Hayri Bostan: 'Çalkalandım da Duruldum..'
Doğru sözü kim söylerse söylesin almayı, yanlışı kim yaparsa yapsın fark etmeyi ve karşı durmayı öğrettiler.
Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar / Namık Kemal
İmam Hatip Lisesinde öğrenci olduğumuz yıllarda sevgili hocamız Mustafa Sıddık Uslu bize hadis dersine geliyordu ve ilk öğrettiği hadis de
“فمن كذب على متعمدا فليلج النار/فليتبوأ مقعده من النار”- Kim benim hakkımda yalan söylerse ateşe girsin/ ateşten yerine hazırlansın” olmuştu.
Gerek imam hatip lisesinde, gerekse Yüksek İslam Enstitüsünde okurken değerli hocalarımız bizlere kırkar civarında hadis ezberletmişlerdi. Her biri bir derya bu hadisi şerifler bizlere her zaman ışık tutmuştur. Hocalarımıza her zaman minnet duymuşumdur. Ezberlediğimiz hadisleri daha fazlasıyla biz de yıllarca öğretmenlik yaptığımız okullarda öğrencilerimize ezberletmeye ve öğretmeye çalıştık.
Yine hocalarımızın tavsiyeleriyle okuduğumuz kitaplardan üç tanesi vardır ki başta imam hatip lisesi öğrenci ve öğretmenleri olmak üzere her Müslüman kardeşimizin okuması gereken kitaplardır. Bunlar;
1. Tefsirde İsrailiyat- Abdullah Aydemir,
2. Mevzu Hadis- M. Yaşar Kandemir,
3. Mizanu’l-Hak Fî İhtiyari’l-Ehak- (İslam’da Tenkit ve Tartışma Usulü)- Hacı Halife Kâtip Çelebi(1609-1657).
Bu sonuncusunu günümüz Türkçesine değerli hocam Prof. Dr. Mustafa Kara çevirdi ve kitabı özellikle günümüze ışık tutacak şekilde dipnotlarla zenginleştiren de bir diğer değerli hocam Prof. Dr. Süleyman Uludağ olmuştur. İlk baskısı Marifet Yayınlarından çıkan bu kitabı da birkaç kere okudum ve öğrencilerime de yıllarca tavsiye ettim, okumalarına vesile olmaya çalıştım.
Özellikle mesleğimiz gereği okuduğumuz yüzlerce kitap içerisinde niçin bu üç kitap önemlidir?
Özellikle son yıllarda yoğunluk kazanan Kur’an Müslümanlığı, gelenekçiler, modernistler şunlar bunlar tartışmaları bu eserlerin değerini ve önemini bir kez daha ortaya koydu. Ortalık, alanında akademik çalışmalar yapmış değerli ilim, fikir ve düşünce insanları olduğu gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş cesur cahillerle de kaynıyor. Öyle bir duruma geldik ki artık özellikle bu alanlarda eseri bulunan, sözü bulunan birlerinden söz etmek bile yaftalanmanız için, saldırıya ve sataşmaya uğramanız için, şucu bucu diye adlandırılmanız için yeterli hale geldi.
Bizleri yetiştiren hocalarımızdan Allah razı olsun. Onlar bize asla aklımızı, irademizi ve beynimizi hiçbir kişiye, gruba, cemaate ipotek ettirmemeyi, her zaman ihtiyatlı olmayı, doğru sözü kim söylerse söylesin almayı, yanlışı kim yaparsa yapsın fark etmeyi ve karşı durmayı öğrettiler. Hayatımda kendimi en başarılı gördüğüm konunun bu olduğuna inanıyorum.
Öğrencilik yıllarımızda bir takım tarikatlara girdik çıktık. Her cemaatin sohbetini dinledik, kitaplarını okuduk, her sözü dinledik; ama her zaman en güzeline tabi olmaya çalıştık.
Kur’an-ı Kerim’de müthiş bir tanımlama vardır, herkes bilir:
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ -“Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir..”(Zümer, 18)
Bu konuda hatırlamamız gereken bir başka ayet-i kerime de:
وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُواْ الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلإِنْسَانِ عَدُوًّا مُّبِينًا-Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.(İsra, 53)
Bizdeki sorun farklı düşüncelerin olması, bunların televizyonlarda, gazete ve dergilerde, sosyal medyada tartışılıyor olmasında değil. Bizim sorunumuz farklı düşüncelere karşı saygılı olmayı, dinlemeyi, akıl ölçülerimize vurmayı, analiz ve sentez yapmayı; böylece kendi fikrimizi oluşturmayı beceremememizdedir.
Stanley Kramer ‘in 1960 yapımı “İnherit The Wind” diye bir filmini izlemiştim. Evrim teorisini savunan ve öğrencilerine öğretmeye çalışan bir öğretmenden veliler şikayetçi olur ve iş mahkemeye intikal eder. Mahkeme sürecindeki diyaloglar, yaklaşımlar, tartışma ve savunma üslupları gerçekten harikadır. Evrimci öğretmeni savunan avukat ile ona karşı savunma yapan kişinin birbirlerine karşı kullandıkları cümleler tamamen dürüstlük üzerine kuruludur. Sonunda anlıyoruz ki aslında evrimci öğretmeni savunan avukat da iyi bir Hristiyan’dır.
Buradan varmak istediğim sonuç şudur: Aslında yok birbirimizden farkımız. Hepimiz üç aşağı beş yukarı aynıyız. Rahmetli hocam Mustafa Miyasoğlu’yu MÜ Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir ziyaretim sırasında ondan duyduğum şu cümle de çok anlamlıdır:
“Elimizde bir çuval pirinç vardır ve biz bundan pilav, sütlaç gibi birçok yemek yapabiliriz. Hangi yemeği yaparsak yapalım o pirincin kalitesi neyse yaptığımız her ne ise onun kalitesi de o olacaktır.”
Buna benzer bir şey söylemişti. Yani bu ülkede sağcısı-solcusu, Müslümanı-laiki, okumuşu okumamışı, köylüsü-kentlisi… Hepimizin ortak yanlarımız var: renklerimiz ya siyah ya beyaz. Hatta ya simsiyah ya da bembeyazdır daha çok. Ara renkler yok konuşmalarımızda, değerlendirmelerimizde, yargılamalarımızda. Bu da bir tür faşizme yol açıyor. Tuttuğumuzu taparcasına tutuyor, attığımızı tamamen hayatımızdan dışlıyoruz. Ama gerçek hayatta böyle bir yaklaşımın yeri elbette ki yoktur.
Bu durum sadece dini konularda değil, siyasi bakışımızda, insanları değerlendirmelerimizde; hatta bazı ürünlerde bile kendini gösterir. Öyle ya, bazı dolandırıcılar nasıl oluyor da küçücük bir şişeye koyduğu bulanık bir suyun nezleden gribe, baş ağrısından diş ağrısına, kanserden romatizmaya ve daha birçok şeye iyi geldiğine nasıl inandırabiliyor onca insanı da birileri bu zaafımızı kolayca ranta çevirebiliyorlar, hiç düşündünüz mü?
Bir ülkenin diyanet işleri başkanı görevden el çektiriliyor, adamlar sevinçlerinden adeta kına yakıyorlar. Ama kendilerine bağlı ve hizmet eden bir hoca soruşturma gereği açığa alınınca kıyametler koparılıyor. Bunun adı bence “din faşizmi”dir.
Her türlü aşırı tutuculuğun adı faşizm olmalı değil mi? Bir insanın vatanını, milletini, halkını sevmesi elbette normaldir; ama bunu aşırıya götürdüğü zaman faşizm ortaya çıkıyor. İnsanlık bu faşizm belasından çok büyük bedeller ödemiştir. Hem de çok yakın zamanlarda.
Faşizm sadece Adolf Hitler’in Alman milliyetçiliği olarak görülmemelidir. Belli bir yöreyi, takımı, halkı, cinsiyeti, tarikatı, şeyhi, yazarı, sanatçıyı, yazarı-çizeri, kanaat önderini… Hatta karşı cinsten birini aşırı sevmek de benzer sendromlara yol açabiliyor. Bunun en güzel örneklerini günümüzde ve içinde yasadığımız günlerde bol bol görüyoruz.
“Aşk gözü kör eder” denmiştir ya, çok doğru söylenmiş bir sözdür.
Benim bu konuda söyleyeceğim şudur: Kim olursa olsun, hangi kesim olursa olsun… Bunların hiç biri ne hadisleri inkâr ediyorlar, ne sevgili Peygamberimiz(sav)’i itibarsızlaştırma gayreti içindeler. Aslında yok birbirlerinden farkları. Ama kimsenin kimin ne dediği umurunda değil. Ortada tam bir kör dövüşü sürüyor bence. Birisi bu ateşli tartışmacılara: “Durun, siz aynı taraftansınız” diye bağırmalı. Çünkü öyle bir kör mücadele sürüyor ki herkes yanındakini rakip takım oyuncusu sanıyor.
On dört asırlık İslam geçmişimizin önümüze yığdığı bunca adet, gelenek, anlayış, çer-çöp içerisinden bize ait olanları seçip almak gibi bir sorunumuz ve sorumluluğumuz var.
Şu kısacık ömrümüzde bile defalarca uydurma eylemlerine tanık oluyoruz. Çünkü farklı şeyler yapma eğilimi insanın doğasında var. Fraklı şeyler yaparsak insanlar bir şeyler bildiğimiz, bir takım gizemlerimizin olduğunu düşünecek ve karizmamız parlayacaktır. En sıradan müezzinlik, dua ve benzeri konularda bile hep farklı şeyler uydurur insanlar. Bir yemek duasına bile neleri katarlar. Hem de Arapça. Dua yapanın ne dediği hiç önemli değildir. Ağzı kelam yapıyor, çok şey biliyor. Büyük hoca canım… Desinler diye.
Eskiden camilerde görev yapan hocaların maaşları o mahallenin halkı tarafından ödenirdi. Öyle kayda değer bir şey de ödeyemezlerdi elbette. Hocalar da ne yapsınlar? Ölü soygunculuğu en pratik yol ve yöntem. Bir yakınını kaybetmiş acılı insanları ölen kişi için bir şeyler yapmaya ikna etmek zor olmadığından bu konuda neler uydurulmuş neler. Daha düne kadar devir denilen bir şey vardı. Iskatı sala. Şimdilerde eksiksiz ve kesintisiz, istisnasız devam eden, ilk yedi akşam Tebareke okumaları, kırkı, elli üçü. Burun duası… Çünkü yapılan her uygulamada bir rant vardı. Bu sadece bir örnek.
Özellikle dini konularda insanları kandırmak, gaza getirmek, duygularını okşamak her zaman kârlı bir iş olmuştur. İnsanlar da kendilerini uyandırmaya çalışanların değil de, kandırmaya çalışanların yanında yer alırlar genellikle. Bu da bir paradoks şüphesiz. “Deveyi diken…” diye başlayan atasözleri bu durumları anlatmak için söylenmiştir. “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” da öyle. Ve daha birçok söz vardır bu durumu anlatan…
Burada yapılacak iş bellidir: Ya dünyalık peşinde olacak ve kitleleri peşinizden sürüklemek için her yolu meşru göreceksiniz. Ya da Allah’a olan imanınız, hesap gününe olan inancınız, samimiyetiniz ölçüsünde pozisyonunuzu alacaksınız. O zaman da dünya hayatında her türlü mahrumiyeti de göze almanız gerekecektir. Tercih sizin..
Kim ne derse desin, kim kimden yana olursa olsun, ben şahsen bu tartışmalarda hayır görüyorum. Allah insana akıl vermiş. İrade vermiş.İnsan sorgulayacak. Hayvanlar bile önüne konan her şeyi yemiyor, kokluyor, inceliyor.
Kur’an-ı Kerim’de: “لقد كان فى رسول الله اسوة حسنة لمن كان يرجو الله و اليوم الاخر”-“ “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.(Ahzab, 21)” ayetini;
“ان كنتم تحبون الله فتبعونى يحببكم الله و يغفر لكم ذنوبكم”- De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
(Al-i İmran, 31) ayetlerini bilenlerin Allah Resulü(sav)nü itibarsızlaştırma, onun sünnet-i seniyyesi olmadan İslam Dininin olamayacağını bilmezler mi? Ama adam “bayram haftası” diyor birileri bunu “mangal tahtası” anlıyorsa yapacak fazla bir şey de yok.
Bu tartışmalar şüphesiz çok yararlıdır. Bir takım çevrelerin feveranı ve saldırıları kurulu düzenlerinin tehdit altında olmasındandır. “Allah ile aldatanlar” çok rahatsız olmuşlardır ve olacaklardır. Onları Allah’a havale edip yola devam inşallah.
Hayri Bostan
Ulu Kanal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.