Hayrettin Durmuş: Sezai Karakoç’un Edebiyat Yazıları
Sezai Karakoç’un Edebiyat Yazıları
Bahar diriliştir, yeniden doğuştur. Diriliş deyince edebiyatla ilgilenenlerin aklına Sezai Karakoç gelecektir. O edebiyattaki dirilişi özleyen, muştulayan adamdır.
Medeniyet rüyasını şiirde gören üstat Sezai Karakoç kavramları açıklayarak, ilkelerini belirleyerek başlar “Edebiyat Yazıları”[1]na. “Hakikat inancı, Tanrı’ya ve ahirete inanma, yani iman, insan ruhuna atılan en eski tohumdur”[2] der. O, mutlak gerçeğe sevdalı, hakikâte âşıktır. Öteki dünyayı anlayamayanların bu dünyayı da anlayamayacaklarını, hayatı dopdolu yaşamak için ölümü görmek gerektiğini belirtir.
Hıristiyanların sanatı din için kullanmaya çalıştıklarını ancak gelinen noktada dinin sanat için kullanıldığını ve sanatın din haline getirildiğini açıklarken bizi sarsar, uyandırır. Sanatın putlaştırılması tehlikesine dikkat çeker ve “Sanat Kur’an’da asliyle belirtilmiş fakat sınır tanımazlığındaki tehlikeler de gösterilmiştir.”[3] der ve hükmünü verir: “Din dindir, sanat sanattır.”[4]
İslâm şairlerinin ve düşünürlerinin Batı’yı etkilediğini çarpıcı örneklerle açıklar. La Fontaine’in masallarında Kelile ve Dinme ile Gülistan ve Bostan’ın etkisine dikkat çeker, Romeo ve Jüliet’in Batı’ya uyarlanmış bir tür Leyla ile Mecnun hikâyesi olduğunu iddia eder. Salaman ile Absal’ın izlerinin Goethe’nin Faust’unda görülebileceği kanaatini taşır. Dante’nin cehennem tablolarında Maari ve İbn-i Arabi etkisinin aşikârlığını gözler önüne serer. Yazarın bu tespitleri Batı’nın gerçekleştirdiği Rönesans’ta İslam eserlerinin ve düşünürlerinin ne derece etkisinin bulunduğu sorusunu yeniden gündeme getiriyor. İslâm bilginlerinin bilime ve insanlığa katkılarının yeniden araştırılması ve asıl bizim kendi medeniyetimizin inşa edilebilmesi, uyandırılması için çağımızda yazarlarımıza, sanatkârlarımıza ve bilim adamlarımıza düşen görevler neler? Biz bunun neresindeyiz? tarihi sorusuyla yüzleşmemize perde aralıyor.
SANATÇININ YOLU SONUNDA ALLAH’A ÇIKAR
Sanatçının bilmediğimiz bir dünyadan geldiğine inanan Sezai KARAKOÇ “Sanat kaçsa da , inkâr etse de Tanrı’ya doğrudur hep”[5] diyerek sanatçının yolunun eninde sonunda Allah’a çıkacağını vurgular. Bu düşüncesini şu delillerle destekler:
“Dante , Miracı yazmak istedi. Faust’un konusu, efsaneler arkasına saklansa da gerçekte Tanrı, hakikât ve ebediliktir. Dostoyevski ömrü boyunca Tanrı’yı bulmayı amaçlayan bir roman yazmak ihtirasını taşıdı. Andre Gide, ne kadar olumsuzlaştırırsa olumsuzlaştırsın, isterse kavga etsin, işi hep inançladır. Tolstoy, Tanrı’yı halkta aradı… Rimbaud’un ‘Sarhoş Gemi’si, denizin sonsuz çalkantılarında kaybolmasa doğru ‘o ülke’ye gidecekti. Bu, son zamanlarda camiyi dilinden düşürmemesinden ve son sözünün kelimesi kelimesine ‘Allah kerim’ oluşundan belli değil midir?”[6]
Üstada hak vermemek mümkün mü? Hayatın ve sevginin kaynağı Allah’tır. O her şeyin kaynağıdır. Nasıl ki ırmaklar kıvrıla kıvrıla denize dökülürse, hangi ülkeden, hangi kökenden, hangi kültürden olursa olsun gerçek sanatçının yolu bir gün Allah’a varır. Hayatının bir döneminde mutlaka O’nu tanır ve teslim olur. Sanatkârlar sanatkârı, ustaların ustası karşısında icra ettiği sanatın cılızlığının farkına varır…
ŞAİR NE ZAMAN ÖLÜR?
Sezai Karakoç’a göre şair “Diriliş Günü” nün adamıdır. Öyleyse ne zaman ölür şair?
“Zulüm alkışçısı, yurduna göz koyanların çağırıcısı ya da günün adamı olduğu gün şair ölmüştür, en hazin bir ölümle ölmüştür…”[7]
Sezai Karakoç gerçek bir “Diriliş” sevdalısıdır. Edebiyat Yazıları özelde şairin, şiirin, genel de edebiyatımızın dirileceği günü müjdelemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.