışverişinden sonra yolumuza devam ettik.
Balıkesir Bursa arasındaki araziler, at çiftlikleri, elektrik üretmek üzere dağların rüzgâr alan yerlerine kurulan rüzgârgülleri yolculuğu eğlenceye çeviriyor. Bir yolculukta araba kullanıyorsanız ve yolu bitirme telaşına düşerseniz yolculuk hem riskli hale gelir, hem de çekilmez bir işkenceye dönüşür. Bizimse hiç acelemiz yok. Ben emekli bir insanım. Tadını çıkarıyorum. Hanımağa da bana tabi, ne söylersem eyvallah.
GÖLYAZI BELDESİ
Bursa’ya yaklaşınca turizm levhalarında Gölyazı ve Ağlayançınar yazılarını gördüm. Hiç tereddüt etmeden direksiyonu o tarafa çevirdim.
Bursa’da adına destanlar, şiirler yazılan Ağlayan Çınar, hikâyesiyle genç, yaşlı, kadın, erkek herkesi ağlatıyor. Ziyaretçi akınına uğrayan tarihi çınar, yabancı turistlerin de ilgi odağı oluyormuş meğer. Gel de “Ağlayançınar’ın hikayesini merak etme.
MEHMET İLE ELENİ'NİN AŞKI
Eskiden Rumların çoğunlukta olduğu bu köyün adı Apolyont'muş. Köyde yaşayan Mehmet isimli bir Türk ile Eleni adında bir Rum kızı birbirlerine sevdalanmışlar. Sürekli bu çınar ağacının oyuğunda buluşurlarmış. Kurtuluş Savaşı yıllarında Rum köylerinin boşaltılması, o köylere Türklerin getirilme zamanı başlamış.
Apolyont'tan ayrılan Rumlardan Eleni'nin abilerini gören Mehmet, Eleni'yi aradığını söylemiş. Abileri de işi zorlaştırmamasını ve Eleni'yi unutmasını söylemişler Mehmet'e. Mehmet direnmiş ve bir kavga çıkmış. Eleni'nin abisi Yorgi, Mehmet'i bıçaklamış. Bıçak izleriyle Mehmet çınar ağacının oyuğuna gitmiş.
Bu sırada köyü terk eden Rumlardan Eleni'nin çok yakın bir kız arkadaşı ona Mehmet'in abisiyle kavga ettiğini söylemiş. Eleni de bunun üzerine konvoydan ayrılıp çınar ağacına gitmiş. Bir de bakmış vücudu kan içinde Mehmet ölmüş. Bunun üzerine de Eleni de orada intihar etmiş. Rivayet edilir ki bazı dönemler, bu dönemlerin net tarihi yok, çınar ağacından kandamlaları akarmış. Bu yüzden bu ağacın Ağlayan Çınar olarak kalmış.[1]
Gölyazı beldesinin tarihi elbette başka bir mevzubahis. Biz ona girmek istemiyoruz. Ağlayan Çınar’a varıncaya kadar göl kenarı sahili, tarihi binalar, kilise ve tiyatro harabeleri buranın fetih öncesi tarihi önemini ortaya koyuyor. Sağa sola bakınıp ilerlerken birden çınar bütün ihtişamıyla karşımıza çıkıveriyor. Sağından bir köprü uzanıyor. Köprünün bitiminde cami ve kahvehaneler, bakkallar, iş yerleri var. İnsanlar kahvelerde oturuyorlar.
Burası görmeye değer çok güzel bir yer. Şimdiye kadar sadece adını duyardım ama gelmek ve görmek şimdi nasip oldu. Bu göletin suyu yazın tamamen kuruyup çekiliyormuş ve yerinde bir tür çiçek açıyormuş. O çiçeğin balı ise çok meşhurmuş. Sırf bunun için bal üreticileri yazın o aylarında kovanlarını buralara getirirlermiş. Bol bol fotoğraflar çektim ve döndük.
MUDANYA
Bursa’ya girmeden otobana giriliyor. Otobanda Mudanya levhasını görünce direksiyonu o tarafa çevirdim.
Bundan iki yıl önce Armutlu‘da tatildeyken gemiyle bir tur düzenlemişlerdi ve o vesileyle gelmiştik Mudanya’ya. Bursa’da öğrencilik yıllarımda da gitmiştim bir ya da iki kere.
Denizden Mudanya’ya giderken yukarıda bir çay bahçesi dikkatimi çekmişti. Orada durduk ve çay kahve söyledik. Mekânın güzelliğiyle mütenasip olmayan bir işletme burası. Sadece fiyatları uçuk. Kahve içip kazık yiyerek arabamıza döndük ve Bursa’da öğrencilik yılarından, bir de başrolde Davut Güloğlu’nun oynadığı bir televizyon dizisinden aklımda kalan Tirilye’ye doğru hareket ettik. Mudanya Tirilye arası on kilometre.
TİRİLYE (TRİLYE-ZEYTİNBAĞI)
Bursa’da öğrencilik yılarımda sınavlara girmiş ve imam hatiplik belgesi almıştım. Belge üç ay süreliydi. Bu üç ay içerisinde görev alamazsam belge yanacaktı. Arkadaşım Mehmet Akif Yazar Tirilye’de imamlık yapıyordu ve o ara tayinini Bursa merkeze aldırmıştı. Orada görev yaptığı cami boşalmıştı. Ben orada görev alabilirdim. O vesileyle Akif’in tavsiyesiyle ve tarifiyle dolmuşa binmiş ve Mudanya’ya, oradan da Tirilye’ye gitmiştim.
Amanallahım! Bu yolculuk ne kadar uzun sürmüştü. Bitmek bilmedi. Sonunda Tirilye’ye varmıştım. Bir dükkâna uğradım, her taraf içki doluydu. Buralar sudan çok içki tüketilen yerlermiş meğer. Camiyi gerebildim mi göremedim mi hatırlamıyorum. Bursa’da okuyup orada görev yapmak olacak iş değildi ve olmamıştı zaten.
İşte Tirilye[2]’yi ve daha sonraları adını duyduğum Zeytinbağı’nı görmek istiyordum.
Tirilye’den önce Kumyaka diye bir kasaba geldi. Yazlık ya da balıkçı kasabası, ne dersen de. Biraz daha devam ettik ve işte Tirilye levhası göründü.
Tirilye gerçekten çok şirin bir yer. Aradan geçen yaklaşık kırk yılda hayli değişmiş olmalı; ama koruma alanı olan bu yerler gene de eski asaletini koruyor. Tarihi binalar, sokaklar, eski binalara açılmış turistik eşya satıcıları çok hoştu. Ortada bir çınar ağacı vardı. Cadde kenarında kahvehanelerde insanlar oturuyor. Şık giyimli entel insanlar göze çarpıyordu. Sahile kadar indik. Orada o dizinin çekildiği yerleri tanıdım.
“Tirilye ve çevresinde Rumlardan kalan önemli dini yapılar var. Üç manastır, yedi kilise, üç ayazma ve Ortodoks Rum mezarlığı. Tirilye gibi küçük bir yerde bu kadar yoğun dini yapının görülmesi buranın dini öneme sahip bir yer olduğunun göstergesi. Burası aslında eski ismi Hagios Stephanos olan, 7. yüzyıl Bizans’ından kalma eski bir kilise. 1560’de kiliseye minare ve mihrap eklenerek ismi Fatih Camisi olmuş. Tirilye limanına tepeden baktığınızda dikkat çeken yapılardan. Çünkü her ne kadar camiye çevrilmiş olsa da bütünlüğü bozulmamış yapılardan. Fatih Cami yanında, Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış olan Avlulu Hamam da önemli tarihi yapılardan. Burasının da kültür merkezi olması planlanıyor.”[3]
Ne kadar güzel bir ülkemiz var Allah’ım! Bu yalan dünyada bir insanın bir yere çakılıp kalması, başka bir yeri görmemiş olması ne kadar kötü bir durum! Ama bunu söylerken ben kendi ülkemi kastediyorum. Dünyada da gitmek, görmek istediğim yerler var elbette. Bosna-Hersek(Balkanlar), Kudüs, Kıbrıs, İran, Belgrad… gibi… Ama ben daha çok ülkemi gezmek görmek istiyorum. O kadar istiyorum ki, beş yüz sene ömrüm olsa hep bu güzel ülkemi gezmek isterim geliyor bana. Adım adım, karış karış. Toprağına, suyuna, damak zevklerine, tarihine, doğasına kurban olduğum cennet vatanım dururken ben dünyanın başka yerlerini çok da merak etmiyorum. Bu satırları okuyanlar: “Kedi erişemediği ciğere murdar dermiş” dediklerini duyar gibiyim. O da doğru. Benim dünyanın başka yerlerini gezecek görecek ne maddi imkânım var, ne de yaş olarak buna uygunum. Kendime erişebileceğim hedefler koymaya çalışıyorum.
Bunları buraya neden yazıyorum: Yahu arkadaşlar! Vakit varken gezin, görün. Şu Ege’mizi gezmekle bitiremeyiz. Daha ne yerler var. Ya Akdeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Karadeniz Bölgesi… Ne gezmekle biter ne yazmakla, ne de yaşamakla.
Tirlye’den dönerken Kurşunlu’dan Gemlik’e varan bir yol olduğunu duymuşluğum beni o yolu aramaya sevk etti. Levhasını geçtik. Sonra yukarılardan döndük, aynı yere geldik ve o yola koyulduk. İlk defa geçeceğim bir güzergâh. Ne kadar heyecan verici!
Kurşunlu yolu ne kadar da uzunmuş. Belki Bursa’ya dönüp oradan devam etsek daha kısa olurdu; ama bu yol üzerindeki zeytinlikler, tarlalar, bahçeler beni çılgına çevirdi. Birçok yerde de bu güzelim zeytinlikleri yok edip binalar yapıyorlar. Çetin Güzel kardeşimi hatırladım. Asıl eylem yapılacak korunmaya muhtaç ne yerler var buralarda. Bu zeytinlikleri yok edip rant uğruna beton binalar yapılması ne kadar korkunç bir doğa katliamı.
Gemlik’e varmadan Engürücük’te ana yola eklendik. Atatepe’de namaz ve kahve molası verdik. Bursa tarafına gidip de, ya da o taraflardan gelip de Gemlik’in üzerinde Orhan Veli’yi şaşkına çeviren tepede kahve olası vermemek olmaz, bilesiniz. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin işletmesini yaptığı bu mekân hem çok güzel bir Gemlik manzarasına sahip, hem yanı başında çok güzel bir cami var, namaz molasına çok uygun. Hem de yemek ve içecek için çok nefis bir yerdir. Bilenler bilir. Biz bilmeyenler için yazıyoruz.
Atatepe’den hareket ettik. Otoyola girmedik, Yalova’dan dolaştık.
Yalova’da çok dostlarım var. Ama bu eş dost ziyaretleri fotoğraf çekerken içine insan katmak gibi bir şey. Yani çok güzel olur; ama içinde insan olmayan fotoğrafları daha anlamlı buluyorum. İnsan bu dünyada asıl değil maalesef. İnsan bu dünyadaki en geçici, en iğreti olan varlık. Elbette insan olmadan hiçbir şeyin anlamı da, değeri de yoktur; ama insan fani. Seyahatler insan odaklı olmamalı ki anlamlı olsun. Onu anlatmaya çalışıyorum. Bu güzel dünyayı çekilmez yapan insanlar değil mi? Homojen insan grupları dahi en spesifik konularda anlaşamıyorlar. Çevreyi de, insan hayatını da, dünyayı da kirletiyor insanoğlu. Gezmenin amacı insanı öne çıkarmak olmamalı. İnsanın bu evrendeki serüvenini anlama odaklı olmalı. Onun için seyahatlerde de insan ziyaretleri olabildiğince az olmalı diyorum.
Şimdi ben desem ki: Yahu ülkemizde bu kadar gezilecek, görülecek yer varken neden insanlar birikimlerini harcayarak her sene, her altı ayda bir umreye taşınıyorlar? Gidiyorlar demiyorum, götürülüyorlar. Umre turları düzenleniyor. İnsanlar umreye gitmeye teşvik ediliyor. Elbette gidilmeli, görülmeli, yaşanmalı; ama bir Müslümanın hayatında sadece umre seyahati mi yaşanmalı? Kur’an-ı Kerim’de: “سِيرُوا فِي الْأَرْضِ” diye başlayan ayetlere bir göz atacak olsak ne demeye çalıştığım daha iyi anlaşılacaktır. Ama öyle bir zihniyet inşa ettik ki bu kadarını söylemek bile taşlanmaya, saldırıya uğramaya yeter de artar hale gelmiştir. Bu yaşıma kadar ben altı kere umreye, bir kere de hacca gittim; ama Sivas-Divriğ’e, o da bir arkadaşımın uyarısı ve tavsiyesiyle bir kere gittim. Bergama’yı ilk kez gördüm. Antalya-Kaş’ta Kekova turu bir kez yapmak nasip oldu. Bir Güneydoğu, bir İç Anadolu seyahati yaptık arkadaşlarla. Karadeniz Bölgesi zaten kendi bölgemiz olduğu için birkaç kere gittim; ama insan odaklı olduğundan akraba ziyaretinden gezip görülecek yerlere vakit ayıramadığımı itiraf etmeliyim. Erzurum’a, Kars’a, Elazığ’a-Harput’a hiç gitmedim. Sizler de bu güzel ülkemizin nerelerine hiç gitmediğinizi, seyahat imkânlarınızı nerelere teksif ettiğinizi varın siz düşünün.
[1] Müzekker SUBAŞI/BURSA.COM
[2] 1963 yılında "Zeytinbağı" adını alan belde, 2012'de alınan bir kararla tekrar Tirilye olarak değiştirildi.
[3] https://www.bizevdeyokuz.com/trilyede-gezilecek-yerler
[4] Müzekker SUBAŞI/BURSA.COM
ulukanal.com / yazının devamı..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.