Hayri Bostan: Dürüstlük mü yalakalık mı?
Hayri Bostan: Dürüstlük mü yalakalık mı?
İnsanlar herkes tarafından sevilen insanların makbul olduğunu sanırlar; ama öyle değildir. Sevgili Peygamberimiz(sav)’i bile sevenleri kadar sevmeyenleri, hatta O’nun canına kastetmek isteyen düşmanları vardı. Bize ne oluyor ki herkes tarafından sevilmeyi çok matah bir şey sanıyoruz?
Yüce dinimiz İslam’da “el-emrubi’l’ma’rûf ve’n’ehyi ani’lmünker-الامر بالمعروف و النهى عن المنكر”; yani iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek çok önemlidir. Otuz iki farzın ikisi denir, başka şekillerde de ifade edilir. Ama gel gör ki Müslüman toplumlar olarak sanki bunun tam tersini yapmaya yatkınızdır. İslam’ın bu inceliği en güzel şekliyle gene Müslüman olmayan toplumlarda uygulanmaktadır.
Hollanda’da her vatandaş sanki devletin resmi bir görevlisi gibidir. Kimse kimsenin yaptığı bir yanlışa ilgisiz kalmaz. Onun için de kimse yerlere çöp atmaz. Kimse yanlış bir yere park etmez. Bizde ise tam aksine, insanlarımızda suç işleyenlere karşı âdeta bir koruyucu refleks vardır. Savaşlarda ölen insanlardan daha fazlasının trafik kazalarında öldüğü toplumumuzda bir yerde radar varsa onu sürücülere haber vermek için can atar herkes. Radar ya da trafik kontrolü varsa karşı yönde seyreden araçların sürücüleri can havliyle karşı yolda seyredenlere bunu haber vermeye çalışırlar.
Bu nasıl oluyor? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Sevgili Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde: “من راى منكم منكرا فليغيره بيده. فان لم يستطع فبلسانه. فان لم يستطع فبقلبه. و هدا اضعف الايمانSizden birisi bir yanlışlık gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Eliyle düzeltmeye gücü yetmiyorsa diliyle tepki göstersin. Buna da gücü yetmiyorsa en azından kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıfıdır” buyuruyor.
Böyle bir konuyu ele aldığım için belki yadırgayanlar olacaktır; ama bu durum o kadar yaygın, o kadar belirgindir ki adeta toplumun her alanına sinmiş, yerleşmiştir. Ben bunsa “suçluyu koruma refleksi” diyorum.
Bunu yapanların amacı -kendilerine göre- suçluyu korumak değil de, yersiz bir konuda sözde iyilik yapmaktır.
Eğitim öğretimde de bu vardır. Siyasette de vardır. Bürokraside de vardır…
17 Ağustos Marmara depremi sonrası NTV Televizyonunda bir açık oturum vardı. Herkes konuştu. Sıra İsmet Özel’e gelince o dedi ki: “Depremlerde çok bina yıkılıyor, çok can kaybı yaşanıyor. Bunun baş sebebi özellikle son yarım asırdır üniversitelerimizde kalitenin düşmesidir” dedi. Stüdyoda bulunanlar adeta şaşkınlık yaşamışlardı. Ama gerçekten de üniversitelerde kalite düşünce bu toplumun eğitimini, sağlığını, mimarisini, sanatını-edebiyatını, şehirciliğini, siyasi hayatını… her şeyini olumsuz etkilemektedir. Sonunda toplum bu yanlış reflekslerin bedelini de topluca ödüyor. Depremlerde can ve mal kayıpları artıyor. Eğitimde kalite dibe vuruyor. İnsanlar bir işe girmek için her yolu deniyorlar; ama işe girdikten sonra nasıl yaparım da hiçbir hizmet üretmeden maaş alırımın derdine düşüyor. Sonuç olarak hastanelerde iyi hizmet alamıyoruz. Çevremiz sürekli kirli oluyor. Eğitimde istenen başarı yakalanamıyor…
Nasıl ki tarımda ürünlerin en kalitelisi ihracat için ayrılıyor ve geriye kalan yanlış ilaçlama yapılmış ve gümrüklere takılmış olanlar, düşük kaliteli olanları tüketmek durumunda kalıyorsak, eskaza iyi yetişmiş insanlarımızın çoğu da beyin göçüyle dışarıya kaçıyor. İçeride biz bize kalıyoruz.
Artık görevini hakkıyla yapanlar, ince eleyip sık dokuyanlar, adam kayırmacılığa karşı çıkanlar, eğitimde başarıyı ciddiyetle ölçenler, eğitimin gereği olan kuralları uygulamada titiz davrananlar istenmeyen insanlar oluyorlar.
Sonuç olarak kuralları uygulayanlar, doğruyu ikame etmeye, yanlışa dur demeye çalışanlar istenmeyen insanlar olup çıkıyorlar.
Sözde modern bir sitede oturuyoruz. Burada oturanların bir whatsapp grubu var. Oraya herkes her şeyi yazıyor. Satılık daire arayanlar, temizlikçi ya da bakıcı arayanlar, bir şikâyeti olanlar yazıyorlar ve biz de okuyoruz. Birisi şöyle bir şey yazdı: “ Falan noktada radar var. Komşularımızın dikkatine. O tarafa gidecekler dikkatli olsunlar” Ben de şöyle yazdım: “Radar trafik kurallarına uymayanlar için devletin kullandığı bir araçtır. Bir yerdeki radarı başkalarına haber vermek suçluyu koruma refleksimizden kaynaklanıyor.”
Bana çok kızdılar. Sen bunu nasıl yazarsın? Hani vardır ya, adam yanlış yapar. Uyarmaya kalkınca da seni dövmeye kalkarlar. Onun gibi bir şey. Yetmedi, site yöneticisine de yansıttılar ve yönetici beni gruptan çıkardı. Çünkü sitedeki sosyolojik yapı gereği yöneticinin onlarla dayanışması durumu burada etkili oldu. Tıpkı bir yerlerde siyasi parti dayanışması, başka bir yerde cemaat dayanışması, aynı yöre insanlarının dayanışması, aynı futbol kulübünü destekleyenlerin dayanışması… Her türlü dayanışma var da, haklının, doğrunun yanında durma dayanışması yoktur. İçtiği sigaranın izmaritini onuncu kattan aşağıya atan, balkona bağladığı köpeğinin havlama seslerini her gece sabaha kadar komşularına dinletmekten utanmayan köpek sevici ‘moderen’ insanlar, çöpünü ulu orta her yere atanlar, arabasını iki kişilik yere ortalayıp başkalarına yer bırakmayan magandalar, sabah akşam köpeğini yeşil alanlarımızda gezdirip çişini-kakasını yaptırıp bırakıp giden hayvan severler mi dersin, hepsi burada. Sitemize nereden baksan on beş kilo metre uzaktaki radarı komşularına haber vermeyi insani bir görev sanan ve uyarıldığında da ortalığı ayağa kaldıran insanlarımız. Bizler o gâvur dediğimiz toplumların medeniyet seviyesine bu kafalarla daha yüz yıl uğraşsak ulaşamayız.
Uygar insan başkalarının hakkına saygılı olan, başkalarını rahatsız etmekten sakınan, çevre temizliğine duyarlı, yasalara ve kurallara bağlı insan demektir.
Ondan sonra da yanlış park etmeler yüzünden evimiz yansa itfaiye giremez, hastamız olsa ambulans yetişemez, avuç dolusu para ödeyip aldığımız konutlarımız bir sallantıda başımıza yıkılır, trafikte can pazarları yaşamaya devam ederiz… Bütün bunları yaşarken de bunların sebebinin bizler olduğumuzu kabul etmeyiz.
Camide imam vaaz ediyor. Bütün gayretiyle Tanrı’nın varlığını ispat etmeye çalışıyor. Saydığımız bu toplumsal hastalıklara ise dokunmuyor bile. Onun için de ne camiye gidenimizde, ne gitmeyen ve sözde ‘moderen’ takınanlarımızda hayır görmüyorum.
Sloganik, afaki iddiaları azaltıp sosyal hayatımızı mahveden bu anlayışlarla mücadele etmemiz gerekiyor. Bunu herkes de biliyor; ama bunu yapanlar toplumda pek sevilmezler.
Sevgili Peygamberimiz bir keresinde: ”Beni Hûd Suresi ihtiyarlattı” demiş. Bununla da meşhur: “فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
"Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir." (Hûd; 112) ayetini kastetmiştir.
İnsanlar herkes tarafından sevilen insanların makbul olduğunu sanırlar; ama öyle değildir. Sevgili Peygamberimiz(sav)’i bile sevenleri kadar sevmeyenleri, hatta O’nun canına kastetmek isteyen düşmanları vardı. Bize ne oluyor ki herkes tarafından sevilmeyi çok matah bir şey sanıyoruz?
Bizim görev ve sorumluluklarının bilincinde, işini iyi bilen ve iyi yapan liyakatli insanlara ihtiyacımız var.
Görevini yapan siyasetçiler, savcılar, yazarlar, öğretmenler, doktorlar, yöneticiler gerekli bizlere. Dürüstlüğe karşı yalakalığı tercih edenlerden hiçbir hayır gelmez. Şerleri ise toplumun her kesimine, ülkelerin geleceğine zarar verir.
Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur. O zaman da onuncu köye gitmeyi göze almak gerekiyor.
16 ŞUBAT 2020
HAYRİ BOSTAN
uzmanustaz@hotmail.com
Ulu Kanal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.